ÜTOPYA mı? Ben henüz inşaat halindeydim sana, duygularım proje aşamasındaydı. Öyle bir gitmiştin ki, temelini kuvvetlendirmek için ter döktüğüm o mütevazı ÜTOPYAm komple başıma yıkılmıştı…
gEZENTİ şEREF ~ E-2017/041
Esinti Tarihi: Cuma, 07/07/2017
Yazlık evlerde kaderine terkedilmiş bisikletler vardır. Bisiklet diye gezer kumlu deniz kıyılarında, sonra bunu gezdim, şunu gördüm, daha binmeye gerek yok diye bırakılır bir kenara. O kenarda biriken anılardan iki raf dolusu anı çıkar, bir bakarsın. Çocukken yaptıklarının içine, ergenken yaptıkların birleşir… En fazla da elli yaşını devirmişsen bütün dönemlerin ruhları siner o bisikletli zamanların içine. Zaman zaman binip de nerelere yol almış olduğunu dahi unutursun.
Şimdilerde başka bir bisikletin ütopyasında geziniyorum; ama onun kaderi de diğerleri gibi olmayacak gibi… “gEZENTİ şEREF” içindeki kütüphanenin, Toplu Yapıtlar’ın, içine girecek bir deha.
OH NE ÂLÂ MEMLEKET
Yola çıkmak… Kuzeyden esen ilk güçlü rüzgâr, açık denizlerin özlemiyle doldurmuştur seni. Yarısı içilmiş sigarayı küllüğe bastırırsın. Kadehleri boşaltır, bunca yılın artıklarını çöpe atarsın. Alelacele paketlersin anıları, renklilerle beyazları, yaşanmışla yaşanmamışı, mercan bir kolyenin kırmızısını katarsın çok eski bir gün batımınınkine, gecenin karasını dantellere sararsın. Fırlatıp atarsın cebindeki fazlalıkları, can çekişen balıklarla dolu ağları denize dökercesine… Bir anda vazgeçersin seni sen yapandan, bunca nesneden yalnızlığını çevreleyen. En sonunda, gerçek bir savaşa gidercesine, cesur bir bakışla vedalaşırsın. Her şeyle ve aynadaki yüzünle…
Ben genelde kendimi ‘ülkesi olmayan adam’ olarak tanımlarım. Yola çıkarım ve basar giderim. Her yer apansız benim ülkem olur, tabiatım, halkların içine karışmamla beraber yeni bir aidiyet kazanır. Ne çok milliyetim vardır benim. Enternasyonalist kimliğimle kazırım geçmişimi, bugünümü ve geleceğimi. Bir an gelir çeker yine basar giderim. Neden gittiğimi bilmem. Giderim yalnızca. Derin bir soluk alır, büyük, kocaman, görünmez kapıdan dışarı çıkarım ve sanki dünya da benimle birlikte çıkar. Hiçbir şey çağırmamıştır beni, ne bir ses ne de sessizlik. Dönüp bakarım, sıcacık yatağımda uyuyan bir bebek gibi arkamda bıraktığım bıkkınlığıma… Bir başlangıçtan diğerine, zamanda geriye kayar gider bakışım ve sanki o da bana bir daha dönmeyecektir.
Ne çok şey öğrenmek ve unutmak, ne çok şey biriktirmek ve yitirmek zorunda kalmışımdır bu tek adımı atabilmek için. Üç, en fazla dört yaşındayken ayakkabılarımı bağlamayı öğrenmişimdir annemden sözgelimi, bir adımı ötekinin önüne koymayı, beklemeyi, adam olmayı, farklı coğrafyalarda keşif yapmaya hazırlanan göçmen kuşlar gibi iz bırakmadan gitmeyi, geride bıraktığım yerden silinmeyi… Tek bir dalın çiçeklenmesi için nasıl sabırla biriktirirse ağaçlar gün ışığını, yağmur damlalarını, binlerce tohumun sessiz patlayışını, öyle biriktirmişimdir bunca yılı, yaşantıyı, vedayı… Diğerlerinden farkı olmayan bu gizemli yolculuğa çıkmak için. Ama hiçbir şey çağırmaz beni. Durdurmaz da…
Çünkü geride kalan ve kalleş olan her şey bunaltıcıdır, pisliktir.
