Doğanın Göbeğinde Birkaç Yüz Gece

Sonunda yolculuk ânı geldi, güneşe ve doğaya, dolunaylı ve ipil ipil yıldızlı gecelere, denize ve çimenlere, sere serpe yollara, dünyaya kavuşmak için gün sayıyorum. Neredeyse bütün kış boyunca özlemini duyduğum, hazırlıklarını yaptığım velespit turnelerim için yola çıkacak, bu uzun hasretliğe son vereceğim.

**KAMP~2017-007**

Biliyorum; Türkiye her köşesiyle çok ilginç bir vatan. Trakya toprakları bir başka dünya sanki. Üç denize serpiştirilen adalar da öyle. Ya Anadolu? Benzersiz bir coğrafya. Hayalimdeki “dünya turuyla” olan randevumla yaşam dolu kadim bir tarihin içinden geçmeden gidemem. Hatta bazen Assos’ta, Kekova’da olduğu gibi, tarihle denizin içinde buluşurum.

Kısmetse kısa mesafe idman turlarım biter bitmez orta menzilli turlarıma girişeceğim. Düzenlemiş olduğum çok yönlü rota programı bu gerçekten yola çıkarak, hem memlekette tarih turizmini yaşamak, hem de tur egzersizlerimi, eğitim uygulamalarımı daha özel kılmak için çeyizlenmiş oldu. Amacım, bir yanda sık sık kamp yaparak bireysel konaklama pratiğimi iyileştirir ve geliştirirken, diğer yanda Türkiye’nin farklı bölgelerindeki doğal güzelliklerin tadını çıkartırken, pek bilinmeyen tarih hazinelerini keşfetmeme de katkıda bulunmak. Pek çoğunu bilmeme rağmen bisikletle keşif yapmak apayrı bir serüven olacak benim için.

Evet, bunun için çok dalgalı, çok değişken, çok egzotik rota programları oluşturdum. Trakya, Marmara, Ege, Akdeniz, Karadeniz, Orta Anadolu ve hatta Doğu Anadolu; yollarımı madeni bir tel gibi uzattıkça uzattım. Belki ulaşmak istediğim noktalarda velespitimi biraz zorlayacağım, aşağı inip biraz yürüyecek, belki bazen biraz da tırmanacağım. Ama buna kesinlikle değeceğine inancım sonsuz. Kimi zaman herkesin bildiğini sandığı bir doğal alanda kimselerin görmediği eşsiz bir kamp faaliyeti içerisinde bulunacağım. Kimi zaman pek az kimsenin bildiği bir sit alanında bir eserle tanışırken, yine pek az kimsenin bildiği bir ören yerinde, kimselerin bilmediği tarihi gizemlerin izini süreceğim.

Doğanın yeşil yangını, zümrüt kılıçlı…

Doğrusu, yıllardır yalnız başıma kamp yapmıyorum. Üstüne üstlük kamping alanları dışında çadır kurup konaklamışlığım yok. Böyle bir tecrübeyi ilk defa edineceğim. Şu bir gerçek ki uzun yol bisiklet turculuğunun en basit temellerinden birisi kamp yapmayı iyi ayarda bilmektir. Bunu adamakıllı becermek ve endişelerimin üstesinden gelebilmek için çok sık olmak üzere farklı alanlarda konaklamayı programladım. İstiyorum ki ayağım alışsın. Elbette tamamen ‘boş’ değilim bu mevzuda, belli bir deneyimim var, ancak şimdi doldurulması gereken önemli boşluklar var; bu turnelerin dünya turuna adım atmadan önce disiplinli bir şekilde yapılmasının bir nedeni de bu.

Kıvamında bir deneyimi kazanmadan uzun soluklu dünya turuna çıkmam bırakın işin yanlışlığını falan filan tam bir macera olur! ‘Macera’ sözcüğünün yerine ‘fiyasko’ da dersem abartmış olmam.

Ama o kadar da değil. Macera dediysem, güvenli bir konaklamayı es geçmeliyim anlamını taşımıyor. Bilakis yolculuğu maksimum güvenli hale getirmem boynumun borcu. Bu yüzden çadırda konaklayacağım yerin olanca güvenli olması gerekir. Güvenilir olduğuna emin olmadığım hiç bir yere çadır kurmam. Başta da dediğim gibi benim geçmişten edindiğim şekliyle kamping alanları en emniyetli çadır kurma yerleri. Ne yazık ki ücretli. Sonuçta adamlar yatırım yapmışlar, tesis kurmuşlar, işletmecilik yapıyorlar. Elbette paralı olacak.

Kamp yolunda bir kese türküsü

Memleket koşullarında kampinglerde çadır kurmanın günlüğü ekseriyetle 50-75 TL civarında, bu bazen 100 TL’ye kadar çıkabiliyor. Eminim daha fahiş ücretler isteyen yerler de vardır. Özellikle turizmin en yoğun olduğu bölgelerde. Avrupa’da ise 15-30 Euro arasında değişiyor. Aynı şekilde oralarda da lüks bölgelerde 50 Euro’nun üzerinde konaklama seçeneği varlığını koruyor.

Ama ben bu projemin mali bütçesi kapsamında biraz değil bayağı bir pintilik yapacağım. Nakdi olanaklarımı en fazla konaklamaya değil başka faaliyetlere harcamayı düşünüyorum. Bunu da bir temel prensip haline getirmek, çıktığım turlarda gereksiz yere aşırı para harcamamak, özellikle de konaklama giderlerine tavan yaptırmamak ve konaklamak için düzenlenmemiş bakir yerlerde kamp kurmam gerekiyor. İşte yapmayı planladığım bu iştigalin en önemli, en özen isteyen, en can alıcı kısmı cesaretten geçiyor. Yalnızlık psikolojisi kolay baş edilebilecek bir durum değildir. Birden fazla kişi olduğunda emniyet ister istemez ortaya konan müşterek doğalığında paylaşılıyor ve korkular, huzursuzluklar en aza indiriliyor. Ancak tek başınalık gerçekten tek başına olduğunu hatırlatıyor insana.

