ÜTOPYA… Bırakın herşeyi ardınızda, yumuşak bir dünyaya doğru Demir alınıyor… Çünkü; Mutsuzluk insanı aptallaştırır…
gEZENTİ şEREF ~ E-2017/045
Esinti Tarihi: Salı, 11/07/2017
Büyük bir huzur ile kulağımı kum saatinin ince beline dayayıp zamanın geçişini dinliyorum. Hışırtılı, düzenli bir akış bu. Uzaklardan gelen kuş cıvıltıları ve ılık rüzgârın sesi, sessizliğin içinde pırıldayan küçük elmaslar, yakutlar, akikler gibi tatlı geliyor bana. Mutlu muyum?
Hem de nasıl!
GÜN OLUR BAŞIMA KADAR MAVİ
İşte şimdi beklediğim gün geldi çattı. O hep hayalini kurduğum cennet benim artık. Emekli oldum ve daha işe girdiğim ilk günden beri taksitlerini düzenli olarak ödediğim, memleket dışındaki -hem de çok dışındaki, neredeyse başka başka şehirlerdeki gökyüzlerinden birinin saçağından aşağıya, yerküreye ait olan engin mavilikler arasındaki geniş bahçeye bakıyorum.
Uçsuz bucaksız yeşil çayırlardan ibaret bir bahçe… Bahçenin ortasında yükselen kim bilir kaç katlı dağlara, açık ve kapalı kumsallara ve kaç daireli sosyal ovaya sahip bir dünya. Elimde tutmuş olduğum dosyanın ‘bahçe’ bölümünü açıyorum. Bana ait olan bahçe parçasının parselini buluyorum haritada, sonra gökyüzünden aşağıya bakarak o toplumsal parçayı gözlerimle işaretliyorum. Akabinde haritanın yanındaki notları inceliyorum. Gezerken dikimini yapabileceğim ağaç ve çiçek cinslerinin adlarını okuyorum. Adlar benim için öylesine yabancı ki… Zamanla öğrenirim nasılsa diyorum.
İyimserim. Birbiri ardında dağılan kümelenmiş bulutlar arasında derin nefesler alıyorum. Havada yabani otların kokusu var. Hoş benim için memleketin dışındaki her şey yabani, ama olsun doğanın kokusu bu. Yıllardır kavuşmayı hayal ettiğim yer…
Öncelikle hayal kurmakla başlamıştım…
Hayalini kurmadığınız hiç bir şey olmaz. Olsa bile değerini anlayamazsınız ve o fırsatı kaçırma ihtimaliniz artar. Kendi fırsatınızı kendiniz yaratacaksınız, ya da yakaladığınız bir fırsatı hayalleriniz doğrultusunda şekillendireceksiniz.
Benim dünya turu hayalim çok uzun yıllardır vardı ama bisikletle uzun yollara koyulabilir miyim sevdasına tam olarak geçen yıl kapıldım. Geçmişte elimde daha fazla fırsatlar vardı. İstesem hakkıyla yapardım. Ama hem başka başka yöntemlerle gezgin ruhumu işletmeye yöneldim hem de her seferinde eve dönüş yapmam gerekirdi. Oysa ben kocaman bir dünya turu hayalimi gerçekleştirmeye çalışırken geri dönüşleri ortadan kaldırıyorum. Çıktım mı geri dönmem. Dönersem onun adı dünya turu olmaz, bana göre, olsa olsa turistik gezi programı olur. Dünya turu öyle birkaç yılda bitecek mesele değildir. Sadece Türkiye’yi gezeyim deseniz yıllarınızı harcarsınız.
Ki zaten şimdilik benim öncelikli hedefim uzun yollarda deneyim kazanmak uğruna pusulamı Türkiye yolculuklarına çevirmiş olmam…
Ha Türkiye ha dünya ülkeleri… Uzun yol deyip geçmeyin…
Ha, evet, çıkarsınız bir otoyola, hababam basarsınız pedallara, ter dökerek gidersiniz; belki birkaç hafta, birkaç ay, hadi biraz daha abartayım birkaç senelik sürede, sonra dönersiniz. Bunun mu adı Türkiye/Dünya turu şimdi?
Ben bir yerli şehre / yabancı ülkeye girdim mi, kolay kolay çıkmam. “Hoş gelişler ola, Şeref Paşa” demezlerse zaten baştan küserim.
