ÜTOPYA.. Her zamanki sorunlar.. Ve şimdi n’apacaz der gibi bakar.. Aslında benim bi fikrim var.. Benim bi fikrim var..
gEZENTİ şEREF ~ E-2017/036
Esinti Tarihi: Pazartesi, 26/06/2017
Bu coğrafyada eskiden her şeyi göze alıp, iktidara ve patronlara karşı mücadele yürüten, tehditleri iplemeyen, dürüst sosyalistler yaşardı. Kimini fikren, kimini de fiilen öldürdüler. O güzel devrimci ahlakı da, derine, çok derine gömdüler. Sonra örgütlerin etrafına korkulardan ve menfaatlerden nefis bir kafes ördüler.
Gelmiş geçmiş bütün siyasi iktidarlar, kendilerine ödün vererek ‘bedelli’ liboşluk yapmaya eğittiği eski-yeni liberal sistemin desteğiyle parladıkça parladı. Oysa derine gömdüğü o sosyalist ahlakın kendi yarattığı depremlerle yeniden gün yüzüne çıkabileceğini hesaplayamadı. Sandı ki uykudaki işçiye göz kırpmakla zaman ömür boyu lehte yürüyecek. Şimdi, yaptığı devrimciliğin bedelini ödemeyi umursamayan bir ilerici gençlik kütlenin de olabileceğini hatırlamak zorunda. Kapitalistliğin fıtratında olan genç cesarete tosladı.
Fıtratta olan cesaret, hangi vesileyle ortaya çıkarsa çıksın, tehlikelidir. İktidarlar için risklidir. İnsandan insana gülmek gibi çabuk bulaşır;
Bir de bisiklete binmek gibidir, hemen hatırlanır!
***…***…***
Gezgin Bir Şövalyeyim Ben
Dikkat ettin mi, ne diyor şair: “Yolu yok Don Kişot’um benim, yolu yok.. Yel değirmenleriyle dövüşülecek..”
Ya, dikkat ettin mi hiç, birdenbire başladığını gökyüzünün. Masmavi dehşetiyle ya da yumuşacık maviliğiyle sürüldüğünü gözlerinin namlusuna. Bilirim, sen nasılsan öyle sebeplenirsin! Tıpkı kırk yıl öncesi gibi… Birdenbire kanatlanır emektar pedalların; kuşlar misali. Birdenbire bir hasretlik çöker kalbimin üstüne. Ansızın saplanır özlem divane yüreğime. Unutulduğu sanılan anılar birdenbire hatırlanır. Karaltılar basan bir tünelin içindeki ölüm sessizliğini paldır küldür delip düşersin aklıma sen de, feleğim şaşar. Gözlerimi kapar, hayaline dalarım.
İşte böyle bir anda bütün yitirdiklerimin ebedi matemini kalbime gömüp de, o pedallara basan gezginler gibi çıkarım meydana.
Hayal dediğin bazen kırılıyor ama bu onun değerini zerre kadar azaltmıyor. Kırıkları bile acayip işe yarıyor. Ben ki seninle hep güzel şeyler hayal etmeyi ve hayallerimizin sonuna kadar arkasında durmayı kaybettiklerimizden öğrendik. Kim ne derse desin hayal kırıklıklarıyla baş etmekle terbiyelendik. Annemin ağzıma sürdüğü acı biberlerin tadı ne lezzetliydi oysa.
Hayal bu, kurulur, kırılır ama tükenmez. Ben ki o kırıkları misketleri yerden kaldırır gibi toplayıp toplayıp yeniden kurarım. Uçları sivriymiş, battığı yeri delermiş, değdiği yeri kesermiş… Ne gam! Hiç iplemem, yeminle. Kırılan hayallerimi saçıldığı yerlerden parça parça toplar, kendime onlardan yeniden kanatlar yaparım. Sen imdadıma yetişir, birlikte, o kanatlarla bazen uzaklara uçar, bazen olduğumuz yere yığılırız.