Yine de cesur,  babayiğit olmak gerekiyor…

Bisiklet turculuğunda doğal alanda kamp yapmak, cesareti toplayarak herhangi elverişli bir noktada çadır veya sadece uyku tulumunda kalmaktan geçiyor; emniyeti elden bırakmadan.

E, netice itibariyle kamping olayı hassas bir mevzu…

Belgesellerden bildiğim, biriktirdiğim ve kısmen yaşadığım bazı tecrübelerden ötürü şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki doğal hayatta en musibet, en can sıkıcı, bulaşkan yaratıklar iki ayaklılardır. Doğada limitsiz serbest dolaşım hakkına sahip dört ayaklılarla bile gerektiğinde dost olabiliyorsun, onlar seni anlıyor, iletişim kurabiliyorsun, ama bu bahsini yaptığım mahlûkatlar ile değil dost olmak dostluğun zerre yakınından geçemezsin. Kafayı sıyırmış yabansı zavallılardır. Bunlarla karşılaşma durumunda iş sonunda can ve mala dayanıyorsa yapacağın tek şey vardır. Onu da burada dillendirmeyeyim şimdi.

Tabii bir de doğal afetler konusu var ve bu konuda da tecrübe edinmek, daha doğrusu bilgi sahibi olmak ve icap eden önlemleri almak gerekiyor.

Ve diğer tarafta, doğa o kadar harika, o kadar engin bir alan ki hiçbir bela beni bu çekiciliği yaşamaktan alıkoymaya caydırmaya gücü yetmiyor. Orada içimde zıp zıp eden uçsuz bucaksız bir sıradan yaşamı fark ediyorum. Evrenin bütün güzellikleri, sevgi ve şefkatli yüzü; ve özgürlüğün olağanüstü tadı. Bu müebbet bir aşk. Çadırımı kur yapar gibi kuruyorum, bir düzyazı gibi. Plansız, tasasız, ağrısız ve montajsız. İrademi kullanarak birbirinden farklı bir yerlerde bulunmayı gerçekleştirme ve değiştirme rüyası bu. İnsanoğlunun alarga ustalığıyla alay eder gibi. Maceranın heyecanını aramak ve onun peşinde olmak duygusuyla. Dala tünemiş bir serçenin ebediyen kaygısız, üzüntüsüz ve neşeyle şarkı söylemesi gibi. Gidiyorum kendi tatlı, ahenkli yoluma.

Bütün sığınaklarda kendimi arıyorum, neredeyim?

Ne zaman kamp yapma atraksiyonu düşünceme yapışsa ben en son emniyeti düşünürdüm. Aklımı hiç zorlamaz, umursamazdım. Fakat şimdi sanıyorum uzun yolculuk ütopyasının gerçekliğe dönüşmesi yaklaştıkça hezeyanla çıkardığı bir tansiyon var üzerimde. Kendimi hiç bu kadar yakın hissetmemiştim bisikletle büyük Türkiye yolculukları ve devamında getirebileceğim olası derin bir dünya turu projesine. Şimdi ister istemez türlü endişeler de oluşmuyor değil kafada. Sırf bu nedenle emniyet konusu daha fazla öne çıkmaya başlıyor.

Konaklayacağım kaba saba yerlerde uyku tulumuna gömülmüş, uyuduğumu düşünüyorum da bu düşüncenin bile bazılarını nasıl ürküteceğini hayal edebiliyorum. Tehlikelere karşı uyanık olmak lazım. Uyumak olmaz! Çevrede vahşi hayvanlar, psikopatlar, yamru yumru, pütürlü toprak ve insanın boşaltım sistemini bile rahat kullanamayacağı dar bir alanda işini becermeye çalışması ve her sabah uyandığında günlük serin bir duştan bile yoksun olma halleri.

Hazır mıyım tüm bunlara?

Yoksa henüz daha yol erkenken vazgeçmeli miyim bu sevdadan? Yoksa, yoksa, en iyisi, turneleri yapayım, ama güvenlik boyutu en yüksek olan yerleri tercih edeyim, misal bir pansiyon, bir otel, motel, hadi karşıma çıktı bir kamping alanı, en azından tesis, emniyetli sayılır, tuvaleti de var, duşu da. İster soğuk, ister sıcak su. Elektrik de var. Elektronik aletlerin şarj derdi olmaz. Ateş mi yakacağım, ızgara mı yapacağım, kimseler ‘höt’ diyemez. Üstelik kamp çevresinde, çadırlı, karavanlı her an dost edinebileceğim şahane insanlar mevcut olabilir. Pansiyonda veya otelde bunlar pek olmaz. Çünkü herkes kendi dünyasında. Ama kamp alanında ufacık bir alış-veriş bütün köklü, kalıcı dostlukları başlatır. Çünkü herkes aynıdır orada. Eşittir. Kimse kimseye tepeden bakmaz. Kimse kimsenin tavuğuna ‘kışt’ demez. Üstelik yediğin, içtiğin paylaşılır. Bir köfte parçası götürürsün, bir şişe şarabı verirler.

Amma da övdüm şu kamp meselesini ama! Yoksa havaya girip, kampingleri mi tercih edeceğim? Bu kadar mı açık seçik yazdım şimdi? Ne o, eğitimin daha ilk gününden sapma mı var yoksa? “Ulan daha ütopyadayız, yola bile çıkmadık ki!” Derse velespitim ben ne cevap veririm?!

İşte yüksek kalorili beyin fırtınası seanslarında psikolojik tedavi bunu gerektiriyor. İnsanın kendi kendini hazırlama süreci. Ben bunun hangi derecesindeyim? Daha ne kadar fikirsel anlamda yol kat etmem gerekecek, yola koyulmadan önce? Ey sevdalı ruhum sen ne dersin bu işe?