Söyleme bilmesinler…
Amerikalı ünlü yazar Kurt Vonnegut, “Ülkesi Olmayan Adam” kitabında bakın ne diyor:
“Psikopatlar, yani demek istediğim, vicdansız insanlar, acıma ve utanç duygusu olmayanlar devletimizin ve kurumlarımızın kasalarındaki bütün parayı alıp ceplerine indirdikten sonra, gençlerimize ne söylenebilir ki?.. Ve size tutunabilmeniz için verebileceğim, zayıf bir şey aslında. Hiçsizlikten daha iyi olmayan bir şey, hatta belki hiçsizlikten daha kötü olabilir. Gerçekten modern bir kahramanın düşüncesi… Falcılar yönetimdeyken, biz her zamankinden daha çok sanayileşip militerleşirken, annelere, bebeklere, yaşlılara, veya fiziksel veya ekonomik olarak güçsüz olanlara o kadar az kahrolası ilgi gösteriliyor ki… Bütün güç falcılardaydı. Onlar yine kazandılar. Gerçekten mikroptular. Bugün zamanıyken belirtmemiz gereken, falcıların kendileriyle ilgili bir şeyi gözler önüne serdikleridir. Aslında hayat kurtarmakla ilgilenmiyorlar. Onlar için önemli olan sözlerinin dinlenmesi – her ne kadar cahilce de olsa, tahminleri sürüyor. Nefret ettikleri bir şey varsa, o da akıllı bir insandır… Yine de, siz o insanlardan olun. Bizim hayatlarımızı da, kendi hayatlarımızı da kurtarın. Onurlu olun…”
Falcıları filan çok iyi bilirim de ve fakat benim yer değiştirmemi tetikleyen ne çok şey vardır ardıma baktığımda. Üstelik o memleketin birinde yaşanıyorsa bunlar, ‘dünya turu’ bahane bile olmaktan çıkar, düşer yollara. Ben ki gören gözlerden sadece biri, işiten kulaklardan biri olarak, koklayan, tadan, dokunan biri olarak neler gördüm o memlekette neler…
Yaşarken Gördüm:
- Gelişigüzelin mutlak zaferini
- Diplomasinin önemini
- Her şeyi korkunun yönettiğini
- Eceli gelen köpeğin cami duvarından vazgeçmeyişini
- Bir kalenin nasıl içten çökertileceğini
- EQ’nun diploma kadar önemini
- Aşırı adaletin aşırı haksızlık getirdiğini
- Yetenekli Bay Ripley’leri
- Kesik parmağa bile işemeyenleri
- Çıplak kralı boyuna alkışlayanları
- Melek yüzlü şeytanları
- Üstüne basılmış çapsız mayınları
- Kaş yaparken göz çıkaranları
- Düşenin dostu olmadığını
- Tavşan boklarını
- Kötülükte amatör olanların ayarsızlığını
- Elmayla armutların hep karıştığını
- Trajedinin göbeğindeki sessizliği
- Ya sevginin ya saygının şart olduğunu
Falcılar ve o insanlar arasındaki ayrım, Yaşar Kemal ustanın şu sözlerinde de gizli değil mi sanki?
<<”Bir zamanlar bu şehirde konuksever, sıcak yürekli, dost canlısı iyi insanlar, ceren gibi, kırmızı mercan gözlü, uzun boyunlu, kalem kulaklı, suna gibi cins atlar vardı. Onlara ne oldu?” Yaşlı adamdır ki, azıcık doğruldu, ak sakalı kirli, titredi, yüzü eski bir ışıkla parıldadı, derin bir aaah dedi, ciğeri söken. Aaaah! Duvara sırtını iyice verdi. Neden sonra gözlerini açtı: “O iyi insanlar,’ dedi, ‘o güzel atlara bindiler çekip gittiler…”>>
ÖZEL SIRLI YOLCULUKLAR
Ben de velespitime atlıyor gidiyorum işte…
Gecenin tekinsiz yollarına, koyu kızıllığına açılıyorum. Upuzun bir uykudan karanlığa, geciktiğim yazgıma uyanmışım. Bakışlarımı diktiğim ufuk hayali bir ufuktur, denizden esen rüzgâr bütün gözyaşlarımı kurutacak kadar serttir. Hızla çarpıyor geçmişin kapılarını ardım sıra. Tek başıma yürüyorum, dipdiri, hafiflemiş, kayan bir yıldız gibi. Her adımda hızlanarak, döküp saçarak eski “ben”leri, resimleri, kabuk bağlamış yaraları, son ve boş cümleleri, “sıkı dur,” diyorum yüreğime, bu yabancı, yol yol, yuvarlak dünyasında insanların, “sıkı dur!”
