Hayatıma Bıraktığınız En Güzel İzler

gEZENTİ şEREF ~ E-2017/015

Esinti Tarihi: Cumartesi, 22.04.2017

YILLAR AKARKEN HAYATIMIN EN İLKLERİ

*Bana anlatılanlara göre; ilk kez yedi aylıkken tay tay durmuş, tam yaşımı karşıladığım ara da yürümeyi becermişim…

*Yine bana anlatılanlara göre; tebessümle yayılan ağzımdan ilk anlaşılabilir çıkan sözcük “dede” olmuş…

*İlk yeri öpüşüm ben iki yaşındayken Hayrettin ağabeyimin evin tavanındaki kancalara asılı salıncak merakı yüzünden olmuş…

*Okumayı söktüğüm ilk kitap Hayrettin ağabeyimin ders kitapları arasına gizlice sıkıştırdığı Esse Gesse imalatı Çelik Bilek’li “Teksas” çizgi romanıydı…

*Öte yandan ilk edindiğim kitap ise babamın bir akşam mesai dönüşü hediye ettiği resimli Alfabe’ydi…

*İlk ciddi hastalığımı üç yaşındayken geçirdim: bedenime konulan haleli teşhis zatürreeydi…

*Ve sırf ayakkabılarımın altındaki minik delikler yüzünden buz kübe dönüşme riskiyle karşı karşıya kaldığım, ilk donma tehlikesini Zehra teyzemin vesayeti altında Hadımköy yollarında atlattığımda dört yaşındaydım…

*Edindiğim ilk şipşirin pet, yün torbası Kınalı Kuzu’ydu…

*Yediğim ilk hayat çelmesi Mehmet Dedem’i feci biçimde kızdırdığım bir gün ayaklarıma doğru fırlattığı abanoz bastonuna takılıp yeri öpmemdi…

*Beş yaşında melek gibi uslu ve sakin bir çocukken tanık olduğum ilk toplu ev eğlencesi [annemin en küçük kardeşi] Niyazi dayım ile Saliha ablamın nişan töreniydi…

*Aynı yıl biz tüm mahalleli eğlenceye doyamıyorduk ve sırada insanları eğlendirmek dürtüsü bize (ben ve ağabeyim) gelmişti ki Çakıl Gazinosu’ndaki o muhteşem sünnet düğünümüzde bana gelen ilk hediye [babamın küçük kardeşi] Muhittin amcamın itinayla paketlediği duman tüttüren pilli bir lokomotifti…

*Ben daha henüz altı yaşımın tiryakisi olmaya çalışırken âşık olduğum ilk kız Karagümrük, Canfeda Cami Sokak’ta dayımlara komşu penceredeki sarışın bomba Güler’di…

*Beni kasten unuttuklarından mıdır başka bir sebepten midir bilemiyorum, bir Renault Goelette, ‘balta burun’ minibüsün ön koltuğunda tünerken, ilk ekildiğim yer, Niyazi dayım ile Saliha ablamın nikâhlarının kıyıldığı Fatih’teki Saraçhane Belediye Evlendirme Sarayı’nın otopark alanıydı…

*Kıçıma yediğim ilk tos, kurbanlık diye alınan ‘Koç’ kardeşten değil, Kazasker’in göbeğinde arkamdan sessiz sedasız gelen motosikletli abiydi…

*Erkekçe koruyuculuk mertebesine ilk adım attığımı sandığım zaman Beykoz’dan akrabalarımız Arslan abi ile Şadiye ablanın alafranga düğünlerinde kuzenim Aslı’ya alâgarson sahip çıktığım zamandı…

*Ölümün soğukluğuyla ilk tanışıklığım annemin dayısı, aynı zamanda bir trafik polisi olan İsmail dayımız, akciğer kanserine yenik düşüp vefat edinceydi… Bir ölünün arkasından yapılan anlamsız yemek telaşesi ritüelleri hazmedemeyişim ilk onun cenazesinde ve peşi sıra gerçekleştirilen helva ikramlı duaların üflendiği maktul hanesindeydi…

*Okul havasını ilk kez teneffüs etmem Hayrünisa ablamın elimden tutarak beni kendi öğretmeni, hem ablak hem tombul Sulhiye Hanım’dan aldığı icazetle götürdüğü parlak metalden sağlamca inşa edilmiş baraka sınıfıydı…

*Derslere paydos aralarında iyi görünümlü kocaman ablalarla kovalamaca oynamak benim karşı cins dünyasına açılan penceremin ilk gerçek ışıklarıydı…

*Mahalle aralarında dolaşan sağlık kamyonetindeki hemşire ablalardan yediğim ilk portatif aşı ilkokula başlamadan önce, memlekette çok salgın olan kolera yüzündendi…

*Kozyatağı İlkokulu’na kaydım için annemle gittiğimiz o gün ilk kez annemin bu kadar gururlandığına şahit oldum: kaydı yapacak öğretmen ki, aynı zamanda ilkokul sıralarında Hayrettin ağabeyimi de okutan Özgül öğretmendi; benim şakır şukur okuma yazmayı bildiğimi görünce filden gözleri faltaşı gibi açıldı ve beni ikinci sınıftan başlatmak istedi…

*Okula başladığım ilk gün, beş yıl boyunca sınıf arkadaşım olacak diğer çocuklara taş çıkartırcasına hiç sızlanmadım, hiç burnumu çekerek ağlamadım; tam tersine bir cesur yürek gibi ilk beğendiğim alımlı kızın arkasındaki sıraya yerleştim…

*Böylece ilkokuldaki ilk aşkımın adı da belli olacaktı: kıvırcık saçlı Nurhan

*Ancak ilkokul ikinci sınıfta aşırıya kaçıp kendisine fazlasıyla askıntı olduğum ilk aşkımın annesi de aynı okulda bir öğretmen olunca ki, aynı zamanda bu şahsiyet Hayrünisa ablamın sınıf öğretmeniydi, işin rengi değişti… Beni bir ücra köşede sıkıştırarak kızından uzak durmam için nasihatle ortaya karışık ilk ihtarını da kulağımı çekeleyerek vermiş oldu…

*İlle velakin kim dinler? Günlerden bir gün beni kıyasıya dövmek adına peşimden çılgınca kovalayan ve okulun altını üstüne getiren Tahire hocanın elinden postu kurtardığım için (hem de kazasız belasız, bir çizik bile almadan), okulun ilk dekatlon ve pentatlon şampiyonu olarak tarihe geçtim… O gün, hoca gerçekten bir anlam veremediğim kadar çıldırmış gibiydi ve peşim sıra bir tazı gibi koşturuyor beni yakalamaya çalışıyordu. Sanırım kıstırmaktan uzak olunca da daha çok hırs yapıyordu… Harbiden kaç sıranın arasından üstünden geçmiştik pek sayamadım…