Duymuyor musun, şu tepeden tırnağa sevinç açmış ilkbahar dallarının, denize boşalmış yaz kumsallarının, bahçemizi bir gelin gibi süslemiş sonbahar yapraklarının, kış uykusuna yatmış karlı dorukların hepsi bizden taraf. Yani ikimizden: “İkimiz bir fidanız, güller açan dalıyız…” Nasıl unutabiliriz ki! İçimizi ısıtan, yüzümüzü güldüren güneş nasıl bizden tarafsa, umutlarımızın bulutlarını savuran rüzgâr, mis gibi ot kokan toprağın örtüsü, başımıza yastık yaptığımız taçyapraklar da bizden taraf.
Hayal dünyam o kadar geniş ki
Tabiatımın gereği. Yazdığımın ilk rüzgârda silinmesini dahi göze alırım. O da tabiatın gereği. Ancak tanrıların masal kahramanları olduğuna, her şeyin değişebileceğine ve ben ne istersem onun olacağına inanmaya ölesiye devam ederim. Kimseden korkum yok. Korksam da dillendirmem. Kendime saklarım. Kendim baş etmeye çalışırım. “Aman! İsteklerine çok dikkat et. Çünkü, tabiatın bizzat kendi gerçeği gereği, maalesef sen ne istersen o olur.” Diye bir ses çınlar sessizliğin içinden. Doğru; ben hep ne istersem o oluyor.
Kader de bu aklın şaşmaz icraatı.
Kapımda bekleyen bir motorlu var ama binmiyorum. Çocukluk bahçemizin, bacaklarımla yaşıt zambakları paramparça. Zaman ne de jet hızında gecikmeden geçmiş. Hasretinde yitirdiğim ergenliğimin gaza getirilmiş dolduruşlarıyla, yeniden yollara düşüp pedallara asılmak, dağda bayırda ve denizde koşmak daha makul geliyor sanki. Oysa motorluya binip bir hasret şarkısıyla karşılık versem, sadece ama sadece tebessüm eder, yok yok, gülüp geçer yollar bana. Hâlbuki arandığım rüzgâr. Zaten o alet su ile işlemiyor ki. Ortadoğu dünyasının zenginliğini kontrol etme çabam hep hüsranla sonuçlanacaktır.
Şu da var tabii
Dünya, gerçek kutsallarını sahte kutsallar uğruna feda edebilenler tarafından yönetildiği için bu kadar korkunç bir yer. Olmayan tanrılardan, çocuklarını onlara kurban ederek medet umanların aklı ancak bu kadar evrimleşebiliyor. O yüzden ben ki ta ufaklığımdan beri ben olur, herhangi bir şey için ne kendimi, ne çocuklarımı feda etmeye yanaşırım; ne de başkalarından bunu beklerim. Hiç olur mu öyle şey. Maalesef bu muhteşem dünyada nice ahmaklar varken olmaz diyemiyorum işte. Ve bu yüzden, göze aldığım ve kendimden beklediğim fedakârlıklar listesinin olmadığı anlamına gelmiyor. Yeryüzü geleneklerini ve reflekslerini tekrar tekrar gözden geçiriyorum. Her fırsatta bana aptalca gibi gelen korkularımın yerini cesaretle değiştiriyorum.
Mesela…
Cesur oluyor ve vatansız yaşamayı göze alıyorum. Sınırları feda etmelerini istiyorum karşıma dikilen beyinsiz otoritelerden. Neden mi? Topraklara el koymasınlar; diye… “Burası benim ülkem” diyerek dağları, nehirleri, ormanları, okyanusları kuşatmasınlar; diye… Pay ederek azalmasınlar, paylaşarak çoğalsınlar; diye…
Aslında pek de bilmiyorum ne söylediğimi gibi gelebilir milliyetçi kafalara. Oysa bu nasyonalistler bir bilseler, bir kurtarabilseler kendilerini yaşadıkları sığ çevrenin içinden, keşfedebilecekleri nice uzaklıklar var şu yeryüzünde. Doğrudur, uzaklıklar hep kafa karıştırır zaten. Düşüncelerin uçsuz bucaksız denizlerinde yüzer ceylan gözler. Güneşin yeşilini herkes göremez ve hep mavi değildir öyle zannedildiği gibi okyanus. Sadece hayatı ve dünyayı özgürce gezip görmeyi kafaya koyanların gördüğü renkler vardır, sınırsız sevdalı oldukları, kimse bilmez ama biz biliriz…
Mesela…
Cesur oluyor ve kimliksiz yaşamayı göze alıyorum. Köklerimle ilgili yazdığım anı-yaşam hikâyeleri çoktandır tamamlandı. Artık atalarımın nereden gelip nereye gittiğiyle ilgilenmiyorum. Pek enterese etmiyor beni artık.
