ÜTOPYA… Güneş altında görülen fotoğraflar, bir cam ardında olan biten kadar ilginç değildir hiçbir zaman… Bu karanlık ya da ışıklı delikte yaşam yaşar, yaşam düşe dalar, yaşam acı çeker…
gEZENTİ şEREF ~ E-2017/053 4
Esinti Tarihi: Cumartesi, 22/07/2017
Her gezi başı, ortası ve sonu olan bir öyküdür, ya da öyle olması gerekir. Dahası benzersizdir. Velespit Turne’lerimde, gerek kendine özgü mütevazı Türkiye turlarımda gerekse çalımlı bir Dünya Turu’nda, planladığım yolculuklar daha önce yüzlerce kez yapılmış olabilir, ancak benim kendi deneyimim yenidir ve çekeceğim görüntülerin de öyle olması gerekir.
Fotoğraf Öyküleri
Çekeceğim fotoğraflar ve video kayıtları, birlikte yolculuk yaptığım kişileri, gittiğimiz yerde tanıştığımız yöre sakinlerini, orada olduğumuz sürece yaşadığımız olay ve faaliyetleri belgeleyerek bana özel bir geziyi yansıtmalıdır.
Söz gelimi doğanın ortasında herkes güzel dağ fotoğrafları çekmeyi sever, ama gerçek şu ki bu fotoğrafların hepsi beni cezbetmez. Eğer bir öyküsü de varsa o zaman belki. İyi gezi fotoğrafları ve videoları bir yerde yaşanan deneyimle ilgilidir; sadece manzarayı değil, o manzarayla bütünleşen insanı da yansıtır. Gezilerimde meselem sepetimi abur cuburla doldurmak değil, her bir gezinin sona erdiği noktada geriye bırakabileceğim güzel görüntülerle bir sonraki yoluma devam etmek de değil, ben çekeceğim hem fotoğrafların hem videoların çok özel bir yolculuğu çağrıştırmasını isterim.
Sonuçta herkesin kendine göre bir stili vardır ve bu da gezi fotoğrafı, video çekmenin tek bir doğru yolu olmadığını gösterir.
Sahne Kurulurken
Bana göre bir fotoğraf ve video çekim faaliyeti bir film seti kurmaya benzer. Orada, çekimin yapılacağı yerde, her şey bir esin kaynağı arayışıyla, yani senaryo ile başlar. Prodüksiyon öncesi hazırlıklarımı yaparım. Mekân hakkında bütün bilgileri toplamaya çalışırım. Güneşin doğuşu ve batışı ne kadar önemliyse, hava durumu raporuna da bir göz atmak önemli.
Yöresel kültür hakkında bir şeyler öğrenmek bana keyif verir. Halkın kendisinden dinlemek en doğrusu. Bunun mümkün olamayacağı yerlerde, internet erişimi sayesinde, web sitelerinden bilgi edinmek artık hem kolay hem bir alışkanlık. Yine hazırlık aşamasında bir çekim listesi yaparım kendime. Bunu fotoğrafı ve videosu çekilecek konu listesi olarak tanımlayabilirim. Bazı durumlarda izinler almam gerekebilir. Eğer çekim listemde kamuya açık alanlar ile resmi yerler bulunuyorsa yazılı izinler almadan çekim yapmak başımı derde sokabilir. Çünkü bir kompakt makine ile bir turist gibi çekim yapıldığında pek sorun çıkartmıyor kimse. Ama gelgelelim takım taklavatınızı çıkartır, tripodu kurarsanız hemen başınıza üşüşecektir yetkililer.
Bütün hazırlıklar tamamlanınca sıra çekimlerin prodüksiyonuna gelir.
Her çekimde dikkat etmeye çalıştığım hususlar şunlardır:
a) Kompozisyon
b) Işık
c) Pozlama
d) Flaş ihtiyacı ve Kullanımı
Yol, Resim, Video, Koleksiyon
Yolculuk esnasında en eğlenceli taraf eğer yalnız olacaksam selfie çekmek, yok eğer birlikte yolculuk ettiğim birileri varsa onları an be an fotoğraflama ve video kaydına almaktır diye düşünürüm. Özellikle çocukları fotoğraflamaya bayılırım. Bölge halkının insanlarını bazen onlara fark ettirmeden, bazen kendileriyle konuşup, müsaadelerini alıp fotoğraflamak da çok güzel bir duygudur. Sokak festivalleri örneğin bunun için muhteşem bir ortamdır.
Sokak dedim de, eğer kentin merkezindeysem işimi asla şansa bırakmam. Bir kentte gerek fotoğraf gerek video için ne çok malzeme bulunmaktadır, anlatamam. Muhtelif kültür, tarih, yemek, alışveriş, hoşça vakit geçirme olanakları, gece yaşamı ve bir dolu ilginç insan.
Bu yüzden sokak fotoğrafçılığına acayip sempati duyarım her fırsatta bunu farklı şekillerde uygularım. Bulunduğum şehrin nabzını tutar, neyi ne zaman çekeceğimi fotoğraf ve video listeme eklerim.
Zamanlamamı ve rotamı ayarladıktan sonra bir de keşif gezisi yaparım. Keşif gezisinde de bol fotoğraf çekerim. Boş durmam yani. Ama bunlar asıl çekimler değildir. Gerçi kimi zaman kompozisyonlar değişebiliyor ve ben keşifte yakaladığım şeyleri asıl çekimler için geri döndüğümde yerinde bulamayabiliyorum. Ama dert etmiyorum en azından elimde keşif sırasında yakaladığım görüntüler oluyor. Eğer o yerde uzun süre kalıyorsam, tekrar tekrar gitmekten sıkılmam, bu da o mekân için ne kadar hevesli olduğumu gösterir. Hele bir de aradığım mevsime denk düşmüşsem, of ki of, bundan daha muhteşem ne olabilir ki, diye kendimi alamam. Mesele zaten küçük küçük parçacıkları, ayrıntıları değil, önce büyük resmi görmektir. Zıtlıkları görmektir. Bunun için yerel halk ile turistleri karşılaştırmalı çekerim.
Ha, bir de etrafta çok sayıda yorgun simge ile karşılaşırım, bunlara hayat vermek de benim işim. Binaları, kişileri, objeleri, bitkileri, hayvanları bitkin ve durağan gördüğümde öyle bir canlandırma duygusu uyanır ki içimde onları öyle kendi hallerine bırakmak hiç işime gelmez.
Üretim Aşamasında Hayatımın En Mutlu Anı
Prodüksiyon sürecinde doğru pozisyonu bulmak için bayağı bir efor harcar, gayretkeş, zorlu ve zekice manevralar yapmaya özen gösteririm. Girişken olduğum kadar sabırlıyımdır da. Sakin olmak, yavaş olmak altın kuraldır benim için. Aynı zamanda görünmez olma yeteneğimi de konuşturmayı öğrendim; çok faydası oluyor.
Demin büyük resmi görmekten söz etmiştim. Yolculuklarda gezi fotoğrafçılığının bir başka ürünü de ayrıntılı veya ‘vurgu’ karakteridir. Tipik olarak yakın çekim olup, arşivimdeki dosya düzenine renk ve tat katmak üzere küçülterek eklediğim fotoğraf görüntüleridir bunlar.
Macera asla ve asla cansız olmaz. Olamaz. Bu yüzden ben doğa ve macera fotoğraflamalarında mutlaka canlı insan ve hayvan figürlerini kullanmayı yeğlerim. Çünkü o çekeceğim fotoğraf sadece manzarayı değil, o manzarayla bütünleşen insanı da, hayvanı da yansıtabilmeli. Yaban hayatı fotoğraflamak da böyle bir şey. Tıpkı nehir yolculuklarını fotoğraflamaya benzer.