*Yine günlerden bir gün, Hayrünisa ablamın desteğiyle ve asık suratlı sınıf öğretmeninden kopardığı o müthiş tarihi izinle ilk kez bizim bahçeye birlikte oyun oynamaya gelen ilkokul aşkıma, saklambaç oyununun gizemli bir sahnesinde kendisine duyduğum tutkunun ödülü olarak ilk kez öpücükle karışık açık saçık beyan ettiğimde saniyeler içinde delifişek bir kızdan ilk fiskeli tokadı da yemiş oldum…

*Ne demişler? Şeytan azapta gerek! Bir şeyler yapmalıydım… Ama ne?.. Yok, yok, benim gibi hayalperest bir çocuğa bu hiç problem değildi… Şimdi ödeşme zamanıydı… Kıvırcık yarenim bu karşılıksız sevdanın bedelini ödemeliydi… Vurguna dönmüş bu sevimsiz aşkımın yüzünden fanteziye bulaşmış ilk intikam planlarımı işte o günlerde yaptım… Ve biliyordum ki Roma bir günde kurulmamış, sabreden derviş önünde sonunda muradına ermişti…

*Hayatımda ilk bu kadar yakından gördüğüm ve dokunduğum en taze doğmuş bebek, Niyazi dayımın sevimli kızı, kuzenim Yasemin’di…

*Elime ve dudağıma aldığım ilk sigara Mahmut dayımın küçük oğlu Erol abi ile divan altında yaptığımız bir kaçamaktı… Maceramız az daha evi yakmakla nihayete erecekti…

*Kendimden geçerek çok iyi şiir okuduğumu keşfeden Özgül öğretmenim 23 Nisan, “Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı” töreninde ilk kez bir müsamereye katılıp şiir okumamı istedi…

*Aşk hayatıma giren mahalleden (bir Yugoslav göçmen ailenin kızı olan) Berrin dakikalar boyunca ilk yakinen sarıldığım kız olarak aşk seyir defterimde kayıtlara geçti…

*Bu samimi arkadaşlığımız sonrasında da ilk samimi fotoğrafı da Berrin ile birlikte çektirmiş olduk… Sarışın göçmen aşkım aylar sonra ailesiyle birlikte mahalleden taşınıp bir başka şehrin bir başka semtine nakil olunca çok üzülmüş, çok ağlamıştım…

*Annemden yediğim ilk soluksuz patak bir teneffüs arasında okul bahçesinde yine kocaman cici ablaları kovalarken ayağım takılarak toz toprak zemine düşmemden dolayı yırttığım pantolonum ve dağılan suratım içindi…

*Ödül almak için kapı kapı, konu komşu, tanış esnaf, hısım akraba dolaştığım meselenin yegâne sebebi aldığım pekiyi dereceli ilk karnemdi…

*Birilerinin arkasından ilk ağladığım hadise yetmiş bir yılında Muhittin amcam ile Semra yengemin Yeşilköy’den THY uçağına binip, Türkiye topraklarını terk ederek yeni yurtları, Almanya’ya yapacakları uzun soluklu göçleri içindi…

*Hayrettin ağabeyime özendiğime midir nedir benim de ilk yere düşürdüğüm bebek, bir buçuk yaşındaki lüle kumral saçlı kuzenim Yasemin’di; tabii çok önemli bir farkla; ben evde tahta zemine, o bahçede betonun üzerine…

*Edindiğim ilk çocuk dergisi “Doğan Kardeş”oldu…

*Bahçe halkımız arasında ilk uygulayıcı senaristi, rejisi, rol dağıtıcısı, başoyuncusu olduğum çocukluk oyunlarımızın iham perisi elimden bırakmadığım “Doğan Kardeş” dergisi yanı sıra Hayrettin ağabeyimden bana kıymetli miras “Teksas-Tommiks”ler, “Zagor” ile “Kaptan Swing”in ciltli serileriydi…

*Babamdan yediğim ilk harbi dayak bahçede ektiği domateslere, fasulyelere dayanak olsun diye kullandığı uzun sırıkları yerlerinden söküp, bir dut ağacının altına kurduğum apaçi otağı içindi…

*Hayrünisa ablamla giriştiğim ilk belit iddia hangimizin daha kaslı, daha güçlü olduğuna dairdi: şeffaf pencere camına yumruk geçirenin ilk kim olduğunu herhalde söylememe gerek yok!!

*Hayrettin ağabeyimden aldığım ilk canlı öğüt kendisine asla karşılık verilmemesi üzerineydi…

*Toplumsal çalkantılarla ilk tanışıklığım ’71 faşist darbesi ve ardından gelişen zincirleme olaylar sayesinde oldu…

*Mahalle halkından çok sıkça duyduğum Deniz, Mahir ve İbrahim benim beynime kazanmış ilk “The Turkish Cesur Yürekler” çizgi karakterleri oldu…

*Hayrettin ağabeyimin kendisine çaktırmadan ustalıkla miras edindiğim ilk ergen çizgi roman “Seksek” dergisiydi…

*Nazım Hikmet’in şiirleriyle de ilk o yaz (1972) tanıştım…

*Okuduğum ilk Nazım şiiri “Onlar”dı; çok sevmiştim… “Onlar ki toprakta karınca, suda balık, havada kuş kadar çokturlar; korkak, cesur, câhil, hakîm ve çocukturlar ve kahreden yaratan ki onlardır, destanımızda yalnız onların maceraları vardır.”

*Gittiğim ilk duygusal Türk filmi, havadar Şenesenevler Bahçe Sineması’nda gösterime giren, Atıf Yılmaz’ın yönettiği, Hülya Koçyiğit ile Murat Soydan’ın oynadığı “Kızıl Vazo” filmiydi (1961)…

*Aynı yerde gördüğüm ilk Türk çocuk filmi hislerimi yerinden oynatan Zeynep Değirmencioğlu’nun “Ayşecik” filmiydi (1960)…

*Semtimizin ahşap sandalyeli bir başka açık hava sineması olan Suadiye Can Sineması’nda izlediğim Lee Van Cleef’in “Sabata”sı etkilendiğim ilk Spaghetti Western filmiydi (1969)…

*Sosyete Şaşkınbakkal’ın kırmızı deriden alafranga koltuklu modern sineması, Suadiye Atlantik’in Pazar matinesinde gösterime giren “Ay’a Gidiyoruz” seyrettiğim ilk ecnebi çocuk filmiydi (1967)…

*Gittiğim ilk çocuk tiyatrosu Kadıköy Halk Eğitim Merkezi’nde sahnelenen “Ah Şu Çocuklar” adlı müzikal komedi oyundu…