Misal ürkünç, lenduha gibi bir sınır kapısından boynumu uzatıp ötesine geçtim. İçeri daldım, eğer vizem 30 günlükse, gerekli görürsem 30 günümü doldurmadan, 90 günlükse 90 günümü tamamlamadan geçip gitmem. Ne o öyle şıp diye: “Şıp dedi damladı, istediğini alamadan sıvıştı” sanki. Niye zırt diye çekip gideceğim ki, yok öyle; gittiğim yerlerin her bir kuytusunu köşesini görmek isterim. Sokaklarında pedal basmam yetmez. Kaldırımlarında yürümem yetmez. Yoksa git başkentlerine gör ne göreceksen sonra arkandan birileri kovalıyormuşçasına devam et yoluna.
Bunun mu adı dünya turu şimdi?
Oh-ooo, sen orda 30 gün, şurda 60 gün, burda 90 gün kalmayı sürdürürsen nah bitirirsin koca dünyayı? Diye gaipten gelen sesler işitiyorum.
Arkadaş hızlı yaşayıp hızlı ölmek isteyen kim? Ben girdiğim bir yerde Şanzelize tarzı kamp kurar, kafama göre takılır, pusulama bakar, Lodos estiğinde şehre tepelerden bakar, Poyraz estiğinde yakın komşulara dalar çıkarım. Rotam birilerinin egemenliğinde değil ki. Üstelik ‘gerekli görürsem’ diye bir ön-takı ilave ettim. Anlamı şudur: ben istersem…
Mesele koca bahçeyi doyasıya gezmek, keşfetmektir. Yoksa aradığım salt bir çerçevelik ‘bisiklet + kamping’ iştigali olsa kendi memleketimde âlâsını yaparım.
Üstelik fotoğraf ve video çekmeye bayılan biri olarak, benim yapacağım turlarda mutlaka birbirinden farklı temalar olacaktır. Fonda tema olmazsa turlarımda sadece yol giderim ve turlarımın diğer sıradan turcuların yaptıkları turlardan pek bir farkı olmaz.
Rota çizerken fırçanın her bir tüyünde ayrı telaş…
Zaten rota çalışmalarımda hayallerim bana eşlik eder. Birçok şey kâğıtlar ve harita üzerinde netleşmeye başlar. Ama bu kaba bir plandır. Yani mutlak rotam şudur diyebileceğim bir şey yoktur. Doğrusu mutlak olan giriş-çıkış yapacağım toprakların kendileri ve hangi toprak parçasında ne kadar kamp kurup, kalacağımın ön programatiğidir. Yoksa belirli herhangi bir ülkenin sınırları içinde çizeceğim rotalar her seferinde yaşayacağım gelişmelere göre defalarca kez değişime uğrayabilecektir. Bunu en fazla da o ülkenin sıcak konukseverliği veya şovenist anti-misafirperverliği belirleyecektir.
Hayali kurduk, rotamız kafamızda üç aşağı beş yukarı şekillendi. Şimdi esas hazırlıklara başlamadan önce kendimi motive etmem lazım. Yani hayal başka, gerçeklik başka. Hayallerim ilham verdi, yolu gösterdi. Fakat kifayetli değil. Sırada omurganın psikolojik iç eğitim meselesi var.
CESUR ve GÜZEL
Bir defa uzun bisiklet serüvenine çıkmak için cesur olmalıyım. Madem böyle; öncelikle kısa gündelik turlarla en maceralı yerlere girip çıkarak talim yapmalıyım. Ki azgın yol güvenliği konusunda kendimi terbiye edip benliğimi istenilen makbul seviyelerde geliştirebileyim. Zira nereden bakarsam bakayım, uzun yıllar oldu bisikletle maceralı uzun yollara dökülmeyeli. Üstelik yaş da cabası. Sanki gençlikte daha bir gözü pek oluyor insan.
Talim-terbiye bitti diyelim; eğer kendime, velespitime gerçekten güvendiğimi hissediyorsam çıkabilirim yola. Ama tut ki aklımdan çıkmıyor kaygılar. Kendime ne kadar güvenirsem güveneyim, korkusuz olsam da yaşanabilecek kötü olayları ve sonuçlarını aklımın ucundan geçirmeye devam ederek yol almam çok sakıncalı olur, riskli hareketler yapmaya çalışırım; bu da istenmedik sonuçlara sebebiyet verebilir. Biliyorum ben ne kadar dikkatli olmaya çalışsam da ufak tefek sorunlarla mutlaka karşılaşacağım. Yeri gelecek bu sorunların birçoğunu kolayca halledilebileceğim. Belki birilerinin yardımıyla daha da kolay üstesinden gelebileceğim. Ne olursa olsun yol güvenliğine dair endişelerimi öncelikle kafamda çözmem gerekiyor.