En önemlisi…
Cesur oluyor ve öbür dünyalara hükmeden tanrılara değil bu dünyadaki hayata inanılan bir düzende yaşamayı göze alıyorum. Dünyaya açılmak da bu düşüncenin eseri…
“Merdivenimin çengelini yıldızlara asarak” her seferinde yeniden güneşe doğru yükselmeye çalışmam, onurlu inadımdan. Ben uçana kadar güneş batarmış, kanat koparmış, yıldızlar sönermiş, kimin umurunda? Bilirim ki güneş her gün aynı yerinden yeniden doğar. Kanatlar koptuğu yerden daha güçlü uzar. Bir yıldız sönse, nasılsa diğeri parlar.
Benim için kutsal olan hayallere ve kırıklarına el uzatanların hesapları küçük.
Ama benim hayallerim her daim en büyük.
Her devir değişen o otokratik hesaplar ne kadar kıymetsizse, benim kadim hayalim o kadar değerli. Ben yaşantım boyunca kırılan hayallerle öğrendim; meğer o gencecik yüreğim… Yürekler… O aydınlık insanlar… O iyi kalpli insanlar… O cesur ve inatçı insanlar ne kadar güzelmiş. O yüzden kayıplar fazla derinlere gömülemezmiş.
Ben hayalleri uğruna kendi canını hiçe sayanların soyundan geliyorum. Karşıtlarım ise hesapları uğruna başkalarının canlarını hiçe sayanların soyundan.
Ben yoluma, onlar kendi yoluna…
Hayal kırıklığının tamiri çok kolay
Bana sorarsanız, benim bu dünya meselelerinde hayallerim yıkılmadı sadece, hep korktuğum başıma geldi. Ne var ki hayallerim hâlâ sapasağlam. Kırılıp kırılıp yeniden kurulmayı göze alıyor ve kalbime çok iyi geliyorlar.
Burnumda tütmek işten değil ve özlememek imkânsız seni. Çünkü bir ağaç gibi toprakla kardeşti, beraberken çıplak ayaklarımız. Huzurumuzu topraktan alırdık. Bahçemizin dar patika yollarında, mahallemizin boş arsalarında, semtimizin çiçekli sokaklarında yola çıktığımız anlarda nasıl da birbirine dolanırdı bacaklarımız. Sen ne zevkli, ne alımlı bir velespittin. Sana ne giydirsem yakışırdı. Öyle tutardın ki ellerimi, pedalların ayakucumla topuğum arasında bileklerime yapışırdı. Bir ışık sızardı Şakacı Sokak’tan, başka sokaklardaki değme aşklar hasretle bakakalırdı.
Belki şimdi balık+rakı+roka yapıyorsundur bir eski kömürlükte ve çatala değiyordur pas tutmuş jantların, ya da buzlu suyu dikiyorsundur kafana kadehin bir kenarını tutuşturan epeydir yağsız kalmış zincirinle. Bu çatallar, kadehler ne vurdumduymaz, ne ruhsuz. Oysa ayaklarıma değse pedalların, gözlerim birdenbire pırıl pırıl, gökyüzüm birdenbire bulutsuz.
Kim bilir belki popomu da özlemişsindir hani!
Bir sonraki esintiye kadar kalın sağlıcakla…
Mürekkebe banmış esintili Sevgilerimle,
Gezenti Şeref
***…***