*Hazır filmlerden filan konuşuyorken, kronolojide minicik bir istisna: 78’de beğeniyle izlediğim ilk Yılmaz Güney filmi toplumsal drama üzerine kurgulanmış “Sürü”ydü…

*İlk duygusal şiirimi ilkokul ikinci sınıftayken, İlk toplumcu piyesimi üçüncü sınıfa giderken yazdım: Aşırı romantik, duygusal şiirim adını sıralara kazıdığım karşılıksız Nurhan aşkımın efekti üzerine iken, toplumcu piyesim sağlık ocağından ve dolayısıyla doktordan mahrum olan bir köyde geçen sağlık problemleri üzerineydi…

*El hüneriyle çaldığım ilk müzik aleti bordo gövdesi ayrı güzel, telli sapı ayrı havalı mandolinimdi…

*Hayattayken kendisine hep saygı duyduğum ve yakın akrabalarım arasında en sevdiğim Mehmet dedem, aniden rahatsızlanıp yaşama veda ettiğinde sert duruş sergileyip ilk kez acımdan duygusal ağlamayı seçmedim, ama ölümün soğuk bedenine günlerce isyan ettim…

*Dokuz yaşımda iken Cemile babaannemin ikamet adresi Mecidiyeköy’ün Kervan Geçmez Sokağı’na çevirdiğim tutku yörüngemin izinde romantik yaşadıklarım, üç-üç buçuk sene sonrasında müthiş bir patlama yapacak olan Tülay aşkım ile ilk tohumları attığım serpintilerdi…

*Kozyatağı İlkokulu’nun mandolinciler grubu olarak Suadiye Reşat Gazinosu’nda verdiğimiz zırıltı dinletisi ilk müzikal resitalimizdi…

*Hayrünisa ablamla yaptığım sayısız hırçın ve içi şiddet dolu kavgaların yine bir tanesinde ilk oturuşta sapını gövdesinden ayırdığım telli nesne, üzerinde tir tir titrediğim vişneçürüğü gövdeli mandolinimdi…

*İlkokul dördüncü sınıfa giderken artık biçare Nurhan aşkımı noktalayıp, sınıfın en başarılı, beyaz kurdeleli çalışkan kızı Yıldız’a sevgi radarlarımı çevirdiğimde kendisinden hiç beklemediğim ilk terbiye tedrisat dersimi de almış oldum…

*Saçında iri beyaz kurdelesiz gezmeyen Yıldız kızın şahsıma karşı hevessiz ve tahammül edilemez davranışları sürünce, bu kez de Nurhan’a nispet olsun diye, onun diğer sınıftan en yakın kız arkadaşları Ferhan ile Sermin’e musallat oldum. Romeo oklarımı bu kızlar üzerine çevirmişken, hayatımda ilk kez Tanrı’ya Ferhan’ın bizim bahçeye gelip benimle oyun oynaması için çok dua ettim; ama nafile gelmedi!.. Ben de kendisine ebediyen küstüm…

*Böylece Tanrı ile aramın ilk ‘modus operandi’ bozuluş süreci de başlamış oldu… Artık bana göre bu geri dönüşü olmayan yolda Ateizme ilk adımımı da atmış sayılıyordum…

*Eksantrik düşlerim ve ölesiye sevdiğim kıvırcık saçlı kız arkadaşım Nurhan’a kurduğum komplo neticesinde ilk kez okul disiplinine verildim. Tanıkların kiminin bizzat sesli, kimininse gizlice dinlendiği kasvetli okul mahkemesinde yargısız yargılandığım Disiplin Kurulu’nun şahsıma verdiği hüküm başta benim okuldan uzaklaştırılmam gerektiği idi… Ancak hem sevgili arkadaşım Nurhan’ın sadede gelip şefkatli yakarışları, hem de sınıf öğretmenim Özgül hanımefendinin benim gibi uçuk kaçık başarılı bir öğrenciyi kaybetmeme özverisi neticesinde hep birlikte ‘kurul kararıyla’ verdikleri ‘uzaklaştırma’ cezasından vazgeçip, “pekiyi” olması gereken karnemi “iyi”lerle donatmaya hükmetmeleri en azından bir kurtuluş olmuştu benim için… Ama puslu öğretmenler odasında görülen davada çıkan en güzel karar ise şuydu: Aralarında yaptıkları anlaşma gereği bu olayı aynı zamanda velim olan anneme ta ki mezun olduğum son gün partisine kadar hiç aksettirmemek

*Dönem sonunda “iyi”leri karnemde gören annem benden dolayı ilk kez baygınlık geçirdi ve üstün başarılı bir öğrenciyken bunu nasıl başardığımı bir türlü anlayamadı…

*Hayatta zorla bir şeye kavuşamayacağımı anladığım ilk gerçek sulh çubuğu tüttürme anlayışına iks-aşkım iyi kalpli Nurhan sayesinde kavuştum. Beni bağışladığı için Nurhan’ı yanaklarından gani gani öpüp ömür boyu sıkı bir dostu olarak kalacağıma söz verdim…

*Velhasıl bu trajik olayın hazin etkisiyle apayrı bir meşgale içerisine girmiş bendeniz, ilkokul dördüncü sınıfın sonunda kitaplı dünyayı iyice keşfedip ilk mini kütüphanemi inşa etmeye başladım…

*Beşinci sınıfın sonunda yapılan “İlkokul Bitirme Sınavları” esnasında bazı arkadaşlarıma kopya verdiğim için ilk zılgıtı da kopya vermekten yiyerek sanırım ilkokul diplomasını ‘Vatandaş!’ paylamalı alan ilk çocuk olarak tarihe geçtim…

*Mahallede öncülük ederek kurduğum ve arkadaşlarımı bir araya getirdiğim ilk kıdemsiz ‘junior’ sokak futbol takımı “Şakacı Spor”du…

*Şakacı Sokak ve çevresinden oluşanlardan toplayarak kurduğum ilk kıdemli ‘senior’ sokak futbol takımı ise “Rekor Spor”du… Kulübün idari binası olarak işgal ettiğimiz mekân ise bahçemizde kullanılmayan eski evlerden biriydi…

*Üfleyerek çaldığım ilk müzik aleti ise ısrarla ‘flüt’ dedikleri ama benim bir çoban kavalından farklı görmediğim bol delikli bir çubuk ağaçtı…

*Saliha anneannemden yediğim ilk okkalı ve havaleli zılgıt Ramazan orucumu gün ortasında bozduğumdan dolayıydı…

*Böylecene başkaldırdığım dine karşı ilk bedensel eylemim mahalle arkadaşlarımı toplayıp, o gece incir ağacının kalın dalları altında ‘Orkide ıslığı’ çalarak, ağacın köküne sıhhatle işeyip çarpılmadığımı kanıtlamaktı!!!