Yine adım gibi biliyorum ki zamanla sorunlardan zevk alır hale geleceğim. Hatta beklenmedik bir şekilde mazoşist duygularla “hani bana bi macera?” diye de tutturabilirim. Tuhaf tepkilerim asil damarlarımda her daim mevcuttur.
Tabii şu yukarıda yazdığım külfetli kaygı meselesi “yalnızlık” içgüdüsüne bağlı doğal insani bir tavırdır. Yalnız sürüş yapan herkeste bir derece bulunur. Başlangıçta dozu ağırdır. Zamanla yaşayarak eritilir ve minimize edilir. Kaldı ki, eğer yalnız değilsem, bu makalenin cesur adamı ben olmalıyım; cesaretin ilk adım tümceleri geçerliliğini en baştan yitirir; ben bir ‘dark horse’ gibi baştan yiğidoyum, en kahraman asker bizim asker misali yolun en ucuna koyulur peşimdekilere öncülük ederim.
Dünyalar vardır aklımı başımdan çalan…
Kısa menzilli atışlardan sonra sıra orta mesafeli parkurlara gelir. Bu geçiş de aslında imgesel anlamda en kolay olanlardan biridir. Kondisyon çalışmaları pik yapmıştır. Yol güvenliği konusundaki psikoloji de gelişmiştir, ama tam anlamıyla kıvamına henüz gelmemiştir. Çünkü bu mecrada henüz geceleme amaçlı kamping devreye girmemiştir. Ama istenilirse uygun yerlerde birkaç deneme atışı yapılabilir.
Bisiklet turları apayrı bir macera olanağı sunacağından hemen her günümün bisiklet tepesinde geçeceğini hesaplıyorum. Bir önceki gün 100 kilometre yol yapsam bile ertesi gün velespitimin üstüne sıfır yorgunlukla oturup tekrar orta fersahlıkta mesafeler almaya başlayabilir ve her sabah ayrı bir bisiklet zevkine adım atabilirim.
Bu makalenin yazılış tarihi itibariyle henüz edinmediğim, ama çok kısa bir süre içinde edineceğim velespitimle aramızda gerçek bir aşk ilişkisi yaşayacağımı tahayyül ediyorum. Geçmişte böyle olmuştu. Tabi bu alengirli durum aile ilişkilerimize ne kadar dokunur, araya bir üçüncü evlat girdiği için nasıl bir tepkiyle karşılaşılır bilemiyorum. Ama o artık benim için kural dışı bir dost olacaktır. Çıktığım yollarda yalnız başıma seyahat edeceksem o aşk kendiliğinden zaten gelişecektir. Yok, yalnız olmayacaksam zaten sorun yok kardeşler ikiye, üçe katlanacaktır. Kıskançlık olmaz.
Lakin kurgu bu ya, en kötü fenasını planlamak durumundayım. “♪♪Ben yalnız bir kovboyum♪♪” Ne çok seviyorum ben bu repliği.
Peki, yanıma alacağım malzemeleri nasıl taşıyacağım?
Bu soruya doğru cevabı bulmak için ak sakallı dedeler gibi çok düşündüm ve karşıma çıkan multi seçenekler arasından seçimimi yaparım. Her yol güzergâhımın mesafesi bunu belirleyecek ilk motiftir. Kısa yolculuklar, orta ve uzun mesafeli yolculuklar gibi olamayacağından farklı çözümler üstüne çalışmam gerekebilir diye düşünmüştüm başta. Sonra vazgeçtim. Dedim ki, kendi kendime, “Arkadaş, sen uzun yol için bu velespiti aldın, uzun yol yapacağım diye tutturmuşsun, e, o zaman ne durursun, idmanlarını da her koşulda uzun yolda sürüyormuşçasına yapmalısın!”
Nefes nefesi açar. Damakta nane yemiş gibi olur insan. Bayılırım bu tartışmalı beyin fırtınası seanslarına. Kendimi kutladım. En doğru fikir tam olarak buydu.