Yapım Sonrası Koleksiyonumun İlk Çekirdeği
Prodüksiyon tamamlandı mı, sıra post-prodüksiyona gelir. Ben düzenleme işlerinden sıkılıyorum. Onun için çok iyi bir aile kadrosu mevcut. Amatör kalmayı seçtiğimden herhalde, öyle natürel paylaşmayı yeğliyorum. Ama profesyoneller, onlar illa düzenlemeler yapacak, efektlerle süsleyecekler. İkincisi daha hoş daha göze hitap eden tür elbet. Ama benim bunlara harcayacak vaktim yok. Yollarım uzun ve daha yapacak, gezip görülecek çok yerim var. Kaldı ki, turların anı-yaşam öyküleri de özgün bir kalemin ucundan çıkıyor. Bu prodüksiyon bile benim için çok pürüzlü ve vakit alıcı bir durum.
Sette Bezenmiş Karakterler
Bir yaşam öyküsü gibi alt alta dizilmiş “Velespit Turne” dizisinin yardımcı yönetmeni Bay X, “Dünyanın kuzeyinde çalışmak güneyinde çalışmaktan çok farklı değil,” şeklinde bir açıklama yaptı, “Kuzeyin hiçbir farkı yok. Bayan Y de burada. Kuzey sadece daha soğuk. Hepsi bu.”
“Bayan Y” yeşile kaçan göz renklidir. Hani “Trakya Deyip Geçme”yi yazıp aynı zamanda yapımcılığını da üstlenen; ayrıca “That Girl”ü yaratan photo-shopçu. Bay X oldukça deneyimli bir gezgindir; durum tragedyası ve trajikomik alanlarında uzmandır ve upuzun “Velespit Turne” dizisi onun yaratıcı denetimi altında gerçekleştirilmektedir. Her bölümün yönetmenliğini o yapmakta, öykü ve metin yazma, toplantılarına katılmakta ve programın yapımcısı unvanını, prodüksiyon hizmetlerini bizzat el emeğinden harmanlayarak çıkarmakta, bilumum otel, pansiyon ve kamping alanlarını kafasına göre seçmekte ve bir elinde fotoğraf kamerası, diğer ellinde video kamerası o görüntü senin, bu görüntü benim diyerek hababam koşturmaktadır.
Program şimdi onun olmakla birlikte, “Velespit Turne” dizisi ismen başka dünya turlamalarını çağrıştırsa da Bay X, o hayali turneleri yaratmamıştır. Yaratıcısı olan bir yığın sorumlu öykü editörü olan gezginlerdir. “Velespit Turne”de zaman zaman serbest çalışan yazarlar kullanılmakla birlikte, metin yazma işinin büyük bölümü ve yeniden yazma işlemi Bay X tarafından, Bayan Y’nin yardımı ve yönlendirmesiyle gerçekleştirilir. Öykülerin geliştirilmesi ve bir metnin mükemmelleştirilinceye değin yeniden-yazılması tam zamanlı bir iştir; ama şebeke durum tragedyası ve trajikomedisi yazarlarının çoğu bir mevsim içinde birkaç metin hazırlamak üzere bağlanmışlardır; anlayacağınız gece gündüz çalışır bunlar.
Sorumluluk veya hesap verebilirlik
Ne var ki, bir seri program yapımının metinler ve oyunculardan başka daha bir sürü yönü vardır ve gerek şebekelerde, gerekse bir dizi yapımcısı olarak bir hayli deneyime sahip olan koordinatör Bayan Yy, gündelik işlemlerin sorumluluğunu yüklenmiştir. Bayan Yy’nin sorumluluğu: mali bütçeler, çalışma programları, mekân ve kurgu imkânlarının düzenlenmesi ile başlar. Ayrıca oyuncularla ilgili kararlara katılır, sanat yönetmeni Bay Xx’le birlikte çalışır; ve yapımda dikkat edilmesi gereken daha birçok ayrıntıdan Bayan Yy sorumludur. O aynı zamanda yapımcı Bayan Y’nin gözü kulağıdır, birlikte çalışır.
Tipik bir durum tragedyasının (gezi rotasındaki herhangi bir mekân ve o mekânda yaşanan olayların çekimi) yarım saati yaklaşık kocaman sıfırlarla telaffuz edilemeyecek kadar küçük dolarlı bütçeye mal olur ve bu paranın önemli bölümü oyunculara, yazarlara ve yönetmene değil, ne yazık ki, yapılan tura, tur keyfiliğine, konaklamaya, yemeye-içmeye ve tarihsel, kültürel ve sanatsal aktivitelerdeki katılım paylarına ve bazen küçük bahşişlerle yerel halkın sevgi dolu çocuklarına ve her türlü bakım & onarım işlerine harcanır.
“Velespit Turne”nin her bir bölümü için kabaca dört ila on iki hafta arası bir zaman gerekir. Bu öykünün Bay X’e sipariş edilmesini; birinci, ikinci ve nihai taslağın yazılmasını; nihayet provaları, çekimi ve kurguyu içerir.
İşte “Velespit Turne”nin tipik bir haftasının özeti:
Haftanın ilk günü böyle başlar hikâye
Pazartesi sabahı, oyuncular sahnede uzun bir masanın çevresinde otururlar ve metni yazar asistanlar varsa onlara ve yapımcılara okurlar. Bu kâğıda yazılı sözcüklerin oyuncular tarafından ilk kez sesli olarak dillendirilmesi olduğu için, değişiklikler yapılması kaçınılmazdır. “Velespit Turne”nin yazar kadrosu (Bay X ve mürettebatı) karakterleri iyice tanımakta ve anlamaktadırlar, dolayısıyla aslında değişiklikler çok az sayıda yapılır. Ancak iş için yanlış oyuncular tutulduğunda, metin kötü biçimde redakte edildiğinde bu oturumlar çok karmaşık ve kaotik olabilir; “Velespit Turne”de hemen her şey düzgün biçimde yürür. Değişiklikler yapılır ve Bayan Yy (onun yokluğunda Bayan Y, onun yokluğunda da Bay X) oyunculara vurgu ve zamanlamayla ilgili bazı önerilerde bulunur.
Öğle yemeğinden soma provalar başlar ve günün sonunda tüm program bloke edilir. Oyuncular temel konumlarını, temel hareketlerini –ve repliklerinin çoğunu ezbere bilirler. Bazı sahneler yazılı haliyle de komiktir (yani replikler bizzat matraktır) ama çoğu sahne, oyuncuların Bay X’le birlikte çalışmalarıyla ve bu sahneleri en iyi şekilde nasıl oynayacaklarını ondan öğrenmeleriyle hayat kazanır. Oyunculardan birinin yeni doğmuş minik bebeği seti ziyarete geldiğinde, tüm çalışmalar yirmi dakika kesilir; bu sırada “Velespit Turne” personeli ve ekibinin aile duygusunu görmek mümkündür.
Geldik mi ertesi güne…
Daha sonra çalışmaya dönülür ve Salı gününün (ki bütün gün prova yapılır) bitiminde program şebeke yetkililerince seyredilmeye hazırdır. Bu seyir oturumu çok keyifli olur. Herkes çok eğlenir. Arada bir iki aksama da olabilir (çocuklardan ikisi sahne arkasında koştururken biri bir sahne işaretini kaçırır; Bay X bu durumda şöyle der: “Nihayetinde çocuktur onlar; arada bir çocuk gibi davranmaya hakları vardır”) ama program sadece iki gün içinde biçim almıştır. Şebeke sorumluları birkaç soru sorar, bir iki öneride bulunur ve programın şimdiye kadarki durumundan ne kadar hoşnut olduklarını gösterirler.
Hafta ortasıyla sevişmeler
Çarşamba sabahı oyuncu ekibi kamerasız son bir prova daha yapar; belli sahnelerin cilası atılır ve programı bir kez daha prova ederler. Bayan Y ve yardımcısı Bayan Yy tüm öğleden sonrayı kamera çekimlerini geliştirerek ve çekim metnini işaretleyerek geçirirler. Oyuncular ise bu arada repliklerini iyice ezberlerler; yarın sahnede metnin kullanılmasına izin verilmeyecektir.