*Devam eden günlerde ise ilk savaşımı kaygılı hurafelere, doğaüstü güçlere, toplumu bir örümcek ağı gibi saran batıl inançlara karşı açacak, materyal dünyayı esaret altına alan dinci erke meydan okuyacaktım…

*Dini ilk ciddi ve ebediyete kadar terk etmeye karar verdiğim gün, oniki yaşımda iken, bir ‘Kurban Bayramı’ sabahı camiye namaza gitmeyeceğimi beyan ettiğim gündü…

*Orta ikideyken toplu bir aferin aldığım ilk yumruklu kavgam Suadiye Orta Okulu’nda bizim sınıfın kızlarına sataşan benden yaşça ve bedence büyük liseli çocuklaydı… Suratına çaktığım yumruğun etkisiyle gördüğü yıldızlar ona bir daha bu kapının önünden geçemeyeceğinin işareti olacaktı… O boynu bükük çekip giderken sınıf arkadaşlarımın ‘bravo’ alkışları ilk defa tuhaf hissetmeme sebebiyet verecekti…

*Karasevdalardan edindiğim ilk sağduyulu tecrübe ortaokul ve lise sıralarında asla sınıf veya okul arkadaşlarına bulaşmamaktı…

*İstanbul dışına çıktığım ilk yakın mesafeli yerleşke Kırklareli ilinin Babaeski ilçesiydi…

*Varan mı? Gülhan mı? Yoksa başka biri mi? O mu, bu mu? Diye aile halkımın ısrarla birbirleriyle ettikleri ve saatlerce süren yolculuk tartışmalarında, ayaküstü inadımla ‘Gazanfer Bilge’ dediğim için beni ilk şapır şupur kutlayan bu güzide otobüs firmasının ‘hanutçu’ takımı olurdu…

*Her Ankara seyahatimizde ilk görmek istediğim yer popüler Şehir Hayvanat Bahçesi’ydi…

*1974’ün yaz mevsiminde ahbap ziyareti amaçlı gittiğimiz sıcak Akdeniz kenti, Mersin seyahatinde yediğim ilk nane evlerine konuk olduğumuz İpçioğlu familyanın sofadaki divanını ıslatmak olmuştu… Huyum kurusun, yeni bir lokasyona yaptığım ilk gezi heyecanı işte…

*Edindiğim ilk iki-tekerlekli bisiklet Hayrettin abimden bana yadigâr üç vitesli, turuncu renkli Bisan Peugeot marka bisikletti… İsmini “Orkide” koymuştum…

*Ortaokul sıralarındayken değişik semtlerden, mahallelerden edindiğim ateşli sevgililerin çokluğundan dolayı ilk kez önde giden değil, arkalarında dağılan biri olduğumu fark etmekte oldukça gecikmiştim…

*Yaşadığım ilk ‘fıstık-yeşili’ aşk Hadımköy’lü Funda ile fundalıklar arasındaydı…

*Bir edepsizlik yüzünden çarçabuk kaybettiğim ilkyıldızlı aşk Şakacı Sokak’lı Yıldız’a bulunduğum ‘yıldızsız’ (siz bunu ahlaksız da anlayabilirsiniz) tekliften ötürüydü…

*Apışıp kaldığım ilk ipekli kasırga Hilmi Paşa dört yol ağzında bana çıkma teklifini yapan ‘esmer bomba’ İpek sayesinde oldu…

*Ailemle girdiğim ilk huysuz sözlü düello din üzerine yaptığımız maksi, muazzam entelektüel tartışmaydı; hemen akabinde devrimci sol düşünceyi sokağa taşıyan, ucundan köşesinden hınzırca bulaştığım siyasal eylemlilikler dozu artıran ilk fay kırılmasının kırıntısı oldu…

*On dört yaşında iken okuduğum ilk siyasal roman Dimitır Dimov’un “Tütün Sarı Dünya”sıydı…

*Okuduğum ilk aşk romanı Burhan Cahit Morkaya’nın “Gönül Yuvası” adlı eseriydi…

*Elimden bırakmadığım kitapların sayısı gittikçe artıyor ve ben okudukça her defasında daha çok okumak istiyordum… On beş yaşında iken ustalardan okuduğum ilkklâsik Karl Marx’ın “Kutsal Aile” kitabıydı…

*Marmara Koleji’nde Lise 1’de iken okul tuvaletlerinin gümüş rengi duvarlarına tebeşirlerle çiziktirdiğim ilk kızıl belgi: “Fabrikalar tarlalar, siyasi iktidar, her şey emeğin olacak” sloganıydı…

*Gönüllü katıldığım ilk kitlesel yürüyüş Zeytinburnu’nda Devrimci Yol’dan tanımadığım bir çocuğun yığınsal cenazesiydi… Genç çocuk henüz onyedi yaşında, akşamın bir vakti evine dönerken elinde ders kitapları sokak ortasında faşistler tarafından katledilmişti… Onu tanımıyordum, bağlı olduğu örgüte de herhangi bir sempatim yoktu; ama o gün bir arkadaşımı ziyaret sebebiyle tesadüfen oradan geçerken içgüdüm beni onun cenazesine kadar yönlendirmişti…

*Taksim’de gittiğim ilk ‘devrimci gece’, o zamanki adıyla “Spor Sergi Sarayı”nda tok sesli Cem Karaca’nın konser verdiği, “Nazım Hikmet’i Anma Gecesi” organizasyonuydu. O gece ilk kez kalabalık TKP’li grubun arasında iktidara, düzene, kapitalistlere, Maoculara ve faşistlere karşı sert sloganlar attım…

*Mahallede çiziktirdiğim ilk siyasi duvar yazıları okuldan torba torba getirdiğim renkli tebeşirlerle apartmanların giriş kapılarının duvarlarına, evlerin bahçe duvarlarına, sabit çöp konteynırlarına boyaladığım zamanlardı…

*Sömestr tatilinde Karagümrük’te Saliha anneannemin yanında kalırken, TKP’nin devrimci gençlik örgütü “İGD” yazılarını faşist MHP’nin gençlik örgütü “ÜGD”ye çevirdikleri kırmızı boyaların üzerine beyaz kireçle tekrar İGD’ye dönüştürdüğüm gece karşıt görüşlülerden ilk feci dayağımı yiyecekken, postu erkekliğin yüzde doksan dokuzluk kontenjanını çalıştırarak kurtulacaktım… Maratonda kolay yenilmez güçlü bacaklarım sağ olsun yine imdadıma yetişmişti!!