Tabii bu bir düzyazı… Yazması kolay, canım…

Apansız çıkmalıyım dünyaya

Günübirlik velespit turnelerimde değil ama uzun çaplı, günler, haftalar hatta aylar sürecek, gerek Türkiye gerek dünya turuna açıldığımda bir bölgede kalacağım süreler çok değişken olacaktır. Mesele gece barınmak değil sadece; ben belki günlerce, belki bir-iki hafta boyunca aynı yerde konaklayacağım. Orayı adeta bir karargâha çevirip, rotamdaki birçok görmeyi istediğim yakın yerlere oradan gidip geleceğim. Ne yani, ‘ex nihilo’ ben her gece uyurken ve savunmasız bir haldeyken hayvan içgüdüsünün işaretlerini mi kuracağım kafamda? Sürekli hayal gücümü zorlayıp hortlakları mı canlandıracağım beynimin içinde? Garip canileri, canavarları, hayaletleri mi düşleyeceğim?

Yeminle “13. Cuma gibi oldu bu makale. Belki Jason çıkar gelir de rahatlarız hepimiz!!! 🙂

Neyse bu baştan çıkarıcı kısmı sonlandırıyorum ve işin realitesine biraz eğilmek istiyorum. Önünde sonunda bu bir doğa aşkıysa doğada sağ salim ilerlemek de kendi ellerimde. Bunun için yapmam ve/veya yapmamam gerekenleri kendime şöyle bir hatırlatmakta fayda görüyorum. En çok çalıştığım derslerden biridir. Buradan faydalanmak isteyen bazı deneyimsiz kamp hülyalılarına da şiddetle tavsiye ederim hâliyle.

İşte malum liste:

  • Çadırımı zorunlu olmadıkça ıslak ve sert zeminlere kurmayacağım.
  • Çadırım kamp esnasında sağanak yağıştan veya başka olağandışı bir nedenden dolayı sırılsıklam olabilir; mümkünse kurumadan toplamayacağım.
  • Diyelim ki zorunlu olarak toplamam icap etti; ıslak çadırımı mutlaka en yakın zamanda, şartlara en uygun bir mekânda kurup kurutmalıyım.
  • Sert zeminlerden her daim kaçınmalıyım. Aksi halde çadırım tabanında istenmedik şekilde zarar göreceğinden yakın bir zamanda kullanılamaz duruma gelecektir.
Yorgun bir günden kalan satler
  • Kamp yerine ulaştım, çadırımı en uygun nereye kurabilirim, diye düşünüyorum. En mükemmel seçenekler bir ağaç altı, bir çardak altı, bir saçak altı. Niye? Çünkü bu sayede hem yağıştan hem de çiyden koruyorum çadırımı.
  • Ayrıca çadırımı mümkünse rüzgâr alan bir yere kurmam hava dolaşımı açısından en mantıklısı. Ama asla suya yakın bir alanda kurmuyorum.
  • Kıyılarda genellikle ortaya çıkan tsunami (deprem dalgası) ve meddücezirden (gelgit olayı) ötürü su içinde kalma riski taşıdığından, %100 emin olamayacağım plajlarda ve denize çok yakın kumsal alanlarda kalmamalıyım.
  • Dere yataklarında ve çağlayan gibi akan dere kenarlarında kesinlikle kamp kurmamalıyım. Bulunduğum yerde hava şartları iyi olsa bile, derenin yukarı çığırlarında başlayacak bir sağanak yağış, dereyi aniden kabartarak şahsımı ve zor koşullarda edindiğim mülkiyet zincirimi tehlikeli bir hale sokabilir, hem kendimden hem de yatırımlarımdan olabilirim.
  • Demek ki, kamp yerimi deniz, dere, göl, akarsu, çay gibi sulak alanların en az 10 metre yüksekliğinde bir yerlere kurmalıyım.
  • Kamp yeri seçiminde sadece sulak alanlar riskli değildir. Kamp yerimin heyelan tehlikesine açık olmayan bir yerde olması gerekiyor. Gidip de erozyona, toprak kaymasına, çığ düşmesine müsait alanlara çadırımı kurmamalıyım.
  • Sağanak yağış var, şartları zorlayıp iyi şekilde barınmam lazım. Ama dikkat etmem gereken husus bir değil ki! En başta, yıldırım olasılığına karşı çok açık alanlarda kalmasam sanki daha iyi olacak gibi.
  • En iyisi mi, insanlara yakın, ama kolayca fark edilmeyecek kadar kuytu yerlerde kamp kurmalıyım. Bu insanların ‘cici’ olduklarına kanaat getirmeliyim. Yoksa “Hatırla Sevgili”de Deniz, Defne ve Harun’un başına gelenler benim de başıma gelebilir.
Zorunlu haller hukuku
  • Zorunlu haller dışında izin almadan milletin şahsi, özel arazilerinde konaklamayı aklımdan bile geçirmemeliyim. Herkes kendi ‘çiftçi’ ağabeyim gibi çok iyi niyetli olmayabilir. Arazisini, meyvesini, sebzesini vesaire korumak için saçmaları yağdırabilir üstüme. “Haydaaa, niye dur çekmedi ki!!!” diye sorgulamanın bir âlemi yok, adamın özel arazisi, tabi ki sıkar, sen niye giriyorsun elalemin tarlasına?
  • Tamam, bu hususu yüzbinlerce defa kafama kazımalıyım.
  • Eğer yapmak zorunda hissedip yerleşim bölgelerinde kamp kuracaksam belki de en sağlıklısı kolluk kuvvetlerinden izin almak. Ama bu kez de nesin, necisin gibi derin tartışmalar yaratabilir, çevre halkı huzursuz olabilir, altı üstü yapacağım bir veya birkaç gecelik konaklamam iğdiş edilebilir ve beni de kamp yaptığıma, yapacağıma pişman ederler.
  • Issız bölgelerde kamp kurarsam, geceleri zorunlu olmadıkça çadırımdan dışarıya çıkmamalıyım. Ne olur ne olmaz, iti vardır, çakalı vardır.
  • Ormanlık alanlar da kamp yapmak hem güzeldir hem eğlenceli. Ama eğer kafaya koydum orman içinde çadırımı kuracaksam, orman yangınlarına hassas bölgelerde kolayca terk edilebilecek noktalara kamp kurmalıyım ki, olası acil durumlarda bölgeyi güvenle terk edebileyim.
Bir kampa girmem nasıl gerekiyorsa öyle

Uf, çadırını oraya kurma böyle olur, buraya kurma şöyle olur. Amma da iş ha! Giderim ben de bir kamping alanına, kurarım çadırımı orada. [Galiba ben yıldızlı tesis olanaklarından kopamıyorum bir türlü… Lakin pes etmek yok; hani nerede kaldı macera dürtüsü? Macera!!!]