Sahne ışıkları ve mutluluk
Perşembe günü, oyuncular ilk kez kameranın önünde çalışırlar. Bay X artık sahnede sürdürmez çalışmasını; karargâhta yönetim odasındadır –ve oyuncularla iletişimini plato şefi, artık her kim gönüllü olduysa, aracılığıyla kurar. Kamera önünde replikler söylenirken ve rol yapılırken yine bazı problemler ortaya çıkar; dolayısıyla bütün gün programda bazı değişiklikler yapmakla geçer. Gün bittiğinde program şebeke yöneticilerinin izlemesi için hazır durumdadır. Yöneticiler yine birkaç öneride bulunurlar, ama artık program en ince noktasına kadar biçimlenmektedir.
Haftanın son mesaisinde şov gerçeği
Cuma artık gösteri günüdür. Sabah en son blokaj ve prova için kullanılır. Her defasında işler biraz daha iyiye gider. Replikler iyice kısaltılmış ve uygun bir biçime sokulmuştur; uzun görünen sahneler kırpılmıştır. Artık acemice hareketler, acemice ve kötü kamera açıları yoktur. İzleyici kostümlü prova için geldiğinden, herkesin kendine güveni gelmiştir.
Bu işlerden anlamayan yüz kişiyi bir film stüdyosuna sokup, onlardan gülmelerini istediğinizde gülmelerini sağlamak gerçekten incelikli hileler gerektirir. Normalde program başlamadan yaklaşık on beş dakika önce bir komedyen seyircilerin önüne çıkar ve program hakkında bir konuşma yapar, birkaç fıkra anlatır. Buna “ısınma” denir. Komedyen ısıtma işini yaptıktan sonra, Bay X sahneye çıkar ve oyuncuları tanıtır. Başrol oyuncularını ve diğerlerini tanıtırken izleyici alkış tutar (izleyicinin alkışlaması iyidir; böylelikle kendilerini programın bir parçası hissederler).
Sonra artık adet olduğu üzere Bay X, Bayan Y’den Rumeli Broadway’inde canlandırdığı ‘Helikopter Anne’ rolünden birkaç kuplelik şarkı söylemesini ister. Seyirci bundan sonra iyice havaya girer. Artık program başlamaya hazırdır.
Tekrardan ibaret sesli kayıtlar
“Velespit Turne” bazen bir, bazen iki, bazen de dört kamerayla kaydedilir. İzleyicilerin tepkileri canlı olarak kaydedilir ve daha sonra bu tepkilere bir de kahkaha kuşağı ilave edilir.
Kostümlü provadan sonra, oyuncular yönetmenin kayıt sırasında tuttuğu notları öğrenmek için soyunma odasında toplanırlar. İzleyiciler bazı repliklere tepki göstermemiştir; Bayan Y sorunun oyunda değil izleyicilerde olduğunu anlatır. Oyuncular ona tamamen güvenirler. Ama bazı replikler daha iyi olabilir, şuraya daha fazla vurgu konabilir; şurada o kadar hızlı dönme; tepki vermeden önce onun kalkmasını bekle, vesaire. Önerilerin sonuçları hemen görülür; kadronun yetenekleri, deneyimleri ve gülmece duygusu bu diziye olağanüstü biçimde oturmuştur doğrusu.
Yayın için yapılacak kayıttan önce yeni bir izleyici kitle platoya alınır. Genelde yayın için yapılacak kayıt, gerçekten yayınlanan programa çok benzer. Yani kurguda falan fazla oynamak gerekmeyecektir. Ve yayın kaydı yapılır.
Hafta sonu kişiye özeldir, uzatmalar oynanmaz…
Oyuncular için hafta sona ermiştir. Yeni bir metni pazartesi günü alacaklardır. Ama yapımcılar, yönetmen ve diğer yapım elemanları çalışmayı sürdürürler; çünkü program henüz tamamlanmamıştır ve hazırlanması gereken daha başka programlar bulunmaktadır. “Velespit Turne”nin kaba kurgusu (off-line) bir veya iki gün, ince kurgusu (on-line) ise bir gün alır. Kurgu bittikten sonra kahkaha kuşağının eklenmesi işlemi yapılır (bunun İngilizcesi ‘sweetening’dir). Bu iş için bantlar karargâh adresine gönderilir.
“Velespit Turne” serisinin bölümleri biri bitip diğeri başlayacak şekilde gerçekleştirilmez. Herhangi bir anda, genellikle çeşitli gelişme ve yapım evresinde bulunan beş ila on bölüm vardır. Bir metin yazılırken, bir başkası değerlendirilmekte ve ikinci veya üçüncü taslak için yazara geri verilmekte, bir başkasının metni şebeke tarafından değerlendirilmekte; yapıma hazır metinlerden ikisi oyuncuların elinde bulunmaktadır. Bu haftanın bölümü platoda prova edilirken, önceki haftanın bölümüne kahkaha kuşağı ilave edilmekte veya şebekenin en son onayını beklemektedir.
İşte size olağanüstü bir prodüksiyon hikâyesi aktardım…
Tabii bilemiyorum Türkiye/Dünya turlarının her bir yerleşkesinde bunlar yaşanabilir mi? Belki yaşanır, belki yaşanmaz; önemli olan görüntü kayıt faaliyetlerini ciddiye almak lazım. Sadece o an değil iş paylaşımlar yapılmadan önceki dosya aktarımlarına ve düzenlemelerine geldiği zaman da.
Fotoğraf Sanatı Felsefe ile Bütünleşince
İnsanlık, çağlar öncesine dayanan alışkanlığıyla hala gerçeğin basit görüntüleriyle oyalanarak, akıl almaz bir şekilde Platon’un mağarasında oturmaya devam ediyor.
Oysa fotoğraflarla eğitilmiş olmak, daha eski, daha el emeği değmiş görüntülerle eğitilmiş olmaya benzemez. Bir kere, etrafımızda bizi kendilerine dikkat etmeye zorlayan çok daha fazla miktarda görüntü var artık.
Fotoğraflar, bize yeni bir görsel şifre öğretmek suretiyle, bakılmaya değer olan şeyler ile kendimizde onları gözlemleme hakkını bulduğumuz şeylere ilişkin görüşlerimizi değiştirip genişletiyorlar. Fotoğraflar bir dilbilgisi ve –daha da önemlisi– bir görme etiği oluşturuyorlar. Son olarak da, fotoğraf çekme girişiminin en görkemli sonucunun, bize bütün dünyayı –bir görüntüler antolojisi şeklinde– kafamızın içine sığdırabileceğimiz duygusunu kazandırmak olduğuna dikkat çekmek gerekiyor.
Fotoğraf toplamak, dünyayı biriktirmektir: Filmler ve televizyon programları duvarları ve ekranları aydınlatır, onlara yansıyan ışıkları titreştirir ve sonra da kaybolup giderler; oysa, durağan fotoğraflarda rastladığımız görüntü, aynı zamanda oldukça hafif, ucuza üretilen ve kolayca taşınıp biriktirilerek saklanabilen bir nesnedir.
Fotoğraflar belki de, bizim modern diye bildiğimiz çevreyi oluşturan ve koyultan bütün nesnelerin herhalde en esrarengiz olanlarıdır. Onlar gerçekten de zapt edilmiş deneyimlerdir; fotoğraf makinesi ise, biriktirmeye meyilli bilincin ideal kolu.
Koleksiyonda son adımlar
Bir şeyin fotoğrafını çekmek, fotoğraflanmış olan o şeyi ele geçirmektir. Başka bir deyişle, bir şeyin fotoğrafını çekmek, dünyayla, insanda bilgilenme –dolayısıyla, güçlenme– duygusu uyandıran bir şekilde ilişkiye girmektir. Artık ağızlara sakız olan o ilk yabancılaşmaya sürüklenmenin, yani insanları dünyayı basılı sözcüklerle soyutlamaya alıştırmanın, modern, inorganik toplumların inşa edilmesi için gerek duyulan Faustvari ‘enerji fazlası’ ile ruhsal hasarın kaynağını oluşturduğu düşünülmektedir. Ancak baskı (print), onu zihinsel bir nesneye dönüştürerek dünyayı süzmenin daha az ihanetçi bir formu olarak kendini göstermiştir. Bir kişi ya da bir olay hakkında yazıya aktarılan şeyler, resimler ve çizimler gibi elle işlenmiş görsel ifadelerde görüldüğü üzere samimi birer yorumdur. Fakat fotoğraflanmış görüntülerin de dünyayla ilgili tespitler olmaktan ziyade, dünyanın parçaları, fotoğrafa aktarılmış görüntüler, herkesin yapabileceği ya da edinebileceği gerçeklik minyatürleri olduğu bellidir artık.