*Evimizin bahçesine sınırdaş apartmanın, bizim eve bakan giriş katındaki aydınlık dairede oturan kızlardan sarı saçlı olanını penceresinde tavlamaya çalıştığım esnada kankam İbrahim’le ilkkez bir kız yüzünden tartıştım… Sanırım sarışın düşkünlüğüydü zafiyet gösterdiğim bu tuhaf davranışa iten…

*Ertesi günü penceresine mektup yollayarak arkadaşlık teklifi götürdüğüm bu alımlı sarı kız, İlkay, kararsızlık içinde dönüp dolaşmadan, lafı evirip çevirmeden, o döneme kadar gönül oyunuyla edindiğim birçok kız arkadaşım arasında ilk gerçek aşkı bulduğumu hissettiğim, cazibeli kuzeni Sibel ile tanışmama vesile olacaktı…

*Meğerse o günlerin akışında asıl ev sahibesi siyah saçlı, kahverengi gözlü, buğday tenli, edalı kız Sibel bana yar olurken, İbrahim arkadaşımın hissesine düşen, altın sarısı İlkay’ın sonraki gelecek günlerde kankama oynadığı düzme oyundan ötürü, şansa dayalı hakiki aşkın ne kadar kuvvetli bir sağanak olduğunu ilk kez o an anlayacaktım…

*Sarı İlkay’ın gerçekten nerede oturduğunu Detektif Nik gibi tastamam öğrenmek için Kazasker’den yola çıkıp Kadıköy’e, oradan Galata Köprüsü’ne, sonra Kapalı Çarşı’ya sinsice takip ettiğimiz yeni sevdalarımızın peşinde koştururken çok iyi aşina olduğum Sirkeci Tren Garı’nın platformlarında ansızın kendilerini kaybetmekten dolayı ilk kez yerin dibine girdim…

*Gaibe karışmış şıpsevdi aşkının bu ani kaybından dolayı arkadaşımı teselli etmek için bulduğum ilk antibiyotik çare şişesini bir dikişte devirdiğimiz Vermut’tu…

*Volkanik bir sevdayla tutkunu olduğum kız yüzünden belalısı olduğum ilk haydut, aynı zamanda Suadiye Lisesi’nde aynı sınıfa giden kız arkadaşıma asılan, kendisini sapıkça taciz eden bir berber çırağıydı… elimden zor kurtulmuştu…

*Şakacı Sokak’ın yerlisi İlhan abiyle CocaCola’sına girdiğim iddia üzerine, komşu apartmanın girişinde yakalayıp usul usul asansörle üst kata çıkarken kendisine arkadaşlık teklifinde bulunduğum ilk kız İzmirli Deniz oldu…

*Yediğim ilk güçlü aşk darbesi alevli gönül sevdasına tapındığım cazibeli başak kızın dar patika yolda ayrılık çanları çaldığı bir küllü akşamdı… Gerçekten çanlar acaba kimin için çalıyordu?! Bunu enikonu anlamak için aradan yılların geçmesi gerekiyordu…

*Maltepe’nin Cesur Judo Merkezi’nde talim terbiye gördüğüm renkli kuşağımın alışveriş yaptığım bir gün Karaköy’de kafa tokuşturanlarca sıkıştırıldığım bir vakitte ilk defa bu kadar işime yarayacağını tecrübe ettim…

*Futbol turnuvamız olduğundan ve özellikle şampiyonluğa giden futbol kulübüm Rekor Spor’a kazık atamayacağımdan katılmayı reddettiğim judo müsabakalarından dolayı Cesur hocamdan yediğim ilk fırça sanıma yakıştırdığı “korkak” sıfatıydı…

*Judo kulübüne götürüp kayıt ettirdiğim ilk MHP’li herhalde beni bu babayiğit davranışımdan dolayı asla unutamayacak Marmara Koleji’nden sınıf arkadaşım Kayserili ‘pastırma’ Bülent’ti… O belki farkında değildi ama çömez olduğu, yani çaylak olduğundan benden devamlı teknik dayak yiyordu…

*Bir gece mahalleden çocukluk arkadaşlarımla Suadiye – Bostancı cephesinde, o sokak senin bu sokak benim deyip ‘gece serçeleri’ peşinde keyfi arşınlarken, yolda tesadüfen rastladığımız kokuşmuş bir balık iskeleti, ve yüksek sesli şamatamıza dayanamayıp aniden ortaya çıkan bellerinde tabancalı asık suratlı faşistleri bile güldürecek kadar siyasal hasımlığımızı unutturan bir ilk traji-komik hadiseydi…

*Beni terk etmesine rağmen sevmekten körebe olduğum Sibel aşkımı, görebildiğim her yerde, takip edebildiğim her köşede, onsuz yapamayacağımı anladığım ve yakınında olursam onu her zaman koruyabilirim duygusuyla, okulundan ve hatta aynı sınıfından sürekli birlikte olduğu en yakın kız arkadaşı Gülsün’ü tavlayarak sevda üçgeninde kendimce bir ilk’e imza atmış oldum…

*Sağ elimin beş parmağında uzun tırnak bırakmadığım için çıkan hain bir tartışma üzerine üstüne yürüdüğüm Kadıköy Halk Eğitim Merkezi’nin gitar kursu hocası müzik kariyerimin ilk katliamcısı olarak hatıratıma geçti…

*Devrimci gençlik örgütü, Dev-Genç’in bildirisini dağıtmaktan yakalandığımda ilk iktidar dayağımı, şaplağını, falakasını Selimiye Kışlası’nın batak odalarının birinde yedim…

*Laz olduğu için bozuk telaffuzuyla teklif ettiği camiyi, ‘cinema’, yani ‘sinema’ olarak anlayan ben, toplaşıp gittiğimiz Kazasker Camisi’nden 360 derece döndüğümde ve eve gelip bu gülünç hadiseyi valideme ballandırarak anlattığımda bu olayın mahşerde, hem de o ergen yaşta, ilk oda cezam olacağını nereden bilebilirdim ki!