Tamam; görünüşe göre bu meseleyi deneye, deneye, usul usul aşacağım. Coğrafyanın neresine gidersem gideyim çadırda ve uyku tulumunda konaklamaktan büyük keyif alacağımı biliyorum. Ve yine şunu da biliyorum ki, Türkiye’nin (& Dünyanın) neresine gidersem gideyim, kampingler dışında, para harcamadan konaklamanın en kolay ve en güvenli kalınacak yerleri üç aşağı beş yukarı aynıdır: benzinciler ve büyükşehirler dışındaki küçük tren istasyonları, bazı parklar ve halk plajları. Ayrıca camiler, kiliseler, mabetler de güvenlidir.

  • Bunların dışında yol güzergâhım üzerinde dikkatimi çekebilecek pek çok güvenli ve ücretsiz kamp alanı tespit edebilirim. Hatta şansım yaver giderse birileri bana evini, kulübesini de açabilir. Ya da bahçesinde çadır kurmama izin verebilir. Her şey insani iletişime ve diyaloğa bağlı.
  • Ama neresi olursa olsun, seyrek veya yoğun fark etmez, araç trafiğine açık, karayolu kenarında, yol üstünde herhangi bir noktaya çadır kurmamalıyım.
  • Ya da ne bileyim, kısa bir dinlenme molası için bile olsa oralarda yan gelip yatmamalıyım. Hatta sevgili velespitimi yol kenarında bırakmamalıyım. Mümkünse onu da ikna edip, mis gibi çayırlara uzanmasını sağlamalıyım. E, onun da hakkı tabii!!
  • Hangi şartlar altında olursa olsun, geçici kamp kurduğum yer içime sinmezse, çadırımın üstüne bisikletle yolculuklar projemi temsil eden renkli bez flamayı uzaktan görünecek şekilde asmalıyım.

Gelelim çadıra…

Çadırımı kurdum, oldu da bitti maşallah deyip, hemen içine yerleşecek miyim?

  • Tabi ki hayır. Bir defa çadırımı kazıklarına bağlayıp, ipleriyle gerdirme işlemlerini tamamlamalıyım. Aksi takdirde, sabah güneşini nemli bir şekilde karşılayabilirim. “Çadırımın üstüne şıp dedi damladı” durumuyla karşılaşmak gibi…
  • Kamp yerimi köpekler başta olmak üzere çeşitli türden ‘vahşi’ hayvanlar ziyaret edebilir. Bu ziyaretleri en aza indirmek için kokulu gıdalardan uzak durmalıyım.
  • Yırtıcı hayvanlar dedim de onlara katiyen bulaşmamalıyım, onları rahatsız etmemeli, lüzum gördüğümde sadece uzaktan izleyip fotoğraflarını çekmeli ve/veya görüntülerini kaydetmeliyim. Kendilerini bir süre izledikten sonra da o bölgeden yavaşça uzaklaşmalıyım.
  • Çevreyi heyecanla kolaçan ederken tanımadığım bitkilerle karşılaşırsam kesinlikle ellememeli, elime, ağzıma götürüp tadına bakmamalıyım. Çok hoşuma giden renklerde ve canlılıkta da olsa tüketmeye kalkışmamalıyım.
  • Doğada yer alan mantarlara elimi sürmemeliyim.

Kullanacağım çadırın materyalini ve ekli malzemelerini seçerken tasarım ve dayanıklılığı konusunda kaliteli ve kullanışlı olmasına dikkat etmem gerekiyor. Tüm zamanların üretilmiş en iyi çadırlarından biri olması kuşkusuz ‘üç’ ya da ‘dört’ mevsim her türlü doğa koşullarında sorunsuz bir konaklama yapmamı sağlayacaktır. Ayrıca en az iki kişilik bir çadır olmalı ama öte yandan ağırlığı ve kapladığı alanı da dikkate almamda fayda var. Bu şartları karşılayan çadır markaları var ancak teknik çadırlar olduğundan muntazam bir şekilde çadırı kurmaya kalktığımda biraz zaman alacağı aşikâr.

Bunu ister miyim?

Şayet çok sık aralıklarla çadır kuracaksam yukarıdaki çadır bu isteğimi karşılamayacaktır. Çünkü o sert iklimlere karşı dayanıklı bir tür. Eğer kolay kurulabilen ama yine dayanıklı, iki kişilik bir marka seçeceksem şu yedi şeye dikkat etmem gerekiyor:

  • 4 mevsim kullanıma dayanıklı.
  • Çadır yandan ve iki kapıya sahip olmalı.
  • Kazık çakmadan kurulmalı.
  • Çadırın içinde bisiklet çantalarımı koyabilecek kadar kapalı bir bagaj alanına sahip olmalı.
  • Taşınabilirliği elverişli ve hafif olmalı.
  • Üst tentenin altında tamamen sineklikten oluşan penceresi olmalı ki geceleri gökyüzündeki yıldızları seyredebileyim.
  • Yüklüğüm (bisiklet çantalarım) için kapı önleri boşluk alan olmalı ki tehdit durumlarında acil çıkışları engellemesinler.
  • Eğer velespitim izin verir ya da iki kişi yola çıkarsak, iki çadırı da edinmek en mantıklısı.