Dünyanın ölçeğiyle oynayan fotoğrafların kendileri de boyut olarak küçültülür, büyütülür, kenarından köşesinden kırpılır, rötuşlanır, müdahaleye ve üstlerinde oynamaya tabi tutulurlar. Kâğıttan yapılmış nesnelerin hepsinde genellikle olduğu gibi fotoğraflar da zaman içinde eskirler, kaybolurlar, değer kazanarak alınıp satılırlar, çoğaltılıp yeniden üretilirler. Dünyayı ambalajlayan fotoğraflar, bir bakıma ambalajlanmaya davetiye çıkarırlar. Albümlere yapıştırılır ya da albümlerde saklanır, çerçeveye yedekleştirilerek masalara konur, duvarlara asılır, slayt şeklinde perdelere yansıtılırlar. Gazeteler ve dergiler onları basar, kamu yetkilileri onları arşivler, müzeler onları sergiler, yayıncılar onları derler.
Yol Hallerinde Malzeme Listesi
Bu arada uzun mesafeli yolculuklarımda yanımda bulundurmam gereken görüntü kayıt sistemiyle ilgili malzeme listemi bir kez daha hatırlatma ihtiyacı duyuyorum. Eski listeye bir de monopod, flaş ve lensleri ekledim, lens ölçülerini şimdilik es geçiyorum.
ELEKTRONİK
**Notebook **Akıllı Telefon **Yedek (dandik) Telefon **Fotoğraf Kamerası **Video kamerası **Go Pro & Aksesuarları **Monopod **Tripod **Flash **Lensler **Harici Hard Disk **Yedek Hafıza Kartları **Flash Bellek **Aktarma Kabloları **USB Kablosu **Adaptör **Şarj Cihazları **Ses Kayıt Cihazı
Dijital Platform
Uzun bir yolculukta akla ve kalbe düşen her şeyi kaydetmek, arşivlemek, kaydettiğim çeşitli nesnelere uzun ömür garantisi sağlayarak hem “gEZENTİ şEREF”e, hem onun sosyal medya üzerindeki paylaşım sayfasına ekleyip, daha geniş kesimlere ulaştırarak, fotoğrafları düzenlemenin en etkili şekli olacağını düşünüyorum. Bu sitede ve facebook’da yayınlanacak herhangi bir fotoğraf, açıktır ki bir görüntünün görüntüsü olacaktır bu yolla, görsel okunurluk ve duygusal etki arttırılmış oluyor. Dijital formatında arşivlendiği için de ömür boyu hizmetimde olabilecektir.
Turnelerde çekilen her bir fotoğraf benim için birer kanıt niteliğindedir. Hakkında bir şey unuturum diye bir kaygım olmaz. Gelecek bir zaman diliminde şüpheyle karşıladığım bir şey, onun bir fotoğrafı ile bütün şüphelerimi bertaraf edecektir. Bir başka deyişle bir görüntünün fotoğraf makinesiyle kayda geçirilmesinin başka bir özelliği, onun doğrulayıcı, haklı çıkarıcı işlevidir. Bir fotoğraf, verili bir olayın gerçekleşmiş olduğunun su götürmez kanıtıdır. Elbette çekilmiş olan resmin çarpıtılmış olması mümkündür, ancak her zaman için, o fotoğraftakine benzer bir şeyin mevcut olduğuna ya da olmadığına dair bir kanıya kapılmamızı sağladığı da açıktır. Tekil bir kişi olarak bir fotoğrafçının önündeki (amatörlükten kaynaklanan) sınırlamalar ya da (sanatsal bir kaygı gütmenin yol açtığı) abartılı yorumlar bir tarafa, bir fotoğrafın –herhangi bir fotoğrafın– gözle görülür gerçeklikle ilişkisi, diğer taklit etme nesnelerine kıyasla daha masumane ve bundan dolayı daha doğrudur.
Herhangi bir resim ya da nesir formundaki bir tasvir her zaman için dar anlamıyla seçici bir yorum olmaktan ibaret kalırken, bir fotoğrafa pekâlâ dar anlamıyla seçici bir şeffaflık gözüyle bakılabilir. Ancak en çok gerçekliğe ayna tutmakla uğraştığım durumlarda bile, beğenme dürtümün ve vicdanımın söze dökülmeyen buyrukları, üstüme bir hayalet gibi çökmüş durumda kalacağını yadsıyamam.
Artık bütün hayatım kameraya bağlı
Fotoğraf çekmenin meşakkatli ve pahalı bir aygıtı gerekli kıldığı (zeki, varlıklı ve takıntılı insanların oyuncağı olduğu) çağ, herkesi resim çekmeye davet eden cep telefonları çağından gerçekten hâlâ çok uzak görünmektedir. Yüksek fiyatlarda imal edilen dijital fotoğraf makineleri, sadece onları çalıştırmasını bilen profesyonellerin ve heveskârların elinde dolaşımını sürdürüyor. Tamam, günümüzde bu profesyoneller dışında benim gibi amatör fotoğrafçılardan bahsetmek mümkün ve artık fotoğraf çekmenin berrak bir dille ifade edilebilecek bir toplumsal yararı da söz konusu; fotoğrafla ilgilenmek bir bakıma keyfi bir uğraşsa, başka bir deyişle, sanatsal bir faaliyet olduğunun altını da çizmek lazım. Kaldı ki, fotoğrafa bir sanat olarak yerini kazandıran etken onun endüstrileşmesi olmuştur.
Özellikle son dönemlerde sosyal medya kullanımının patlama yapmasıyla fotoğraf, neredeyse seks ve dans kadar yaygın biçimde rastlanan bir eğlenceye dönüşmüş durumdadır. (Demek ki, her kitlesel sanat formu gibi fotoğraf da çoğu insan tarafından bir sanatmış gibi icra edilmemektedir.) Fotoğraf, esasında bir toplumsal ritüel, endişelere karşı bir savunma siperi ve bir güç sergileme aracıdır.
Buradan yola çıkarak şunu söyleyebilirim; her yeni bir yere yapacağım gezi programı, çekeceğim fotoğraflar vasıtasıyla kendi temasının bir ‘portre-tarihçesini’ çıkarır gibi olayların mekânla ve zamanla ilişkisini, birbirine bağlılığına tanıklık eden taşınabilir bir görüntüler kutusunu oluşturmayı sağlayacaktır. Çeşitli vesilelerle çekip aziz bir hatıra olarak saklayacağım sürece nelerin fotoğraflandığının pek bir önemi yoktur diyemem. Ve o fotoğraflar, aynı zamanda, şahsımın gerçekdışı bir geçmişe hayallerimde sahip olmama imkân tanırken, kendimi içinde güvenli hissetmediğim bir mekânı ellerimde tutmama da yardımcı olacaktır.
Gezenti dünyamı resmetme veya görüntüleme tesellisi
Bu sebeple benim gezi fotoğrafçılığı sanatına bakışım, bildiğim çevrenin dışına gezmeye çıkacağım “Velespit Turne” faaliyetlerimle yan yana gelişecektir. Bu dönemde tarihimde ilk defa çok sayıda fotoğraf karesi arşivleme imkânına kavuşabileceğim. İşte, zevk ve zevkten öte diğer sübjektif nedenlerim için yapacağım bu gezilerde, yanımda bir fotoğraf makinesi, bir video kamerası olmadan çıkmak herhalde hiç doğal görülecek bir olay değil. Fotoğraflar ve video görüntüleri, çıkmak istediğim büyük gezinin yapıldığının, belirlenen programın uygulandığının ve arzu edilen eğlencenin yaşandığının tartışma götürmez kanıtları işlevini göreceklerdir.
Ancak şunu da söylemeden geçemeyeceğim…
Deneyimi teyit etmenin bir yolu olarak fotoğraf çekmek, (onu fotojenik pozu aramakla sınırlayarak, deneyimi bir görüntüye dönüştürerek, hatta bir hatıra eşya düzeyine indirerek) deneyimi reddetmenin bir yoludur da.