*Fırtınaların beni yalnız bırakmadığı, çalkantılı aşkına doyamadığım Sibel’imin Bilecik’e kaymış yaz yokluğunda, aşk acısı düşüncelerinden biraz sıyrılmak için çocukluk arkadaşlarımla akşam gezintisine çıkmışken, Ayşe Kadın semtinin civarında ıslıklarıyla bizi yolumuzdan çevirip evlerinin önüne çağıran iki kızdan biri unutamadığım ilk kısa ömürlü Almanya serisinin sonuncusu Mine yârenimdi…

*Yurtdışına yaptığım ilk seyahat gençlik ömrümü her yönden harikulade yaşayacağım ve dokuz yıldan biraz fazla kalacağım İngiltere ülkesineydi…

*‘Türk Hava Yolları’ bindiğim ilk uçak deneyimimdi…

*Orijininde şanıyla öğrenip kullanacağım, mükemmel biçimde  konuşup yazacağım ilk yabancı dilim İNGİLİZCE’ydi…

*Vesaire… Vesaire… Artık aşkımız eski bir roman deyip beni sonsuza gömdüğüne ikna olduğum, ama yine de canımdan çok sevdiğime inandığım buğday başağı Kibele Sibel’imin bana gönderdiği ilk silik mektup 79’un o meşhur kırılması olarak hazin aşk tarihime büyük kalın harflerle yazılacak, yollarımız ebediyen ayrılacaktı…

*Yirmi bir yaşın altındakileri içeriye katiyen almadıkları, ama benim bir şekilde on altı yaşımdan itibaren bir yolunu bulup haftanın en az üç günü VIP abonesi olduğum ilk diskoteğim Leicester Square’deki Empire isimli gece kulübüydü…

*İngilizce en iyi pratik yapılarak öğrenilirdi; ve bunun için İngiliz uyruklu kızlara takılmak, onlarla arkadaşlık kurmak önemliydi… Demem o ki; İngilizce pratik için İngiliz kızları biçilmiş kaftandı… Velhasıl; taa ufaklık yaşlarımdan itibaren karşı cinslere yönelik dizginleyemediğim serseri düşkünlüğümden ötürü bu teraslı dans ataşeliğinde aldığım ilk namlı lakap “Empire Kazanovası” oldu…

*Dolayısıyla, İngilizce konuşma pratiğimi popüler Hyde Park’ın variyetli yeşil çimenlerinde ilerletebileceğimi düşündüğüm ilk İngiliz kız arkadaşım Julie idi…

*Kütüphane kütüphane dolaşırken edindiğim ilk izlenim bizim yurttaşlara tezat bu İngiliz halkının ne kadar çok okuma heveslisi olduğuydu…

*Hafta içi üç saat olmak üzere Kingsway Princeton College’de katıldığım İngilizce kursunda ilk defa biri İspanyol Lucy, diğeri İstanbul Bebek’ten Nazlı, iki birbirinden güzel havalı kızın arasında çoklu eğitime katılmaktan hoşnut olan ben sınıfın uzak doğulu hemşerilerimin tepkisini bayağı mesafeli çekmekteydi…

*İngiltere’de yerleşip düzenimi kurduktan sonra edindiğim ilk devrimci yayın TKP’nin ‘İşçinin Sesi’ kanadının çıkardığı “İşçinin Sesi” adlı merkez yayın organıydı…

*Faşist Ağca’nın Papa’yı vurmaya giriştiği vaka o sıralarda birlikte çıktığım İtalyan Fiona’yı kudurtmuş, sanki suikast tezgâhını ben planlamışım gibi suratıma yediğim ilk “Barbar Türko” şamarı bayağı bir hadiseli olmuş, onca ısrarıma rağmen bir daha Fiona’nın kalbine girememiştim…

*İngiltere’de yaşarken, İngiltere dışında ilk gittiğim yabancı ülke Paris güzeli Fransa’ydı…

*Hayatımda ilk kez ülke politikasına muhaliflik olsun diye değil ama okul sıralarında, kantininde, spor merkezinde edindiğim en fazla arkadaş Yunanlıydı; bu sebepten Yunan müziğine aşırı bir sempatim, kültürüne, folklorik Ege yaşam tarzına, gezip görülebilecek harikulade turistik yerlerine, antik felsefe tarihine ve Yunan mitolojisine ilgim hep var oldu…

*“A-Level” kursum sırasında, hem fiziksel (bedensel) hem kişilik (karakter) gibi birçok yönüyle bana eski sevgilim Sibel’i hatırlattığı için arkadaşlığımızın ömür boyu sürmesini arzuladığım ilk Yunanlı kız duygudaşım, Callia, günün birinde ülkesine geri dönünce üzüntümden ilk kez kendimi yatağa gömecek kadar ağladım… Kendisiyle fırtına gibi yaşadığım çok yakın ilişki değil ama büyük keder uzun sürmüştü…

*1 Mayıs İşçi Bayramı yürüyüşünde kendi özgür isteğimle katıldığım ilk siyasi grup İşçinin Sesi’nin coşkulu kortejiydi…

*Londra’da edindiğim ilk siyahi kız arkadaşım Nijerya’dan cazibe meleği, büyüleyici Victoria idi; kendisine verdiğim itinalı matematik dersi desteğiyle iş hukuku okumaya hak kazandı…

*Kız arkadaşım Victoria’nın davetkâr talebi sayesinde katıldığım ilk “sazlı-sözlü” reggae partisinde siyah derili toplumdaşların hayata neden bu kadar müzikal yönüyle baktıklarına yakından şahit oldum…

*Hayrettin ağabeyimi illegaliteden kurtaracak kurulu kalplere operasyon için düğmeye bastığımızda, bu kez rotamızı çevirdiğimiz diskotek: Ilford Palais’den ilk tavladığım kız Romford bölgesinden Collet’di…

*Henüz körpecik yirmi iki yaşımdayken, bana ilk kez evlenme teklifinde bulunarak beni çok şaşkına düşüren, hayrete düşüren kız, East Ham’ın Percy Ingle Bakery Shop güzeli, izdivaç hastası Shirley idi…

*Katıldığım ilk geniş üyeli öğrenci federasyonu İTÖF [İngiltere Türkiyeli Öğrenciler Federasyonu] sayesinde farklı siyasetlerden de gelseler unutulmaz, çok değerli arkadaşlıklar edindim…

*Öğrenci örgütü İTÖF’ün “Nazım Hikmet Anma Gecesi“nde okuduğum ilk Nazım şiiriyle salonda nasıl duygusal, bir titreşim, nasıl heyecanlandırıcı bir ambians yarattığımı, yoldaşlarım yanıma gelerek kutlamalarıyla ifade ettiler: bir sonraki anmalarda coşkun sesimi coşturmak için sürekli beni öne sürdüler…

*Yazdığı kitaplara doyamadığım ve benim toplumcu düşüncelerimi derinden etkileyen ilk karizmatik siyasi kişilik, kendisini çok yakından tanımaya fırsat bulduğum R. Yürükoğlu [TKP Genel Sekreteri] idi…

*İTÖF’ün üniversite turları esnasında hayatıma tesadüfler eseri albenili giren Dartford Tunnel bölgesinden seksi Debby sayesinde asla unutulması mümkün olmayan ilk birinci-sınıf eşeysel fantezileri de tecrübe etmiş oldum…

*Bir hafta sonu Trafalgar Square meydanında başıboş dolanır, güvercin yemlerken tanıştığım Guatemalalı hızlı devrimci Rosanna, enternayonal sosyalist hareket içinden edindiğim ilk sevgilim olma unvanına hak kazandı…