Üçkâğıtçı Uyku Tulumu

Tercih edeceğim uyku tulumu, kafaya taktığım her coğrafyaya gideceğimi varsayarsam, hastalanma riskini asgariye indirecek bir materyalden olmalı. Normal şartlarda gideceğim bölgelerin sıcaklık durumuna göre kaz tüyü gibi çok düşük sıcaklıklara dayanan da olabilir, sentetik gibi az yer kaplayıp iyi havalar için olanlara da. Sıcaklar dert değil de, soğuk iklimlerde -40’lar ve daha altı, uyku tulumunun seçiminde ciddi endişeler doğurabilir. En iyisi uzmanlardan ders çıkarmalı. Ayrıca ağırlığını ve hacmini kontrol etmeyi unutmamalıyım.

Yani şimdi kısa zamanda yapmayı planladığım üç mevsimlik bir uyku tulumum zaten var. Kışa kadar yapacağım turlarda 10-12 derece konfor sıcaklığında ince bir uyku tulumu ya da polar bir battaniye bile işimi görür. Ege’nin ve Akdeniz’in meşhur nem oranı yüksek hava sıcaklığında geceleri aşırı bunaltabileceğinden, çadırımdayken tulum içinde yatma eğiliminden sıvışabilirim. Ancak yine de iç ve yüksek bölgelere, yaylalara, zirveye seyahat ettiğimde, dondurucu yaz sabahları sebebiyle işimi şansa bırakmamak için üç mevsimlik bu uyku tulumum en garantisi olacaktır.

Sert Zemine Yumuşak Ton

Çadırı kurdum, uyku tulumumu bir kenara koydum. Ama altını beslemem lazım. Yoksa bel fıtığım azabilir. Tuluma yakışır bir mata ihtiyacım var. Mat alırken üç noktaya dikkat etmeliyim:

1) Bagaj çantamda kapladığı hacim

2) Sıcaklık değeri (R-değeri)

3) Beden ölçüsü…

Pompayla ya da nefesle şişen mat kalın ve sıcaklık değeri yüksek olduğu için belki daha konforlu ama patlama olasılıkları yüksek ve daha ağır olmaları bakımından sıkıntılı.

Her şeyin illa bir iyi, bir de kötü tarafı yok mu adamı hasta eder. Tüketicilerin bu psikolojisini çok iyi ölçen üreticiler neden her şeyi bir arada kaliteli mal üretmezler? Acaba neden?.. neden??.. Eh, şimdi, kalkıp burada vahşi kapitalizmden girip, sosyal tüketici psikolojilerin ekonomi üzerinde yarattığı derin dalgalara, oradan faiz, enflasyon ve işsizlik üçlüsünün imal ettiği sansasyonel çalkantılara dalıp çok gereksiz ve fakat uzun bir iktisadi çözümleme yapmayacağım. Gerek de yok. Alacaksan al kardeşim, almayacaksan: …………………

Yani şimdi “Velespit Turne” demokrasimizde, kesin çözümler üretmek bizim beceri kapasitemize bağlı… Misal, sıcak gecelerde alırım tulumumu altlık olarak kullanırım, soğuk gecelerde… hımm, bunu bilemedim şimdi, biraz şey, efkârıumumiye etmem lazım…

Karda izler bırakıyorum avcılar peşime düşsün

Çarşaf çarşaf yazıyorum… da hafif pamuklu çarşafı serdim mi plastiğin üzerinde nasıl olur diye düşünmüyorum; herhalde pek keyifli bulmam böyle yatmayı. O vakit, ne yapmalı? Çözüm ipek çarşaf! Hımm… Adı bile iç gıdıklayıcı… İpekten iç çarşaf, uyku tulumuyla doğrudan teması engellediği için temizlik kolaylığı sağlıyor deniliyor. Velhasıl sadece çarşafımı yıkıyorum ve böylece uyku tulumum pis ayak ve bilumum kokulardan (ıyy! öğğ!) arındırılmış, temiz kalarak ömrü uzuyor.

Böyle bir çarşafım olsun sıcak yaz gecelerinde uyku tulumunu atar savururum bir köşeye, yatarım çarşafımın üzerinde ipekli, ipekli. 🙂

Ama çarşaf kadar hassas olan bir şey de kuş tüyü yastığım. Neden? Çünkü öncelikle iyi bir uykuya ihtiyacım var. Ertesi günün programı için zinde olmalıyım. Katlanabilen ya da şişebilen yastıklar bagajda çok az yer kaplıyormuş. Bunlardan edineceğim. Da, acaba gitmişken bir de yastık kılıfı siparişi versem mi? Bence öyle spesiyal, çiçek desenli, dantelli bir yastık kılıfına gerek yok, plastik ile temas etmek istemiyorsam, giysilerim ne işe yarıyor ki? Koyarım birini, mis gibi sabun kokuları arasında ne rüyalar görürüm.

Akşamı Geciktirebilirim Belki

Çadırımın gerek içindeyken, gerekse dışındayken önemli bir donanıma daha ihtiyacım var; bunun adı da ‘kafa lambası’. İyi kafa yapan cinsten. Zifiri karanlıkta ellerimin serbest çalışmasını sağlar, odaklanmam gereken işe rahatlıkla yumulabilirim. Üstelik bir de kırmızı ışığı varsa dışarıda çadır çevresinde turlarken etrafta pek de dikkat çekmem. Zira tuvalet ihtiyacım olduğunda sabahı bekleyecek halim yok ya; adam prostat oluyormuş, öyle diyooo-lar.

Çocukluğumuzda da böylesi wc ortamlarını çok görmüşlüğüm ve tatbik etmişliğim vardır. O kömür karası karanlık havada helaya ulaşana kadar sayıklamadığımız dualar kalmazdı. Yoktu ki kafamızda bir kırmızı ışık!

Ben yine ne olur olmaz büyük spot el fenerimi de götüreceğim yanımda.