Benim için seyahat etmek, bir fotoğraf biriktirme stratejisi halini almıştır. Resim çekmek de yatıştırıcı bir etkinliktir ve gezmenin, ağırlaştırması muhtemel olan genel yönünü kaybetme duygularını dindirmeye yarar. Bazen içimdeki his, karşılaştığım kayda değer durumlar ile aramıza hemen kamerayı koyuverir. Başka türde nasıl tepki vereceklerinden emin olmadığım bir ruh haliyle basarım deklanşöre. Bu hareket, sarih bir tecrübeye bir şekil biçer: dur, çek ve yürü. ‘Yürü’ burada ‘çek git’, ‘devam et’ manasında. Söz konusu yöntem, nasıl ki, nefes aldırmayan bir çalışma etiğinin engelli kıldığı topluluklara (Almanlar, Japonlar ve Amerikalılar gibi) cazip gelmektedir bana da bazen böyle haller olur. Çek babam çek. Elde makine; çekiyoruum… çekiyoruuum… çeeek-tiiiiiim!!!
Bir fotoğraf makinesiyle velespit üzerinde dolaşmak, turun seyrine boğulmuş hal ve vaziyetime bir ‘tatil havasında’ ücretli çalışmıyor olmamın ve bir yerleşimden çıkıp bir başka yerleşime pedallarken kendimden kıran kırana eğlenmeyi beklememin doğurduğu kaygıyı yatıştırmaya yarayacağı aşikâr. Dolayısıyla bu tür ruh zamanlarında, projede çalışmamın dostane bir taklidi sayılabilecek olan bir harekete meylederek, gönül ferahlığıyla fotoğraf çekebilirim.
Nitekim geçmişleri ellerinden alınmış olan kişiler, ister kendi ülkelerinde olsunlar ister başka ülkelerde bulunsunlar, fotoğraf çeken insanların herhalde en ateşlileri olmuşlardır.
Acaba ben de bu ateşli bohemlerin arasında sayabilir miyim kendimi?
Hiç kuşku yok!.. Sanayileşmiş bir toplumda yaşayan herkes, zaman içinde geçmişle bağlarını koparmaya mecbur bırakılır, ancak –ABD, Almanya, Rusya, Çin, Hindistan ve Japonya gibi– bazı ülkelerde geçmişten kopmak özellikle travmatik bir nitelik taşımaktadır. Türkiye’de benzer travmalar daha çok duygusal yaklaşımların eseridir. Çünkü sınıf farklılıkları bir tarafa, bir de bir sınıfın, burjuvazinin, kendi katmanları arasında kıyasıya bir dövüş ezelden beri sürmektedir. Ulusalcılar, dinciler, cepheciler, aşırı milliyetçiler, fanatik dinciler, liberaller, sol liberaller, sağ liberaller, neo liberaller, az kapitalistler, çok kapitalistler, küçük burjuvalar vesaire vesaire… Bu farklılıklar o sözünü ettiğim ülkelerde yok mu? Tabi var; ancak onların karakteristik yapısıyla bizimki arasında uçurumlar kadar ayrılıklar söz konusu. Şimdi burada bunlara girecek değilim. Konu başka bir taraflara kayar. Zira konumuz “Velespit Turne” yolculuklarında görüntü kaydı sistemi.
Fotoğraf çekme sanatını röntgencilikten ayıran özellik
Fotoğrafla uğraşmak, bir şeyi tecrübe etmenin, bir şeye katılmış olma görüntüsü katmanın başlıca araçlarından birisidir. Şimdi düşünüyorum da fotoğraf çektirmeyi gündelik hayatlarından çıkarmış yerlere vardığımda benim bu kuduruk ruh halimi nasıl karşılarlar? Elimdeki kamerayı bir ‘şeytan’ kalıbına sokup satanistçe kırmaya kalkarlar mı? Yoksa karşıma geçip pozdan poza mı girerler? Afallamış, heyecanlı ve gergin bir şekilde bakan, iyice birbirlerine sokulmuş ve fotoğraftan kaçma telaşındaki büyük bir topluluğu mu görürüm? Yoksa grup içinde yüzünde farklı ifade okunan birinin, fotoğraf makinemi kendi gözüne tutup ve o haliyle kendine hâkim görünüp, handiyse gülümsediğine mi şahit olurum? Bu manzara, grubun diğer mensupları edilgen, açıkça telaşa kapılmış seyirciler izlenimi verirlerken, fotoğraf makinesine sahip olmak isteyen o kişiyi etkin birine, bir dikizciye mi dönüştürür? Duruma salt o mu hâkimdir? Bu insanlar neye, nereye bakarlar?
Bu fenomenizmi nitelikli anlayabilmek için bir dizi araştırtma yapmam gerekebilir. Ama şaşılacak olgulara ayırabileceğim zamanım oldukça sınırlıdır. Zaten bunun pek bir önemi de yoktur. Yolculuk devam etmelidir. Bu bir Olay’dır: görmeye değer, dolayısıyla fotoğrafını çekmeye değer bir şeydir. Bir e-posta makinesinden akan mesajlar gibi fotoğrafın alttaki koyu zeminli üçte birlik kısmında beyaz harflerle sadece altı kelimelik tanıtım metni okunmaktadır: “... Prag… Woodstock… Vietnam… Sapporo… Londonderry… Delhi…” Boşa çıkmış umutlar, gençlik delilikleri, sömürge savaşları ve kış sporları, hepsi birbirine benzerdir fotoğraf makinesi hepsini eşitlemiştir.
Aynen böyle…
Fotoğrafları değerli kılan şeyler
Fotoğraf çekmek ve hatta video çekmek dünyayla her türlü olayın anlamını düzleyen bir kronik röntgenci ilişkisi kurdurmaktadır bana. Ama özellikle bir fotoğraf, bir olay ile bir fotoğrafçı zihniyeti taşıyan bendenizin karşılaşmasının sonucu değildir salt; fotoğraf çekmek başlı başına bir olaydır. Üstelik daha da kati haklar (olup biten herhangi bir şeye karışmak, festivalin içinde yer almak, bir eğlenceye, bir etkinliğe katkıda bulunmak, görüş beyan etmek ya da görmezlikten gelmek gibi) sağlayan bir olay.
Bir duruma dair duygularım, böylece boynumda asılı fotoğraf makinemin müdahaleleriyle belirtilmiş olacaktır. Fotoğraf makinemin her an her yerde bulunması, zamanın ilginç olaylardan –fotoğrafı çekilmeye değer olaylardan– meydana geldiği düşüncesine inanmamı kolaylaştırır. Bunun beraberinde getirdiği düşünce de, her olayın –eğer başlamışsa ve nasıl bir ahlaki nitelik taşırsa taşısın– sonuna kadar gitmesine izin verilmesi gerektiğidir. Bu suretle başka bir şey daha, yani bir fotoğraf daha dünyaya getirilebilir durumda olacaktır. Öyle ki söz konusu olay, her ne ise olup bittikten sonra da, çektiğim resmin ona bir tür ölümsüzlük (ve önem) katması sayesinde varlığını korumuş olacaktır. ‘Sayesinde’ diyorum, zira çekilen o resim olmasaydı böyle bir ölümsüzlükten (ve önemden) söz etmem asla mümkün olmazdı.
Fotoğraf çekmek özünde hadiselere karışmama, yani müdahil olmama eylemidir. Herhalde yapacağım en son şey politik, iç ve dış savaş, trafik kazaları gibi travmaların; sokak, çete kavgaları, soygun, adam öldürme, tecavüz vakaları gibi suç cinnetinin yaşandığı olaylara müdahil olmaktır. Çünkü unutulmaz karelerde yansıtılan dehşet, bir ölçüde, fotoğrafçının bir fotoğraf ile bir hayat arasında seçim yapma fırsatı varken fotoğraf çekmeyi tercih etmesinin ne denli makul bir davranışı temsil ettiğinin bilincinde olunmasının ürünüdür. Gözümün önünde meydana gelen olaya müdahalede bulunursam, (fotoğrafla/videoyla) kayıt yapamam; (fotoğrafla/videoyla) kayıt yapan kişi olarak benim de herhangi bir olaya müdahalede bulunmam söz konusu olamaz.