*Kaşımın patladığı, burnumun dağıldığı ilk canhıraş futbol kazam, TKP’nin Leninci kanadı: İşçinin Sesi’ne muhalif “resmi” partililerin ayaktopu takımına karşı oynadığımız futbol turnuvasının çekişmeli müsabakasında gerçekleşti…

*Paris’te üniversiteye giderken, ailelerimizin pek güvenilir tavsiyesiyle İngiltere’ye bir turist gibi gezip görmesi için geldiğinde, Londra’nın birbirinden enteresan, muhteşem sokaklarında, tarihi yerlerinde, çeşitli müzelerinde, sanat galerilerinde ve yemyeşil parklarında onu gezdirmeyi, ilk ben üstüme vazife edinmiştim…

*Zamanla kişiliğine ve güzelliğine içsel askıntı olduğum, tutkunluğum yüzünden de çok samimi aile dostluğuna geri dönüşü olamayacak şekilde feci zarar verdiğim ve aileler arasında ilk kez bu denli kırgınlığa sebep olduğum ağırbaşlı, nazik kız Şakacı Sokak çevresinden Gülden idi… Nikâhıma bile beni kırmamış annesi Aysel teyze ile birlikte gelmişti, ama kendisiyle yüzleştiğim ilk anda gözlerim dolacak, ardından sapır sapır damlayacaktı…

*Sevgili validemin, yabancı kütleden sürekli edindiğim sevgililerim nedeniyle kafasına koyduğu ilk hedef beni bir an evvel yerli bir yurttaş ile baş-göz etmek olduğundan, bana layık gördüğü ve annesinin zoruyla benimle evlendirilmesi istenen kız, Şakacı Sokağı’ndan eski komşumuz Bedia Hanım teyzenin uzun sarı saçlı torunu Sevgi’ydi…

*Benim bu kadar teveccüh saplantısı arasından kendimi kendisini sevmekten alıkoyamadığım, gençlik bağımın Şakacı Sokaklı gülü, o ayrıksı kişiyi tekrar kazanabileceğimi düşlediğim ilk yakınlaşmam, Hayrünisa ablamın önce evde kutlanan nişan partisine, sonra da Harbiye Orduevi’ndeki düğününe davet vesilesiydi… Lâkin eskilerden gözdem Sibel ile aramızdaki mesafe kapanacağına gittikçe gerilen bir kazazede yaya dönüşmekteydi… Üstelik dalgalı suların öte tarafında hayatımı ilk kez bu denli derinden etkileyen ve ne olursa olsun kendisine asla ‘hayır’ diyemeyeceğim bir Debby olgusu vardı…

*Derken hayatımın olağanüstü sarsıntıyla geçecek hadiseleri ilk kez bu kadar peş peşe gelecekti… Hayat ipime dizilen hiçbir şeyi unutmak kolay olamazdı, zaten istesem de unutamazdım… unutamadım…

*Ama sağanak gibi akan, fırtınalı onca çalkantılardan geçen İLK’lerim bu nezih “demokrasi beşiği” ülkede de, sahte demokrasi oyunların gırla oynandığı hoş sedalı vatanım Türkiye’ye sancılı döndükten sonra da bütün gönül bahçemi saracak şekilde her daim banko devam etti…

Bazen sevinçlerle… bazen hüzünlerle…

*Ömrümden ömür tüketen, asla unutamayacağım, hayatımın en anlamlı ilk sancılı anı, sevgili maviş gözlü validemin, başını sessiz sedasız yasladığı kollarımın arasında son nefesini verdiği zamandı…

*Debby ile yaşadığım aşk defterinin son yaprağı da umulmadık şekilde rafa kalkınca, tıkanıp daraldığım bir kavşakta ilk samimi karşıma çıkan kişiyle hayat yolumun yokuşunu tırmanmaya hüküm verdim… Buna ilk kimin aracı olduğunun ise benim için hiçbir önemi yoktu ama valideme verdiğim “söz” tereddütsüz tutulacaktı…

*İlk defa bahsettiğim bu kavşaktan kimler geçmemişti ki? Gelenler, hayatıma girenler ve sessiz sedasız ayrılanlar… Ama hepsini beğendiğim, hepsine bağlılığımdan dolayı saygı duyduğum gibi gittiklerinde de arkalarından laf etmedim, her birini hafızama kazıyıp anılarını hep yaşattım… Onları unutmadım, unutmamaya yemin ettim: Julie, Bernedatte, Fiona, Shirley ve Collet; Winnie, Miu, Victoria, Callia, Kerry ve Mandy; Mina, Rosanna, Fergie ve Deborah; ve tabi 10 cilde sığdırdığım ünlü eserim “Yaşamımdan Damıtılmış Anılar” öykülerinde anlattığım sayısız diğerleri!! Olacak o kadar dedirten o sessiz sedasız kavşaktan da ansızın dönebileceğim o ilk talihsiz makûs gece eski sevgilimi Kadıköy’de bir erkek arkadaşı ile birlikte aynı minibüse binerken gördüğümde artık onu tamamıyla kaybettiğimi düşünüp ve bu saçma sapan hayal kırıcı kararımdan vazgeçip yoluma Işık’larla devam ettim…

*Bilincine vardığım tek şey ilk aşklar hızla geldiği gibi bir roket hızında yaşanıyordu sanki ve fakat damlaya damlaya eriyip gidiyorlardı…

*Birtakım olayları akışına bırakmak ilk fikrimdi ve giriştiğim sosyal ve toplumsal faaliyetler hem ilk kurtarıcım hem de ilk yeni başlangıçlarımın adı oldu…

*İlk evladım Eylem doğduktan sonraki yedinci gününde, ilk mahpusluk zilleri kapımı çalmaktaydı… Cağaloğlu’ndaki işyerime ani bir baskınla operasyon yapan siyasi polis karabasandan uyanmamı sağlayan psikolojisi yüksek ilk gerçek rüyam oldu…

*Üç aylık tutukluluk serüveni sonrasında, çıktığım DGM mahkemesinde tahliye edilmiş, birden özgür kalacağımı zannetmiştim… Oysa tahliye olduğum ilk geceyi, ertesi günü askerlik şubesine sevk edileceğimden, Eyüp Karakolu’nun adli suçluların da yer aldığı daracık nezarethanesinde geçirecektim… Bayrampaşa Cezaevi’nden çıkan tahliyemin hemen ertesinde, Kadıköy Askerlik Şubesi komutanının izniyle ilk yurtiçi tatilimi, on günlüğüne eşim Emel ile Gökova’da yaparak geleceğe dair çok önemli bir merkezi keşfetmiş oldum: Gökova Körfezi ve Akyaka