Uygun kamp alanını seçtim, çadırımı kurdum, dışını kamufle ettim, içini dayadım döşedim. Dışarıda gereken emniyet şeridimi de çektim. Yok, öyle ‘olay yeri’ kolluklarının çektiği bant şeritlerden değil tabii. Fiktif bu. Ama çevrede ne var ne yok koşullara göre barikatımı, pusumu, mevziimi, taş mermilerimi, odun parçalarından yonttuğum mızrağımı, topuz, değnek ve kriket sopamı, kum torbası, kum çukuru, hendek artık ne varsa hazır hale getirmişim; içim rahat. Ne o hemşerim, savaşa mı hazırlık, altı üstü bir kamp?.. E-mmm, ne yapayım askerliğimi zor coğrafya koşullarında emniyet bölüğünde yaptım da!! Alışkanlık işte. Huy bedenden çıkmıyor ki. İster istemez tepki veriyor doğaya.

Neyse bu kadar abartmayayım ama harbiden emniyet çemberi önemli. Nerede olursam olayım, geçmişin tecrübelerini taşıyoruz yüklüğümüzde ne de olsa.

Mutfağın Kokusu Doğaya Taşsın

Sıra şimdi mutfağımızı döşemeye geldi, değil mi? Yolculuklarımın büyük kısmında kendim pişirip kendim yiyeceksem, hem de üstelik aylık bütçemi kontrol altında tutacaksam, arzu ettiğim yemekleri yapma isteğinde olacaksam, birtakım pratik mutfak gereçlerini de bagaj çantamın bir köşesine stoklamam lazım.

Ocakla başlayayım…

Kamp ocağımı her türlü yakıtla çalışabilir ve pompası plastik olmayanından tercih edeceğim. Yeter ki montajı, bakımı gayet kolay olsun; hafif ve dayanıklı olsun; fazla yer kaplamasın; tozlu ve kumlu ortamlarda mükemmel performans sergilesin. Gittiğim bölgelerde mutlaka yedek parçasını bulabileceğim bir ürün olsun. Yine de işi sağlama alıp, yanımda nozül ve pompa bulundurayım, ne olur ne olmaz.

Tencere tava hep aynı hava

Ocakta pişireceğim yemekler için çiftli tencere ve tava setleri mevcut. Bunlar benim gözdelerim. Teflon tercihimdir.

Çaydanlık yolculuğun bir su damacanası kadar hayati levazımı. Termos ise onun kankası gibi olur. Çaydanlıkta akşamları çay demlerim. Sabah kankası termosa yedekleme yaparım. Yolda molalarda susuzluğumu giderir, muhteşem göl veya dağ manzaralı bir vadide soluklanırken keyif çatabilirim. Hatta yolda bir arkadaş çıkar, “Çayın var mı birader, der” sıhhatle paylaşırım.

Çayı, kahveyi ne ile içeceğim? Elbette bunun için titanyum kupalardan edinmem gerekiyor. Hem hafif, hem uzun ömürlü. (Belki asortik olsun diye ahşap olanları da tercih edebilirim.)

Tabak çanak kokulu yemek yapak

Keza tabaklarım, çatal, kaşık, bıçak takımım da titanyum olmalı. Yıkadıkça pas tutmasın. İşleyen demir pas tutmaz misali. Bunlar çeşitli formlarda var. Ben az önce belirttiğim üzere aslında tahta olan imalatları da seviyorum. Yemeğin lezzeti bir farklı oluyor sanki. Sanırım bunlardan da birer adet stok yapmalıyım.

İsviçre bıçağı multi fonksiyonel. Konserve açacağı, bira kapağı açacağı dâhil bir sürü işe yarar parçacığı var ufacık aletin içinde.

Ne şarap, ne sevda, varsa yoksa damacana…

Su filtresi özellikle yolda karşıma çıkabilecek her türlü çeşme, yalak, çağlayık suyunun cinsinin ne olduğunu anlayamayacağım, kaynağının nereden geldiğini bilemeyeceğim için içmeden önce birkaç defa düşünmem gerekebilir. Ya da en iyisi mi tedarikime bir su filtresi alayım bütün kaygılarımı ortadan kaldırsın. Bunu ayrıca kampinglerde, pansiyonlarda da kullanabilirim.

Avrupalılar çok zeki (?!) suyu en az 1€’dan satıyorlar. Tuvaletiniz geldi o da 1€. Yani içtiğiniz su size 2€’a patlıyor. Oh, bari kırsal yolda, doğada, wc ‘free’; suyu da özgür ve bağımsız kullanmak için bu tortu, kum, çamur, bulanıklık, renk, koku, kötü tat, parazit ve parazit yumurtalarını, kurt, ağır metal iyonlarını sudan ayrıştıran ve içilecek bir kaliteye getiren su arıtma sistemine yatırım yapmaktan ziyan olmaz. Yemeksiz günlerce olur da susuz olmaz, su ab-ı hayattır ve ihtiyaç duyduğum her anımda bu kaşık kadar faydalı alet olmalı ki her türlü kaynağı korkmadan kullanabileyim.

Ne gülü, bülbülü, gülşeni, heybenin dibine çöreklenmiş önemsiz şeyleri

Listemde yer alan diğer ıvır zıvırlar zaten ultra küçük şeyler. Öyle aman aman detay yazmaya gerek yok. Semt pazarlarından, ‘üç kağatçı’, ‘cheap jack’ ucuzcu dükkânlardan bile sağlanabilir. Daha önce tafsilatlı yazarım demiştim ama kibrit çöpünün, çöp torbasının, tüm saklama kaplarının, çamaşır ipinin, mandalların, iğnenin, yapıştırıcının nesini yazayım. Al gitsin. Yer kaplamaz, koku yapmaz. Baktım ki kullanışlı olmayan şeyler var, yoldan geçerken gördüğüm bir ağaca çaput bağlar gibi bağlar, en iyi dileklerimi sunarım. Fakirin biri görür, alır ve kullanım değeri artar.

Belki de son olarak yazmam gereken…

Yedek parça setim arasında yer alacak en önemli şey yedek çadır çubukları. Aksi halde ağaç, kütük, ne var ne yoksa, hatta gürgen, kızılcık dallarından çözüm üretmeye çalışmak zorunda kalabilirim. Kazıklar ise en dayanıklı olanlardan olmalı ki iki çekiçte ağzı, kafası bana yan bakmasın.