Aklıma bir video geldi.
Japonya’da bir tren istasyonunda adamın biri ya dalgınlığından, ya da kasti bir intihar teşebbüsü olarak perondan rayların üstüne düşüyor veya gelmekte olan trenin önüne atlıyor. Bu durumu kaçırmak istemeyen istasyondaki tüm Japon fotoğrafseverler adama yardım eli uzatıp, onu kurtaracakları yerde, ellerindeki, ceplerindeki kameralarla basıyorlar deklanşörlere. Olayı anından haberleştiriyorlar.
İşte hayatın önümüze koyduğu seçenekler… İçinden seç seç beğen…
Ben olsam gerçekten ne yaparım? Teori başka, pratik başka. Ben haber muhabiri değilim ki! Bana ne olayın anlık fotoğrafından!! Eğer bir insana yardım eli uzatılması gerekiyorsa, bu yolda karşıdan karşıya geçerken arabanın ezmeye çalıştığı yaşlı bir teyze de olabilir, silahlı bir soygunda yaralanmış biri de olabilir. Önce yardım. Sonra fotoğraf.
Ha bir deprem, tsunami, hortum, sel baskını gibi doğal afetler olur, iki sevgili yan yana otururlarken bir anda hırçınlaşarak söz düellosuna girişirler, bir dilenci kılığına girmiş adam para toplamaya çalışır, kör olmayan bir başka dilenci kör taklidi yapar, bir anne alışveriş merkezinin dışında park ettiği alışveriş arabasının içinde çocuğunu birkaç dakikalığına oyalansın diye bırakır, o zaman öncelik fotoğraftadır. Basarım deklanşöre.
Haberci mantığıyla değil, gezenti bir kafayla…
Fiziksel müdahaleyle aynı anlama gelmese de, bir fotoğraf makinesi kullanmak, yine de bir katılım şeklidir. Fotoğraf makinesi bir gözlem istasyonu işlevi görse de, fotoğraf çekme edimi pasif gözlemde bulunmayı aşan bir edimdir –cinsel dikizcilik, veya portre röntgenciliği gibi–, hâlihazırda cereyan etmekte olan olayı sürdürmeyi teşvik etmenin en azından örtük, genellikle de açık bir yoludur. Bir resim çekmek, hedeflenen şeylere oldukları haliyle, statükolarını değiştirmeye yeltenmeden ilgi duymak, ayrıca, ilginç bulunan, fotoğrafını çekmeye değer sayılan bir şeyle (bir başka insanın acısı ya da talihsizliği olsa bile herhangi bir durum, olay, vb. ile) suç ortaklığına girmektir.
Kim bilir başıma neler gelecek, neler görecek, neler yaşayacak, nelerle karşılaşacağım? Ama görüntü kaydı sistemim hep yanımda. Önce ham, sonra seleksiyondan geçirilmiş, sonra da düzenlenmiş ve paylaşıma hazırlanmış haliyle.
Mutluluk insanın sevdiği karelere yakın olmasıdır fotoğraf sahnesinde
Ben fotoğrafı her zaman, yapılması haylazlık isteyen bir şey olarak düşünüyorum; –fotoğrafı bana en çok sevdiren şeylerden birisi buydu ve ilk defa fotoğraf çektiğimde bunu çok sapkınca bulmuştum! Eğer bu sapkınlığımı ilerletmiş olsaydım, yani sadece rezilane, tabu ya da marjinal görülen olay veyahut durumların peşinde olsaydım, amatör de olsam, bir fotoğrafçı sanatçısı olmam haylazca bir iş sayılabilirdi. Fakat günümüzde bu haylazlığa uygun konular bulmak giderek kolaylaştığı için artık dikizci fotoğrafçılığa da gerek kalmadı diyebilirim. Zira herkes kendine yakışıklı bir selfie yapıp, orada burada fersah fersah afişe ediyor kendisini. Hem fotoğraf çekmenin sapkın olan yanı tam olarak nedir ki? Profesyonel fotoğrafçılar kameralarının arkasında cinsel fanteziler kurup duruyorlarsa, muhtemelen aradığımız sapkınlık, bu fantezilerin hem akla yatkın hem de münasebetsizce olmalarında yatıyordur.
Allahtan benim böyle bir derdim yok; ne o, habire şak şak şak… Beyoncé’nin bedeni etrafında çırpınırcasına dolaşıp duran bir moda fotoğrafçısına yer verir gibi. Evet, gerçekten, haylazca! İşin aslı, bir fotoğraf makinesi kullanmak, bir insana cinsel yolla ulaşmanın hiç de iyi bir yolu değildir. Fotoğrafçı ile konusu arasında mutlaka bir mesafe bulunmalıdır. Fotoğraf makinesi, tamam, istismar edebilir, zorlayabilir, hak ihlal edebilir, çarpıtabilir, sömürebilir ve metaforun uzandığı en uç anlamıyla suikastta bulunabilir (bunların hepsi, cinsel bir amaç güderek itip kakma davranışlarına zıt olarak, belli bir mesafe içinde ve olaydan belli ölçüde koparak ifa edilebilecek fiillerdir), ama ırza geçmez, hatta sahip bile olmaz.
Fantezi dünyasının gıdası gizlice gözetlemeler
Michael Powell’ın bir ‘röntgenci’yi değil de, fotoğraf makinesinde gizlediği bir silahla, fotoğraflarını çektiği kadınları öldüren bir psikopatı anlattığı, olağanüstü etkileyicilikteki “Peeping Tom” (Röntgenci Tom, 1960) filminde bundan çok daha güçlü bir fanteziyle karşılaşabiliriz. Burada filmin kahramanı, fotoğrafını çektiği kişilerle en ufak bir temas kurmaz. Onların vücutlarını arzulamaz; kurbanı olan kadınların varlıklarını, sadece filme kaydedilmiş halde –onları kendi ölümlerini yaşarken gösteren– ve daha sonra evinde yalnız başına, sırf zevk için seyredeceği görüntüleriyle ister. “Röntgenci Tom” filmi, iktidarsızlık ile saldırganlık, profesyonelleşmiş bakış ile zalimlik arasında, fotoğraf makinesiyle ilintilendirilen başlıca fanteziye işaret eden bağlar bulunduğunu varsayar.
Modası Geçmiş Kaba Oyalanmalar
Bilmem ben yaştakiler ve hatta daha eski kuşaklar çok iyi hatırlayacaklardır. Eski model makineler daha hantaldı; onlara film takmak, gıcır gıcır bir Baker tüfeğini doldurmaktan bile zordu. Günümüzün profesyonel fotoğraf makinesiyse, ki son model akıllı telefonlar ve muadilleri bu işi iyice ilerletmiş oldular, sanki bir ışın tabancası çevikliğindedir. Aynı seviyelerde olmasa da kompakt makinelerden de benzer bir çıkış yapması söz konusudur.
Artık elimizde yakın temasla okşayıp seveceğimiz uzay çağı fotoğraf makineleri piyasada mevcut. Bunlardan bir kaçına aşığım. Ama hiçbirinin markasını, cinsini, kaç mercekli olduğunu, tipolojisini henüz burada söylemeyeceğim. Ola ki çok yönlü “Velespit Turne” projemin yatırımlar kapsamında bunlardan birini edinirsem eğer, onunla gece gündüz güzel resimler çekerim. Otomatiktir. En ufak bir saçmalığa yer yoktur. Sadece hedefi seçerim, odaklanırım ve deklanşöre basarım. Gerisini Microsoft’un beyni ve elektronik perdesi halletsin. Bir araba gibi bir fotoğraf makinesi de, olabildiğince otomatik, fırlamaya hazır bir baskın silahı gibi satılır. Halkın beğenisi kolay bir teknolojiye, göze görünmez bir teknolojiye yöneliktir. İmalatçı firmalar müşterilerine, resim çekmenin hiçbir beceri ya da uzman bilgisi gerektirmediği makinenin her şeyi bildiği ve iradenin ufacık bir tepkisine bile uyum sağlayacağı konusunda teminat verirler. Fotoğraf çekmek, kontak anahtarı çevirmek ya da tetiğe dokunmak kadar basit bir işlemdir.