Basit bir sırt çantasıyla seyahati tamamen elimine ettim. Zaten o tür çantayla anca bir gün dayanabilirim. Daha uzun mesafeli turlarda bel ve sırt ağrıları çekebilirim, vücudumda uyuşmalar baş gösterebilir. Bilumum en küçük eşyalar bile kendi özel çantalarında, taşınacak sular da kendi mekânlarında olmalı. Kuş kafesini anlatır gibi oldu, yemlikler, suluklar filan, pardon. Son kararım: aerodinamik sırtımda prezantabl kıyafet dışında hiç bir şeyi taşımayacağım, bu yüzden kesinlikle velespitimin kendi özel ön ve arka bagaj taşıyıcılarına yükleyeceğim şişman bisiklet çantalarını kullanacağım.
Sırt çantası bir yana kimono desenli heybeleri taşımak başka yana…
Bagaj taşıyıcıları tur bisikletinin karakteristik özelliklerinden biridir. Tur bisikletlerinde ön ve arka bagaj taşıyıcılar için montaj delikleri vardır. Bagaj taşıyıcı malzemesinin yüke dayanıklı olması gerekir ve çelik olması tavsiye edilir. Alüminyum bagajların kaynak noktalarının, titreşimden kolayca zarar gördüğünü öğrendiğimde şok oldum!! 🙂
Titanyum olanlar da varmış… mış… Ama çok pahalı bu meretler…
Şehir bisikletlerindeki bagaj taşıyıcıların maksimum bagaj taşıma kapasitesi 10 kg kadar iken, tur bisikletlerindeki kimi bagaj taşıyıcılarla 40 kg’a kadar çıkıyormuş. Şehir bisikletlerinde bagaj taşıyıcı sadece arkadayken, tur bisikletlerinde yükü dengeli taşımak için ön ve arka olarak iki yerde bagaj taşıyıcı mevcut. Her iki bagaj taşıyıcı için de kadroda uygun deliklerin olması önemlidir. Örneğin Tubus bagaj taşıyıcılar kaliteli çelik olduğu için, alüminyum kadar hafif ve alüminyumdan çok daha dayanıklıdır diye iddia ediliyor. 3 yıl mobil ve 30 yıl da genel garantisi buna kanıt olarak gösteriliyor.
Değerli eşyalarım için ayrıca kolay takılıp çıkartılabilen cinsten bir gidon çantası sanırım fena bir fikir olmaz hatta yol sürüşünde kullanışlı olması nedeniyle de harika olur.
Amacım uzun yolda kendime ait yükü gereksiz artırmak değil, bilakis yükümü hafifletmek olacaktır. Bu nedenle belki ön tekerleklerde kullanacağım bagaj yeri ya boş kalacaktır ya da yük 4 küfeci çanta arasında orantılı dağılacaktır. Yoksa aşırı yük hem fuzuli yorgunluğa hem de velespitimin pelte gibi olmasına ve ayakta duramamasına neden olacaktır.
Elimden tut yoksa sırılsıklam düşeceğim…
Sahip olacağım her şey velespitimde taşıyacağım bu soluk benizli yağmur/kar suyuna dayanıklı, su geçirmez, bagaj çantalarıyla olacaktır. Ön egzersizlerde dâhi bu format aynen korunacaktır. Her gün, nereye gidersem gideyim, bu malzemeler benimle birlikte yolculuk yapacaklardır. Soluk benizli demem apaçilerin heybelerini hatırlatması manasında. İstersem hepsini aynı renkten seçebilirim, ki belki fazla dikkat çekmesin diye siyah tercih ederim, ya da ikisi farklı renkte olmak üzere dörtlüyü tamamlayabilirim. Arka bagajı tamir aletlerim, yedek lastiklerim, kamping malzemelerim: çadırım, uyku tulumum, mat ve diğer araç gereçlerim için kullanabileceğim gibi bir çantayı tamamen giyim eşyalarına ayırabilirim. Yol alacağım yerlerin iklim şartlarını göz önünde bulundurarak doldurabilirim bu çantayı. Yoldayken her zaman aynı takımı giyebilir, ‘mesai’ bitimlerinde ise temiz bir tişört (t-shirt) veya sweat şört’ümü kullanabilirim. Kendimi güneşten korumam ve gün boyunca bir ucube gibi görünmemek için, eşofmanla ya da uzun pantolonla ve uzun kollu gömlek ya da eşofman üstüyle sürmem gerekecek. Diğer giysilerim yastık görevini yerine getirebilirler.