Daha Tatlı Kelime Yok, “Yarın”dan

Zannımca benim için, geçireceğim ilk yalnız gece, gecelerimin ilki olacak.

O anı sabırsızlıkla bekliyorum. Kendi hayati tecrübelerimden biliyorum ki her şeyin ilki son derece önemlidir. İlk deney başarılı ve sorunsuz geçerse, motivasyon giderek artar; ancak daha baştan bir sorun yaşanırsa, ikincisi ve sonrasında endişeler katlayarak gelişir.

O kadar çok farklı bölgede kamp kurmayı planlıyorum ki her arazi koşulunda edineceğim özgün tecrübeler bana yirmi altı sene öncesini hatırlatmaya yetecektir: İlk zamanlar zorlu ve stresli…

Bazı zamanlar bir anahtar deliğine sokmaya çalıştığım anahtarımın gıcırtılı sesini duyacağım, güvenli bir eve girmenin rahatlığını, kolaylığını hissedeceğim, sıcak, çağlayan gibi akan bir duşu özleyeceğim, köpükleri sayacağım, havada baloncuklar halinde uçuşan, sonra yere düştüğünde sönen, çalışma masam ile koltuğum, yüzlerce kitabı içinde barındıran dev kütüphanem burnumda tütecek, son on yıldır üzerinde çalıştığım yaşam hatıralarım ve daha nice çalışmalarım beni sabırla bekleyecek, belki o yollardan bir gün dönerim diye…

Bazı zamanlar bir fırın dolusu kurabiyeyi düşleyeceğim, sevdiğim en sıcak yemekleri ve zeytinyağlıları, el emeği sütlü, hamurdan envaı çeşit tatlıları özleyeceğim, her seferinde çıkıp gelecek bir rahat yatak bekliyor olacak kapının önünde…

Elâlem varsın korkakmış desin

Ben kamp yaparak çadırda konaklamayı, hem dışardaki hem içerdeki atmosferi koklamayı o kadar çok seviyorum ki, ne çamur ne balçık, ne kuvvetli rüzgâr, ne sağanak yağış, ne ikisi ne dördü, ayaklı ayaksızı, isterse topu birden gelsin vız gelir bana vız, vızzzz… Tıpkı Nazım’ın meşhur dizelerindeki gibi: “o duvar.. o duvarınız, vız gelir bize vız!

O kadar çok sayıda çadır kurup konaklayacağım ki her seferinde yalnızlığımı yenmeyi başaracak, gönül rahatlığımı besleyeceğim. Ve böylelikle o kemik söylentilerin heyula gibi havada dolaştığı efsunlu ‘vahşi’ doğada kamp yapma sanatında uzmanlaşmaya başladığımı fark edeceğim. Ondan sonra gelsin dünya turu!!!

Arazide uyumak yaşamımın bir parçası olacak ve ben o parçayı bir türlü söküp atamayacağım içimden. Doğa ananın kollarına özgürce saldığımda kendimi ve doğa özgürce kucakladığında beni Nazım usta usulcacık fısıldıyor olacak kulağıma:

Yarısı buradaysa kalbimin

yarısı Çin’dedir, doktor

Sarı nehre doğru akan

ordunun içindedir

Sonra her şafak vakti, doktor

her şafak vakti kalbim

Yunanistan’da kurşuna diziliyor.

Sonra, bizim burada mahkûmlar uykuya varıp

revirden el ayak çekilince

kalbim Çamlıca’ da bir harap konaktadır

her gece, Doktor..

Sonra şu on yıldan bu yana 

benim fakir milletime ikram edebildiğim

Bir tek elmam var elimde, doktor

Bir kırmızı elma:

kalbim..

Ne arteryo skleroz, ne nikotin ne hapis..

işte bu yüzden, doktorcuğum, bu yüzden 

bende bu angina pektoris

Bakıyorum geceye demirlerden 

ve iman tahtamın üstündeki korkunç baskıya rağmen

kalbim en uzak yıldızla birlikte çarpıyor…

***…***…***

Önce Yerin Gelir Aklıma

Her seferinde farklı, bana hiç tanıdık gelmeyen, yabancı bir bölgede kamp yapacağım için öncelikle konaklayacağım yeri iyice etüt etmem gerekecek.

Her defasında kendisini tekrarlayan risk elementi; belki aşina olduğum, belki tamamen yenisi.

Durup muhteşem bir kamp alanının tadını çıkarmalı mıyım? Yoksa zorluklara göğüs gererek yapabildiğim kadar kilometre mi yapmalıyım?

Eğer bir yerleşim merkezine yakınsam, oraya varıp geceyi orada mı geçirmeliyim, yoksa hiç durmadan onu pas geçip yoluma devam mı etmeliyim? O köy/kasaba/şehir merkezi akşam hava kararmadan geçebileceğim kadar küçük mü? Diğer çıkışta emniyetli, kimsenin beni göremeyeceği, bir nokta var mı? Yoksa ilk gördüğüm yere yanaşıp çadırımı kurabilir miyim? Çadırımı hemen kurabilecek miyim? Yoksa karanlığı beklemeli miyim? Çevrede uyumlu insanlar var mı? Onlara ne kadar güvenebilirim? Diyaloğa girmeli miyim? Yoksa basıp gitmek mi en iyisi?

Kamp yapacağım arazi nereye kadar uzuyor? Beni fark eden olur mu? Bir köprünün altına mı saklanmalıyım? Ya da bir ormanın içine? Kamp için izin istesem mi? Evet, bu kesinlikle her zaman en güvenilir yöntem, ama bu akşam hiç tanımadığım insanlara ne yapmaya çalıştığımı anlatacak enerjiyi kendimde bulabiliyor muyum? Karanlık basana kadar hızlı pedal çevirsem bu enerjiyi kendimde hissedebiliyor muyum? Yoksa erkenden yiyebileceğim yemeğin tadına varıp, demleyeceğim çayın yanında bir kek parçası ve kendime ayırabileceğim günün geri kalan bol zamanında kitabımı okumak mı daha cazip? Durmak ve kamp yapmak için yeterli stokum var mı?