Büyütmeyeyim şimdi…
Kim demiş görüntü kayıt sistemi listesinde yer alan envanteri abartmamak lazım diye? Her şey maalesef nitel ve nicel, arz ve talep değeriyle ölçülüyor yaşadığımız dünyada. Silahlar ve arabalar gibi fotoğraf makineleri de, müptelalık yapan fantezi cihazlarıdır. Ancak, sıradan dille dünya turculuğunun her türlü aşırılıklarına rağmen öldürücü bir yanları yoktur. Arabaları silahlarla aynı şekilde pazarlayan hiperbolde, en azından şu derecede bir gerçeklik yatar: Savaş dönemlerini saymazsak, arabalar silahlardan daha çok sayıda insan öldürmüştür ve öldürmeye de devam etmektedir. ‘Fotoğraf makinesi’ silahıysa öldürmez, dolayısıyla bu uğursuz metafor –tıpkı bir erkeğin iki bacağı arasında bir silah, bıçak ya da alet taşıyor olduğu fantezisine benzer şekilde– bir blöf olmaktan öteye geçmemiştir.
Yine de, fotoğraf çekme eyleminde hoyratça bir taraf bulunduğunu yadsımak mümkün değildir. Halkın arasına karışarak insanların fotoğraflarını çekmek aslında, onlara kendilerinin kendilerine asla bakmadıkları şekilde bakarak, onlar hakkında kendilerinin asla sahip olamayacakları bir bilgi edinmiş olarak hürmetsizlik etmek anlamına gelir; yani, insanların fotoğraflarını çekmek, onları, sembolik yolla sahip olunabilecek nesnelere dönüştürür. Tıpkı fotoğraf makinesinin silahın yüceltilmiş bir hali olması gibi, birinin fotoğrafını çekmek de yüce bir cinayet (kederli, korku dolu bir zamana yaraşır bir yumuşak cinayet) işleme ayarındadır.
Eğretilemeden Niçin Vazgeçemiyorum?
Farkındasınız. Esintiler’in tüm yazılarında çok sık metaforlara başvuruyorum. Sadece “Velespit Turne” hayalinin ne kadar büyük bir tasarım olduğunu anlatmıyorum; ama aynı zamanda size “Bırakın her şeyinizi, kararınızı verin ve çıkın yollara” gibi eksantrik gelebilecek tarzda tavsiyede bulunuyor, sizi bu hayatta güzel şeyler de var, güzel şeyler de yaşanabilir diye motive etmeye çalışıyorum.
Nitekim insanlar süreç içinde, gün geçtikçe daha fazla görüntü şokuna uğratılmış bir dünyada yaşıyor olmanın bedelini ödercesine, saldırgan eğilimlerini silaha sarılmaktan ziyade, daha çok fotoğraf makineleriyle dışa vurmayı öğrenebilirler. Yalan mı? Yalan diyorsanız daha fazla okumanıza gerek yok. Zaten uzattıkça uzattım ve konuyu nerelere kadar getirdim. Okumaya ısrar edenleriniz, bari bitirmeme izin verin.
İnsanların silahlarına kurşun doldurmayı bırakıp, fotoğraf makinelerine film makarası takmaya yöneldikleri durumlardan birisi, Doğu Afrika’da fotoğraf çekme safarisinin silahla avlanma safarisinin yerini almaya başlamasıdır. Avcıların ellerinde artık Winchester’leri değil, X marka fotoğraf makineleri vardır; tüfekle hedefi vurmak için teleskopik gözden bakmak yerine, bir fotoğraf karesinin çerçevesini tutturmak amacıyla vizörden bakarlar.
Doğayı kim sevmez ki!
Yaban doğada fotoğraf çeken kişi artık, etrafı kuşatılmış durumdaki ve öldürülmeye kıyılmayacak kadar nesli tükenmeye yüz tutmuş gerçek hayvanların peşindedir. ‘Ekoloji safarisi’ adı verilen bu ciddinin ciddisi komedide silahlar başkalaşıma uğrayarak fotoğraf makinelerine dönüşmüştür, doğa da artık her zaman bildiğimiz, ondan korunmaya ihtiyaç duyduğumuz doğa olmaktan çıkmıştır.
Bugün –ehlileştirilmiş, tehlikeyle yüz yüze getirilmiş ve ölümlülüğü tanıyan haliyle– doğanın, insanlardan korunma ihtiyacı doğmuştur asıl!
Biz insanlar korkunca ateş eder, nostalji duyunca fotoğraf çekeriz…
Şu an ben ve benim gibilerin içinde yaşadığımız zaman dilimi, nostaljik bir devirdir; fotoğraflar da etkin bir rol oynayarak nostaljiyi beslerler. Fotoğraf, ağıtlı bir sanattır, bir bakıma alacakaranlık sanatı. Fotoğrafı çekilen kişi, olay ya da durumların çoğu, sırf fotoğraflarının çekilmiş olmasından dolayı, Pathos’la kuşanırlar.
Çirkin ya da grotesk bir (fotoğraf) malzeme(si), fotoğraf çeken kişinin dikkatine mahzar olunca, pekâlâ dokunaklı bir etki sağlayabilir. Aynı mantıkla, güzel bir malzeme de eskimiş, çürümüş ya da ortadan kalkmışsa pekâlâ acınası duygular uyandırabilir. Bütün fotoğraflar memento mori niteliği taşır, yani ölümü akıldan çıkarmamaya yarar. Bir fotoğraf çekmek, başka bir insanın (ya da şeyin, durumun, vb.) ölümlülüğüne, incinebilirliğine ve dönüşebilir haline dâhil olmaktır. Söz konusu ânı dilimleyerek donduran bütün fotoğraflar, zamanın amansız eriyişinin tanığıdırlar.
Bir fotoğraf, hem sahte bir varlığı hem de orada bulunmamayı yansıtan bir göstergedir. Bir odada yanan odun ateşi gibi fotoğraflar da –özellikle de insanların, bizden uzak yerlerdeki manzaraların ve şehirlerini kaybolup gitmiş geçmişin fotoğrafları– hayale daldırırlar insanı.
Resimlerdeki dudak bükücü haller
Fotoğrafların uyandırabileceği ulaşılmazlık duygusu, arada var olan mesafenin arzu edilebilirlik tutkusunu ateşlemesi suretiyle, doğrudan duygusal hisleri besler. Evli bir kadının cüzdanında saklanan aşığının fotoğrafı, bir gencin yatağının üstünü süsleyen bir rock yıldızının afişi, bir seçmenin yakasına iliştirilmiş olan bir kampanya rozetindeki politikacı yüzü, bir taksi şoförünün çocuklarının başının üstündeki güneşliğe yapıştırılmış şipşak resimleri –hepsinde fotoğrafların bir tılsımla kullanılışı, hem duygusal hem de içten içe büyülü bir duygunun ifadesidir: O tür fotoğraflar, bir başka gerçeklikle temas kurmayı ya da o gerçekliği sahiplenmeyi amaçlayan girişimlerdir.
Fotoğrafların ahlaki dürtüleri uyarmak amacıyla kullanılmaları halinde durum iyice karmaşık bir hal alır. Arzunun tarihi yoktur; en azından arzu, her defasında hepten öne fırlamış, dolayımsız bir duygu yoğunluğu şeklinde yaşanır. Arzuyu arketipler uyandırır, bu anlamıyla da soyuttur. Oysa ahlaki duygular, kişilerin orada somut varlıklarıyla bulunduğu, durumlarınsa her zaman özgül olduğu tarihe yerleşmiştir. Dolayısıyla, fotoğrafın arzuyu ve bilinci uyandırmak amacıyla kullanılmasında neredeyse birbirine taban tabana zıt nitelikteki kurallar geçerlidir. Kurallar ne kadar geçerliyse, etkili olma ihtimalleri de o denli azdır. Hiç akla gelmeyen bir sefalet bölgesinden haber veren bir fotoğrafın, münasip bir duygu ve tutum bağlamına oturtularak sunulmadığı müddetçe kamuoyunda ufacık bir iz bırakması dahi mümkün olamaz.