*Askerlik yaptığım dönemde nice olayların içinde nice kabarık yüklü İLK’ler yaşadım, mesai arkadaşlarıma yaşattım; bunları da yaşam anılarım dizisi çerçevesinde “Kışlalarım” bölümünde anlatmaya çalıştım…

*Türkiye’ye kesin dönüş yaptıktan sonra mesleğimi ‘finans kontrolör’ olarak profesyonelce icra edebileceğim ilk yabancı sermayeli örgütsel kurum İsveç menşei Alfa-Laval şirketiydi…

*Genel müdürüm Alfred’i kefil yaparak banka kredisiyle aldığım ilk arabam RAP 87 plakalı Renault Spring’di…

*Kendi birikimimle edindiğim ilk özel mülkiyet muhteşem Saros Körfezi’ne bakan bir arazide yine kendi olanaklarımla yaptırdığım ilk dubleks teknemdi…

*İkinci evladım Çarli’nin (Çağrı) henüz doğmadığı bir vakitte, anne karnında iken cinsiyetini öğrenmek hasebiyle gittiğimiz Kadıköy Şifa Yurdu Hastanesi’nde aradan geçen mesafeli yıllar sonra tuhaf bir rastlantıyla da olsa tekrar karşıma çıkan eski mahallemden transit geçmiş bir insan müsveddesiydi. Hemen yakınımdaki koltukta oturmasına rağmen ilk kez onunla yüzleşmeye ya da konuşmaya cesaret edemedim; belki de buna sebep kontrole getirdiği çocuğunun babasının da yanı başında dikiliyor olmasıydı…

*Pederimin kendi varlığıyla biz çiçeği burnunda evli çifte bahşettiği İstanbul, Altıntepe’deki apartman dairesi, içini kendi zevkimize göre yaptırdığımız, allayıp pullayıp dekore ettiğimiz, içini keyfimizce doldurduğumuz ilk yaşam berhanemizdi…

*Kendi bütçemle ve kendi finansmanımla edindiğim ilk pahalı otomobil 1995 model, sıfır plaka, “Opel Vectra 2.0 GT” idi…Yine kendi artırımlarımla edindiğim ilk geniş arazi Muğla’ya bağlı Dalyan’da, etrafı yüksek dağlarla çevrili bir geniş arazi üzerinde, Hayrettin ağabeyimle birlikte inşa etmeyi düşlediğimiz kamping alanıydı…

*Pak Holding’e bağlı Pakpaş bünyesinde çalışırken, iş ziyareti amacıyla gittiğimde sosyalist değerlerden hiç bir eser kalmayan anlayışın egemen olduğunu gördüğüm ilk ülke Çavuşesku’nun Romanya’sıydı…

*En çaresiz kaldığım günlerden birinde kurtarıcı olarak bildiğim ve devlet kurumu ile kontrollü ortak olan ama içindeki tuhaf yapı ve onun değişime karşı çıkan çalışanları yüzünden ilk kez doğru dürüst bir katkımın olmadığı firma, Dünya Bankası desteğiyle Antalya altyapı ve su dağıtım projeleri kapsamında kurulan Aldaş’tı…

*Yerli işbirlikçileriyle ortaklıkları bozulmasın diye ilk defa alıp başımı gitmek ve sıkıldığım köprü görevinden kurtulmak istediğim iş yerim, Hollanda sermayesiyle Antalya’da kurulan ve tohum araştırma ve geliştirme faaliyetlerinde bulunan tarım firması Rijk Zwaan’dı…

Ayrıca bu şirkete henüz yeni katıldığım… 1999 yılında İstanbul ve yakın çevresinde:  Yalova, Gölcük, İzmit ve Adapazarı, yaşanan deprem ilk defa tanık olduğum en büyük, en feci, en şiddetli, en fazla can kaybının yaşandığı depremlerden biriydi; çok insan hayatını kaybetti…

Aynı yıl hiç beklemediğim bir durumda ben de endamlı hayatımın en hazin ‘deprem’ darbesini yedim ve ilk kez kendimi bu kadar güçsüz ve yenik hissettim… Umulmadık, inanılmaz ve hayal kırıklığına uğratan bir olay ile karşı karşıya kalmıştım… [Yıllar sonra ilk defa ne kadar büyük bir hata yapıp bu ülkeye geri dönüş yaptığıma ve nasıl bir hezeyanla hayatımı derinden değiştirdiğime pişmanlık duymaya başladım!]

*Kendi imkânlarımla edindiğim ilk çiftlik arazisi, Antalya, Elmalı’ya bağlı Çobanisa köyünde Alevi halkın ve kültürünün de yoğun yaşandığı pirli bir evliya yerdi…

*Ömrüme ömür katan, çalışma hayatımı yeniden keşfettiğim yeni sektör denizcilik ve lüks yat inşasıydı… Almanya menşei “Peer Gynt Yachts“ & Hollanda menşei “Cyrus Yachts“…

Tersane çalışanları olarak denize indirdiğimiz ilk yat mavi dalgalar arasında uzaklaşıp giderken benim de bir gün sırt çantamı alıp dünya turuna çıkacağım, gidip de bu ülkeye asla geri dönmeyeceğim, arzuladığım her yerde, her köşede, her adada kendi başıma buyruk mekân kuracağım o kendinden özgür ütopyamı derinden fişekledi…

BAZI ÖZDEYİŞLER

>>> Upuzun vedaların öncüsü ilk adımdır…

>>> İnsanın temelden sevenleri ve sevdikleriyle bir arada olması ilk koşuldur…

>>> Dönülmeyen gitmelere muhalif duygu yüklü gönlümün savaşan yazgısı ise ne İLK’tir ne de SON’dur…

HAYATIMA BIRAKTIĞINIZ EN GÜZEL İZLER İÇİN HEPİNİZE TEŞEKKÜR EDERİM!

Yukarıda satır aralarında izlediğiniz sayısız hadiseler, başımdan geçen bin bir çeşit hasbıhaller, yıllardan yıllara atlayarak, zıplayarak çarçabuk serpelediğim maceralarımın veciz, özgün bir bileşkesiydi.

Açıkçası ne İLK’lerimin, ne EN’lerimin ne de SON’larımın finali vardır… Ne de yaşam anılarımın…

Bir sonraki esintide görüşmek üzere

Mürekkebe banmış esintili Sevgilerimle,

Gezenti Şeref 

***…***

(*) Önceki Makale: “HAYAT’ı A’dan Z’ye Basitleştirmek

(*) Sonraki Makale: “Saat Tik-Tak Vuruyor… Ölüm Saati’ni Haklıyor…

>>> [iÇERİKdİZİNİ]

error: Content is protected !!