İşte bu sorular her güne mükemmel başlayan güzel ve heyecanlı sürüşün muhtemelen gün sona ererken, karanlık çökmeden önce başıma üşüşecek kritik sorulardan bir kısmı.

İstersen al götür beni…

Herhalde normal olarak her sürüş günümde güneş uykuya yatmaya başlayınca, çevrede kamp kuracağım yeri aramaya başlayacağım. Kamp alanının güvenli olmasına, tuvalet ve çeşme bulunmasına, temiz ve rahat bir yer olmasına ve insanlara çok uzak olmamasına, yakınlarda mümkünse bakkal, kahve gibi bir yerin olmasına, insanların bakışlarına dikkat ederek en uygun yeri bulur bulmaz oraya yerleşirim diye düşünüyorum. Eğer varış yerime geç geldiysem ve konum itibariyle çadır kurmaya ihtiyaç duymazsam sadece uyku tulumumun fermuarlı koynunda bile uyuyabilirim.

Aslında kamp yeri bulmada nahoş gerilimlerden uzak durmak için en sıhhatlisi jandarmaya veya köy muhtarlarına hiç sormadan, insanların kolay kolay fark edemeyecekleri ve fakat insanları rahatsız etmeyecek, onlara çok uzak olmayan tehlikesiz köşeleri kamp alanı olarak kullanmamda sakınca olmaz. Şimdi kalkar birilerine “Abi/abla ben şurada kamp kurmak istiyorum, sorun olmaz değil mi?” diye sorunca zaten sorunun şeklinden kıl kapabilirler ve kafalarını sallarlar. Sonra ben de “olmaz değil mi” yerine acaba “olur mu?” deseydim gibi sözcük çatışmasının içine sokabilirim kendimi. Dünyanın en tatlı insanları bile sırf işgüzar duyarlıklarından beğendiğim yerde konaklamama kırmızı kart gösterebilirler.

Üstelik kimi yerler vardır kamp kurmaya, çadır kurmaya müsait değildir. Böyle bir durumla karşılaşırsam yapabileceğim en doğru hareket doğru bir barınağı aramak olacaktır. Örneğin tren istasyonlarının, şehirlerarası otobüs terminallerinin ve vapur iskelelerinin bekleme salonları, uyduruk da olsa terk edilmiş bir kulübe, sadece bir kaç saat sızıp dinleneceğim için geceyi geçirebileceğim en elverişli yerlerdir. Belki bir yolunu bulur uyku tulumunu da deneme fırsatını değerlendiririm. Gerçi açık havada yıldızların ve ay ışığının altında yapılan bir uyku gibi olmaz ama idare edeceğiz artık.

Konaklamaya illa para vermeyi düşünürsem önceliğim her zaman kampinglerde kalmak olur. İkinci sırayı begonvilli pansiyonlar ve sonrasında da yol üstü sade moteller alabilir.

Kampa Veda

Kamp yaptığım yeri terk ederken yapmam ya da yapmamam gereken bazı altın ve gümüş kuralları da kendime bir ‘çevreci’, bir ‘doğasever’ olarak hatırlatayım dedim:

  • Geçici koşullarda isteyerek, beğenerek değiştirdiğim mekânı eski mevcut haline çevirmeliyim.
  • Kamp yaptığım yeri gönüllü terk ederken arkamda zırnık çöp bırakmamalıyım. Bu bir kamping tesisi, benzinci, bekleme salonu vesaire olabilir.
  • Eğer doğanın göbeğinde konaklamışsam etrafta çöp bidonu bulamayacağım için iki seçeneğim var. Ya bir süre yanımda taşıyıp bir yerleşim merkezine vardığımda çöp bidonuna sallayacağım, ya da örgensel artıklarımı görünmeyecek şekilde doğa ananın koynuna bırakabileceğim.
  • Ormanlar ve benzinlikler gibi ateşe hassas kamp yerlerinde açık alevli ateşler kesinlikle yakmamalıyım.
  • Ola ki bir yerlerde ateş yakma ihtiyacım oldu, onu söndürmeden, söndüğüne emin olmadan, uykuya dalmamalıyım ve kamp yerini terk etmemeliyim.
  • Her zaman ateş yaktığım yeri iyice temizlemeliyim.
  • Cam şişeler kullanmışsam bunları rastgele bir yerlere fırlatmamalıyım. Daha sonra güneş kardeş onları mercek zanneder yangın çıkartabilir.

Ben her sabah programıma erken başlamak istiyorum. Ama yol güzergâhımın üzerindeki bazı ıssız bölgelerde köpekler hâlâ aktif olabilir, kahvaltımı ederken kısa bir durum değerlendirmesiyle çıkış saatimde kaçınılmaz olan değişikliği yapabilirim. En iyimser tahminle kampı toplayıp yola çıkmak. Besin değeri kuvvetli bir kahvaltı dâhil yaklaşık 1 saatimi bulacaktır.

Guinness rekorlar kitabına adımı yazdırabileceğim bir rekor peşinde değilim. Gerek dünya turunu önceleyen çok yönlü Türkiye turnelerinde gerek dünya çevresinde dolanacağım genel tur hayatımı basit, rahat fakat güvenli geçirmek niyetindeyim. Dolayısıyla her koşulda kafamın rahatlığından taviz vermeyeceğimi hem kendime hem velespitime söz veriyorum.

***…***

(*) Önceki Makale: “Çıktığım Yolculuklarda Kamp Ekipmanı Bakımı”

(*) Sonraki Makale: “Beslenme Çantasında Kül Rengi Sabahlar

Bir sonraki “Kamp Alanında Yemek Pişirme” serüveninde görüşmek üzere; sevgiyle kalın,

Gezenti Şeref

***

>>> [iÇERİKdİZİNİ]

error: Content is protected !!