Topuklarım kaldırımları çınlatıyor, fazlaca uzun, sessiz gölgem izliyor beni, taşın sertliği dizlerimi acıtıyor. İnsanla toprak, toprakla gece arasındaki taş…
Orada, yokuşun başlangıcında durup soluklanıyorum. Erguvan ağaçlarının, uykusuz kuzey göğünün altında… Ezbere bildiğim dünya haritasının başında durur gibi: kan kırmızı sınır çizgileri, rengârenk ülkeler, hiçbir gerçek denizin olamayacağı lacivertlikte okyanus…
Kim ne derse desin, eğer velespitimi alıyor, çıkıyorsam şehirlerarası ve uluslararası yolculuklara bunun adına “uzun yol bisiklet turculuğu” denir. Kat edilen mesafenin kendisi bazılarına önemli gelebilir ama benim için kat edilen mesafeden çok başka şeyler daha önemlidir. Bir kültür yolcuğudur mesela. Yaşanacak maceranın ta kendisidir mesela. Enternasyonalist dünya görüşüme daha bir zenginlik katmak içindir mesela… gibi, gibi…
Muhtelif evhamlar dünyasında hep yalnız marjinal bir adamım
Bu konuda kimseyle bir ‘sidik yarışı’ içinde değilim, olmam ve böyle bir anlayışı başından reddederim. Ne şahsıma ne de birilerine kendimi kanıtlamak zorundayım. Bu tamamen bana ait özgün bir proje olabilir ancak. Ardında ne devlet(ler) var ne de sponsor(lar). Ne bir zaman kavramı var ne de bir telaş. Rotam bile rotasızlıktır. Yani altı üstü bütün derdim hem yurdum topraklarını hem de gidebildiğim kadarıyla dünyayı gezmektir. Beni bıraktığı yere kadar. Nerde trak orda bırak derler ya. İşte o an yaşanana kadar üzerinde olacağım yolların; hâkimiyet tekmili birden velespitim ile bende.
Daha önce de yazdım. Bu sıralı makaleler tamamen velespit turne üzerine kurulu. İlla bu yolculuklar büsbütün bisiklet ile de olmayabilir, diğer araçlar da devreye girebilir. Bunu bugünden kestirmem zor. Ama şimdi ütopyanın kurgusu velespit turneleri üzerine olduğundan böyle yazma ihtiyacını duyuyorum. Çünkü nasılsa büyük birkaç farklı tur olacaktır yapmak istediğim. En azından bu yönüyle içim rahat. Yani işi sadece ütopyada bırakmayacağım. Bu kesin.
Şaka Yollu Geyikleme
Takıntılı biri değilimdir. Bu yüzden öyle şunu demiştim bunu mutlaka yapmalıyım diye bir derdim hiç olmaz. Her planın, programın yürümesini içinde bulunulan şartları belirler. Şartlar uygunsa yapılır, yürütülür. Yoksa zorlamanın bir âlemi yok. Şartlar müsait hale getirilirse keyifle yaparım. Zaten upuzun dünya turu ütopyasının çerçevesinde niyetim olmayan konular gündüz gibi aydınlıktır:
- Herhangi bir faaliyetin parçası değilim.
- Herhangi bir etkinliğin peşinde de değilim. Festival, miting, toplantı, gösteri, konser gibi…
- Bu işi spor olsun diye yapmayacağım. Hiçbir derneğe üye olmak gibi bir niyetim söz konusu dahi olamaz.
- Sırf yeni bir memleket görmek için yollarda olmayacağım. Hani gitmişken şöyle bir de alışveriş patlatayım diyenlerden değilim.
- Kimselere ben de bu işi becerebiliyormuşum gibi kendimi kanıtlamalar hülyasında değilim. Gerçekte herkesin ütopyası kendinedir.
- Yazarlığımı bir de bu alanda (gezi) geliştirmenin de peşinde değilim. GAZA GELDİM🚶 yolculuklarım da yeteri kadar benzer temaları işlemekte. Dileyen o pencereden de içeri girebilir ve gezi-anı yazılarımı keyifle okuyabilir. Ve fakat bisikletle Türkiye ve Dünya turunu kaleme almak bana ayrı bir zevk verecektir.
- Kendimden başka kimseyi temsil etmiyorum. Bu tamamen bireysel özgün bir projedir, ardında ne devlet ne bir kurum ne de bir grup psikolojisi vardır.