İsterdim ki bu yazıda girizgâhtaki yapımın senaryosuna kulak verdiğim bir mizah yapısı sürsün. Ama çok değerli yazar Susan Sontag’ın “Fotoğraf Üzerine” adlı aynı eserinden faydalanarak ve onu fotoğrafçılık sanatıma, felsefeme rehber ederek, fena girdim fotoğrafçılık mevzuuna. Çıkmak da kolay olmuyor. Neyse az daha sabır.
Bitiriyorum.
Niye bu kadar detaya girdim?
Böyle büyük bir projede olmazsa olmazlar arasındadır fotoğraf ve video çekimleri de ondan. Kaldı ki video çekimlerinden pek bahsetme imkânı olmadı. Ama siz ‘fotoğraf’ kelimelerinin yerine ‘video’yu da yerleştirseniz vermeyi hedeflediğim aynı mesaja ulaşırsınız. O yüzden bir de sayfalar dolusu videoculuk üzerine ahkâm kesmeyelim, sabırları zorlamayalım.
Tekniği bilmenin kimseye zararı yok
Fotoğraf, zamanın olduğu demli mekânın da ince bir dilimidir. Fotografik görüntülerin idare ettiği bir dünyada bütün sınırlar (çerçeveleme) keyfi ve yapay görünür. Her şey birbirinden ayrılabilir, kesintiye uğratılabilir: Bu doğrultuda tek yapılması gereken, konuyu ya da malzemeyi farklı bir çerçeveye almaktır. (Öte yandan, herhangi bir şey başka bir şeyin yanına da iliştirilebilir, bu da mümkündür.) Fotoğrafın beslediği nominalist toplumsal gerçeklik, görünüşte sınırsız –herhangi bir şeyin fotoğrafının çekilebileceği ölçüde sınırsız– sayıdaki küçük birimlerden teşekkül edecektir. Fotoğraflar aracılığıyla baktığımız dünya, birbiriyle alakasız ve serbest duran bir dizi parçacıktan meydana gelmektedir –geçmişi ve bugünü kapsayan tarih ise, bir dizi anekdot ve kısa haberden. Fotoğraf makinesi gerçekliği atomlaştırır, idare edilebilir ve opak hale getirir. Bu da, karşılıklı bağımlılığı, sürekliliği yadsıyan, ama her uğrağa da esrarengiz hava katan bir dünya görüşüdür.
Bir fotoğraf çok anlam taşır; gerçekten de, bir şeyi bir fotoğraf şeklinde görmek, potansiyel olarak büyüleyici bir şeyle karşılaşmak anlamına gelir. Fotografik görüntüye atfedilen bilgelik de muhtemelen şöyle bir şeydir: “Burası, yüzey. Şimdi, onun ötesinde ne olduğunu, görüntüsü bu şekildeyse gerçeğinin neye benzemesi gerektiğini düşünün -daha doğrusu, hissedin, sezmeye gayret edin.”
Kendi başlarına herhangi bir şeye açıklama getiremeyen fotoğraflar, çıkarımda bulunmaya, spekülasyon yürütmeye ve fantezi kurmaya yapılmış, arkası kesilmek bilmez davetiyelerdir. Fotoğraf, eğer onu makinenin kaydettiği haliyle kabul edersek, dünyayı tanıyacağımız izlenimini uyandırır bizde.
Yansımalar, yansıtmalar…
Gelgelelim bu, dünyayı göründüğü haliyle kabullenmemekle yola çıkan ‘anlama’nın tam zıddıdır. Anlamanın gizi, “hayır” diyebilmekte yatar.
Kesin bir dille konuşacak olursam, bir fotoğraftan asla herhangi bir şey anlaşılmaz. Elbette ki benim de çekeceğim fotoğraflar, şimdiki zamana ve geçmişe dair zihnimde var olan resimlerdeki boşlukları doldurmaya yarayacaktır.
Yine de, fotoğraf makinesinin gözüyle gerçeklik, her zaman için ifşa ettiğinden daha fazla şeyi saklamak durumundadır.
Brecht’in işaret ettiği üzere, Krupp fabrikasını gösteren bir fotoğraf o şirket hakkında fiilen hiçbir şey anlatmaz. Bir şeyin nasıl göründüğüne dayanan âşıkane bir ilişki karşısında, anlamanın temeli işlevselliğidir.
Zaten işlev görmek dediğimiz olgu da zaman içinde şekillenir. Ve yine zaman içinde açıklanmalıdır. Anlamamız, ancak anlatan şey sayesinde mümkün olur.
Güzel, estetik bir poz ver bakim…
Dünyaya dair fotografik bilgilerin sınırı, bilinci ve vicdanları harekete geçirmekle birlikte, nihayetinde hiçbir zaman etik ya da siyasal bilgiyle ölçülemez. Pozlanmış fotoğraf kareleriyle edinilen bilgi mutlaka –ister sinikçe isterse hümanist bir boyutta olsun– bir tür duygusallığı içerecektir. Dahası bu, pazarlıkla edinilmiş bir bilgi; bir bakıma, bilginin bir sureti, bilgeliğin sureti olacaktır; dolayısıyla, fotoğraf çekme eylemi sahiplenmenin bir suretiyse bir yorumla namus kirletmenin sureti olarak da anlaşılabilir.
Çekeceğim fotoğraflardaki –bir faraziye olarak– kavranabilir suskunluk, olayların ve o olayların içinde olanların, doğanın ta kendisinin, manzaraların, vahşi doğanın, sokakların, yapıların, insan portrelerinin cazibesinin ve kışkırtıcılığının başlıca kaynağı olacaktır. Renkli veya siyah-beyaz fotoğraflarımın her tarafa yayılmış, dallanmış olması, etik duyarlılığımı ölçülmez derecede etkileyecektir elbet.
Fotoğraflarım, zaten muazzam ölçüde kalabalık olan dünyaya, bir de onun kendi görüntülerinden oluşan bir kopyasını eklediğimde, dünyanın sahiden de olduğundan daha fazla elle tutulabilir bir yer olduğu duygusunu hissettirecektir bana, sana, ona, onlara, bize, size, hepimize.
Gerçekliğin doğrulanma ve tecrübe edilme ihtiyacının fotoğraflarla pekiştirilmesi, artık herkesin alışkanlık edindiği bir estetik tüketimciliktir.
Ben niye bu estetik tüketicilikten payımı almayayım?
Zaten bilmiyor muyum, sanayi toplumları, yurttaşlarını görüntü-cankilerine çevirdiğini? Kaldı ki bu, zihinsel kirlenmenin en karşı konmaz şeklidir. Güzelliğe, yüzeyin altındakileri deşmeye son vermeye, dünyanın bedeninin kefaretinin ödenip yüceltilmesine. Duyulan müşfik özlemler –erotik duyguların parçası olan– bu öğelerin hepsi, fotoğraf çekerken duyduğum hazla doğrulanır ve pekiştirilir.
Ne var ki aynı süreçte başka, daha az özgürleştirici duyguların ifade edildiğine de tanık oluruz. İnsanların içinde güçlü bir fotoğraf çekme dürtüsü bulunduğunu, tecrübeyi bir görme biçimine çevirme arzusu duyduklarını söylemek yanlış olmaz. Son kertede, bir tecrübe edinmek, onun fotoğrafını çekmekle aynı şey haline gelir; kamusal bir olay içinde yer almak da giderek onun fotoğrafı çekilmiş görüntüsüne bakmakla eşitlenmeye başlar.
Birileri dünyadaki her şeyin bir kitapta sona ermek için ortaya çıktığını söylemişti. Benim çok yönlü “Velespit Turne” projemdeyse her şey bir fotoğraflı anı-yaşam yazısında muradına ermek için vardır.
Bir sonraki esintiye kadar kalın sağlıcakla…
Mürekkebe banmış esintili Sevgilerimle,
Gezenti Şeref
***…***