Önce konforlu kamp takıntım gelir başucuma…
Kamp malzemeleri için mutfak, pişirme gurubunu yanıma alıp almamakta tereddüdüm var. Kafama göre takılacağım. Gerekirse bunları her yerde bulma imkânım var. Önemli olan yemek malzemelerim. Misal fıstık ezmesinden kaç kavanoz alırım yanıma şimdiden kestirmek zor. Deneye yanıla öğreneceğim. Ön heybelerden biri mutlaka “anında çek-al” malzemelerimi barındırmalı: harita, günlük not defteri, kamera, müzik, kitap. Fakat son küfeyi güvenli “kıyamet günü” küfesi olarak ayıracağım. İçi ‘bayramdan bayrama’ kullanabileceğim ıvır zıvır ile dolu olacak. Yani nadiren kullanabileceğim eşyalardan oluşacak. Aslında yapacağı yük ağırlığı bakımından içime en fazla oturacak küfe bu olacak. Çözüm yolu: Yaptığı ağırlık eminim uzun yol testleri sonunda yavaş yavaş elimine edilebilecektir.
Bir kere yanımda koca bir kütüphane götürmek isterim. Elde imkân olsa. Kitaplar benim en zayıf yanımdır. Kurtuluşum yok onlardan. Bakalım kaşla göz arasında kaç adet kitap koynuma alabilecek, kaç adet kitap sokuşturabileceğim heybelerden birine. İşte belki şu çağdaş bisikletlere bir de üst tavan bagajı ilave etmeleri için tam sırasıdır!
Birden ıvır zıvırlarla indiler, piyangodan çıkmışlar gibi…
Gidon çantasından bahsetmiştim. Güneş ve okuma gözlükleri, pasaport, kimlik, eldivenler, şapka, güneş kremi, diş macunu, fırçası, belki atıştırmalık aperatif şeyler, abu cubur… belki bunların bazısını sağlık çantasıyla birlikte bir kişisel bakım çantamın içine de tıkıştırabilirim. Her şey deneye deneye…
Kişisel eşyalarımı taşımanın oluşturduğu odak etkisi hayatımı karışıklıktan kurtarmak ve düzenli hale getirmek için. Günlerdir taşımak zorunda kalabileceğim yemek ve su ihtiyaçlarım dışında, veya aşırı soğuklarda kullanmam gerekecek yağmurluk, botlar, kalın giyim malzemeleri haricinde arzu ettiği her şeyi gereksinim duyduğum anlarda alabilir ve işleri bitince yok edebilirim.
Yaşamak için gerçekten lüzum göreceğim birkaç şeye bayağı değer veririm ve onlarsız yapamam. Zamanla en azı taşımanın yolunu bulacağıma inanıyorum. İşte o gün benim memnuniyet duyabileceğim unutulmaz günüm olacaktır.
Karda gitmesi ayrı zevk, yağmurda yol alması başka bir zevk. Herhalde en sarsıcı olanı güneşin altında sürmek olmalı. Gölgeden gidebileceğim rotalar kesinlikle olmalı.
Haritalar maceraya davettirler…
Kar taneleri düşüyor yere. Haritada görünmeyen ahır gibi bir barınağa sığınmışım. Kara çamura bulanmış sokak araları arasında yekpare vücutları, damları kadar karla örtülmüş binaları sakladığından bunlar da haritada görülmüyor. Birtakım berduş adamlar girip çıkıyor, meyhane gibi bir yer olmalı. Sanki mey kokusu geldi. Loş ışığı fark ediliyor Ancak orası da seçilmiyor harita üzerinde. Hiç biri görünmüyor.
Harita sadece bir fikir verir, başka bir şey vermez. Bir maceranın coğrafyasal çerçevesi ancak beynimizin gerisinde filizlenir. Haritanın omurgasından kendi keşiflerimizi asar, yapışırız onlara. Hiç bir yaşamsal detay haritanın üstünde yer almaz. Ama geleceğin şu küçük yaşam parçaları, onlar, benim aklım, anılarım arasında saygın yerini ebediyen alacaktır.
Ne büyük mutluluk bu!
Biliyorum ki yaşayabileceğim sadece bir hayat var. Biliyorum ki o çok değerli, olağanüstü, tekrarlanması mümkün olmayan: mutlu tesadüfle ve evrimle aramazken bulunan, milyarlarca yılın ürünü. E, o zaman, niye onu yaşayan bir ölüye devredeyim ki!
Çöpe atacak bir hayatımın zerresi yok bende. Üstelik zaman şimdi küfeleri, heybeleri doldurma zamanı. Müsaadenizle…
Bir sonraki esintiye kadar kalın sağlıcakla…
Mürekkebe banmış esintili Sevgilerimle,
Gezenti Şeref
***…***