- Gidip göreceğim yerlerde yerleşmek, Saros Körfezi dışında herhangi bir şehirde, ya da herhangi bir dünya ülkesinde, şehrinde yerleşik düzene geçmenin hülyası içinde değilim. Bu düşünce baştan “Türkiye & Dünya Yolculukları” projemin maksadını aşar.
- Genel anlamıyla tatil olmayacaktır çıkacağım yolculuklar ama ben buna özel anlamıyla geri dönüşsüz tatiller dersem de yanlış olmayacaktır.
- Sırf yaşamdan bir ders çıkartayım diye de çıkmayacağım yollara. Bu tarz şeyler zaten işin doğasında var. Öğrenmenin sonu olmaz.
Peki, gerçekten çok kolay mı olacak bu iş?
Yooo… Kim ‘evet’ derse yalan söylüyordur derim. Çünkü doğadasınız, evinizin koltuğunda değil. Doğa ile mücadele esaslarına tanıklık edeceksiniz, kim bilir belki de zor şartlarda hayatta kalmanın bir serüvenidir bu “Velespit Turne” projeniz…
En azından benim için böyle…
Bisiklet aşkım eski bir roman
Gecenin soluğuyla dolup sonunda gerçek biçimine kavuşmuş, bana geri verilmiştir dünya, hüzünle karışık özgürlük renginde… Bütünüyle yabancı, bütünüyle harika, muhteşem! Billurumsu, yanıp sönen, esrik eden, nemli gece. Işıltılı bir karanlıkla dolduruyor, küllükler gibi boşalttığım gözlerimi, ölmeden yaşama isteğime çok benzeyen tehlikeli parıltılarla… Benim olsun istiyorum artık adımlarım, sırlar edinmek, öykülere girmek, mucizelere tanıklık etmek… Yalnızca bu kez, tek kereliğine beni beklemektedir hep kaçan, bu karanlık ele vermeyecektir beni, geceye akıp karışmak, taşlara meydan okumak isterim, örümcek ağlarından kurtulmuş bir sinek gibi yarım kanatlarımı deneyerek, düşe kalka ışık vadileri boyunca gitmek…
Hele bir de yüküm varsa, of ki off…
Malum bu tür seyahatlerde bisikletimde kendimden başka bir de kendi eşyalarımı taşıyacağım. Ne kadar hafif olursa o kadar iyi herhalde. Ama filelerim ya ağır olursa? Vay halime. Neyse kendi bedensel ağırlığımla eşitleyecek değilim durumu. Üstelik sırtımda da taşımayacağım. Sağ olsun, velespitim için, araba bagajları kadar kullanışlı ve derin olmasa da yüzeyleri, eşyalarımın ihtiyaç halinde şıp diye bulunacağı yağmura ve kara dayanıklı çift gözlü bagajlıklardan edinmem gerekecek. Araştırdım. Bisikleti alacağım yerde bulunuyor. Diğer bisiklet, kamping, doğa, avcılık malzemeleri satan yerlerde de mevcut. Turun uzunluğuna göre bisiklet ve bagajlarımın toplam ağırlığı mutlaka değişecektir. Ama demiştim önce alıştırmalı kısa turlarda tartacağım gerçek ağırlığı. Sonra dönüşü olmayan yollar başlayınca, vışşşşşş, işte o kilogramı söylemeye dilim varmıyor.
Sevdaya düştü yolum
“Yahu bir tur tutturdun gidiyorsun, nerden çıkardın zırt diye? Hem bu uzun bisiklet turculuğu kolay öğrenilecek bir şey mi ki!” diye kulak arkası yapmaya çabaladığım mırıltılar işitiyorum.
Arkadaşlar, kardeşler, motivasyonuma şeyt ettirmem, bunu bilesiniz. İzleyin kâfi. Eğer samimiyseniz o halde önce bir hayalini kurun, canlandırın kendinizi o allı pullu velespitiniz üzerinde pedal çevirirken. Bakın nasıl da gerçekleşecektir o hülyanız, tez o vakit göreceksiniz Hanya’yı Konya’yı. Efendim, çocukluğunuzda hiç bisiklete binmediyseniz çabuk vaz geçin bu sevdadan; yoksa yeminle memleket yollarında trafik terörü estirirsiniz, bilesiniz. Yok, ben iyi biniciyim diyorsanız, [sözüm meclisten dışarı!] ve böyle bir tura çıkmayı kafaya koyduysanız bunun için eğitim görebileceğiniz ne bir üniversite, ne de sağlıklı koşullarda danışabileceğiniz bir üstat koç vardır. Üzülerek ifade edeyim ki, maatteessüf yoktur.
Böyle birden gerilmenize, tedirgin olmanıza gerek yok. Bisiklet demokrasilerinde her zaman hayati çözümler vardır. Tavsiyem şudur: İlk başlarken mutlaka yanınıza deneyimli bir akrabanızı, arkadaşınızı, eşinizi veya sevgilinizi alın. Bu olmuyorsa, kendiniz kısa pratikler yapın. Nasıl mı? İşe mesela günlük turlarla başlayabilirsiniz. Gider gelirsiniz… gider gelirsiniz…
Ben nasıl kondisyon kazanmak için böyle yapacağım, siz de turculuğu öğrenmek ve hatta yollarla yapayalnız baş etmeyi öğrenmek için pekala tecrübe edebilirsiniz. E, ona da hayır diyorsanız güzel kardeşlerim, yazılın bir derneğe, takılın birlikte diğer amatör bisiklet gruplarıyla.
Ben mesela günde en az 50-60 kilometreyi rahatça gidebileceğimi, hatta 90-100 kilometreyi şıkça zorlayabileceğimi düşünüyorum. Zaten doğada kamp yapmak benim doğamda var. E, geriye ne kalıyor: tabii turneye çıkmak kararlılığım ve isteğim.
Birileri Tur mu Dedi?
Şöyle kısa başlıklarla planlama ve aksiyon sırasına göre tura şekil verebilecek önemli maddeleri de sıralayayım da içim rahat etsin bir kere:
- Kesin kararlılık
- Hazırlık Süreci
- Bütçe
- Tarz
- Rota
- Lojistik
- Ekipman
- Pılı pırtı, donanım
- İleri Planlama
- Turda yapılacaklar
- Konaklama
- Beslenme
- Temizlik
- Güvenlik
- Görüntü kayıtlar
- Tur notları
- Dikkat!!!
- Gündüz sürüşü
- Gece sürüşü
- Yol şartları: (otoyollar, dar yollar, patikalar, yasaklı yollar, rampalar, geçitler, tüneller)
- Hava koşulları
- Trafik kuralları
- Kamp kurma ve terk etme
- Yol farfaracıları: (iki ayaklılar, dört ayaklılar, kanatlılar, iğneliler, böcekler, sürüngenler, vahşi yaşam)
- Sağlık (ilk yardım, hastanelik)
- Eğlencelik
- Müzik
- Etkinlik
- Müze, tarihi mekân vb
Velespit turnelerim öncesinde bir rehber niteliğinde yazıya aktaracağım bu maddeleri sırası geldiğinde bağımsız ve detaylı bir şekilde irdeleyeceğim. OKUMAK ŞEREFTİR.
SONUÇ
Bisikletçi değilim. Mevzubahis doğa ve yabancı yollar olunca ödlek değilim ama yüzde yüz cesur da değilim. Şu andaki vaziyetle tam manasıyla takım taklavatım yok. Olanlar da en iyisindendir diyemem. Zaman içerisinde eksikler giderilebilecek, eskileri yenileri ile değiştirilebilecektir. Ve en önemli bahislerden bir diğeri de tıpkı arabaların mekaniğinden anlamadığım gibi bisikletimi tamir etmede hâlâ işe yaramazın biriyim. (Ne yapayım elimden gelmiyor. Teknik özürlülük ve ciddi sakarlık mevcuttur zatıalimde.) E, öyleyse buyrun, nasıl cesaretle velespit turnesi hayal edebiliyor ve dünya turuna çıkmayı hedefliyorum:
Başlangıçta kararlılığımı ve velespitime olan sadakatimi gösteriyorum. Tutumlu bir kişi olduğumdan maliyetlerden korkmuyorum. Her bir yolculuğumu özenle planlıyor, tura etki edebilecek tüm detayları planlıyor, defalarca gözden geçiriyorum. Bunları yaparken dinleniyorum. Sorunlar ya da olası tehditler karşısında kendimi rahatlatmaya, bazı şeylerin kendiliğinden oluşmasını sağlamaya, kendimi üzmemeye, kendi kendimi yiyip bitirmemeye, daha doğrusu endişelendirmemeye gayret ediyorum. Ve ütopyamı kurguluyorum. İşte bu şekilde başlıyorum.
İsterseniz siz de aynısını yapabilirsiniz.
Bir sonraki esintiye kadar kalın sağlıcakla…
Mürekkebe banmış esintili Sevgilerimle,
Gezenti Şeref
***…***