Pire🚲 ile “MARMARA TURLARI”
Bisiklet bir tutkudur, bir yol masalı dostudur, gönülçelen bir sevdadır. Bisikletle Türkiye yolculuklarını düşünde gören biri yol sevdasına tutulduğu aşkını ömrü buyunca unutmaz… Yaşadığı sürece onu hep arar durur… #pire🚲 ile Marmara gezileri…
Hazanın bu keskin virajında ayaklarımın dibine bıraktığı her anı parçası, yine onun tarafından bir başkasından alınmış gibi bir duyguya yol açıyor. Bir başka zamanı yaşıyorum sanki. Şu anda yüzümü çevirdiğim Marmara suları benim bir başka zamandaki “Ben de Bir Başkası” sayılabilirim yani.
Çok uzun yıllar sonra ilk kez denemeye kalkıştığım İstanbul’dan İzmit Kirazlıyalı’ya bisikletli yolculuk iyi bir tecrübe oldu benim için. Şimdi Dalyan dönüşü ikinci kez maceraya atılmanın vakti. Bu defa Pire🚲 ile birlikte körfezin kıyısından Yalova’ya, oradan feribotla İstanbul’a ve hemen akabinde Trakya’ya geçip yepisyeni bir coğrafyada yeni serüvenlere doğru pedallayacağım.
Eğer bir terslik yaşamazsam programım bu şekilde.
Her Yeni Yol Deneyimi Ayrı Bir Sevdadır
Kirazlıyalı anısı bir başkaydı desem. Yıllar sonra sevdiğim insanlarla birlikte olmanın kıvancı ve mutluluğu. Hafızama dolanmış post-it’teki her sözcüğü, Hazan’ın bu son ayında bisiklet sevdasının ördüğü görünmez bir kabuk sarıyor. Bu kabuk, az sonra çıkacağım yeni yolculuğun sözcükte ilk pedal anından başlayarak oluşturacağı anlam ve ses çekirdeğinin koruyuculuğundan başka bir şey değil oysa. Anıları yaşarken seyahat anlamının örtülmesi de bu yüzden.
Hiç özlediğim toprakların ‘lütfen’i olur mu?
Bilmem; belki de oluyordur.
“Lütfen bizimkilerin evine de git. Orada kalırsın. Bir an önce toparlan git. Kaç zamandır açılmadı. İçinde yaşanmayan ev çabuk ölür. Göreceksin, dilediğin gibi hem gezilerini yapacaksın orada, hem adamakıllı dinleneceksin.”
Dinlenmenin eş anlamlısı beleş konaklama mı oluyor?
Her neyse.
Yurdum insanı gönüllerde deli divane…
Bisikletle yapılan seyahatin altyapısı bir yana, en gelişmiş inatçı Trakyalı Türk mantalitem işleri yoluna koyuyor gibi görünmekte; İzmit Körfezi’nin her kıvrımı, gerile gerile uzanmış ince kumsalı ve kıyısından geçen yerleşim birimleri, köy havasını dağlarla kucaklayan arazileri birer birer pedallarken yaşayacağım davetkâr, kucaklayıcı cazibesi ve üstüme giyindiğim hazanın etkisiyle tanışacağım doğal insanların lütufkâr davranışları. (Kimi zaman yekpare bir telaş içinde ayaküstü, kimi zaman oturmuş mavi suların çıkardığı köpüklere uzun uzun dalmışken.) Fazlasıyla severim böylesi insancıl insanları.
İnanıyorum ki şimdiye değin bana karşı gösterdikleri ilgi hiç değişmeyecek. Misafirperverlikleri bazen bir çaya, bazen bir kahveye, ya da bir gazoza, hadi bilemedin en kralından bir birasına. Evlerin sardunya süslü pencerelerinden o hoş, tatlı bağırtıları duymasam inanmazdım. “Şu böreği de veriverin biçare Çelebi’ye!” … “Bak yeni çıktı fırından, taptaze, mis gibi kokar benim limonlu keklerim!” …
Seviyorum Nazım’ın memleket insanlarını…
Adamın uzun saatler pedallayan ayaklarına tatlı bir serinlik veriyor, dinlendiriyor enikonu. (Teşekkürler halkım; siz de olmasanız aç kalırım yollarda. Ah şu çikolatalı kek de yok mu, insanın havasını alıp götürüyor, sele arkasına tıkıştırdığım çantanın içinden çıkan dumanıyla. Eyvallah, bir dahaki sefere yemekler ve içecekler benden, söz!)
Unutamadığım Yalova anıları…
Yalova’ya kaç saat sürer? Yalova’ya vardım mı, İstanbul’dayım demektir.
Anımsadığım kadarıyla çocukluğumda Niyazi dayımın kayınvalidesi Şerife Hanım teyzelerin akrabalarından Güldane ablaları pek sık ziyarete giderdik maaile. Kocaman bir çay vardı evlerinin yakınlarında. Yalova’nın elma bahçelerini ise asla unutmam mümkün değil. Bir ısırık kendim alır, sonra yanımdaki çocuklara uzatır, herkes bir ısırık paylaşımı ile kırmızı ya da yeşil elmayı, elmaları, tüketirdik.
(Tabii bu arada deli-dolu ama saf vicdanıyla Güldane ablanın şirin kızı Gülay’a gönderdiğim teklifin refüze edilmesine de içerlediğimi unutmuş değilim. Yazmıştım bir kenara, ama çok dolu yağdı o çayın köprüsünün altına. Konuyu kapattım. Affettim gitti!) 🙂
Uzatmayayım…
O vakitler Yalova, hem nüfusça çok az, hem de yüzölçümü birçok Trakya ilçesi kadar misal, Çatalca kadar olmasa da İstanbul’un en büyük ilçelerinden biri sayılırdı. Ve hatta güzelim Anadolu Yakası’nın bile üvey evlat muamelesi gördüğü o zavallı yıllarda İstanbul’un en sayfiye yerlerinden olan kent, bugün o eski görüntüsünden çok uzak. Kıyısının çevresi yükseltili taş yığınağına dönüşmüş olsa da termal sularıyla kıvançlı kaplıcalarından ve ormanımsı yaylalarından pek ödün vermişe benzemiyor. İşte bu nedenle olsa gerek bugün sadece bir ayakbastı formalitesiyle kalmamalıyım ve burayı bir gün adamakıllı gezmeliyim diyorum.
Yoksa o ortaokul yıllarımda sınıfımızın duvarına asılı eşşek kadar büyük renkli siyasi ve idari ülke haritasında İstanbul ile aynı rengi paylaşırken ve fakat hiç de herhangi bir angajmanı olmayan bu batı çıkıntısı yarımada ancak 1995 yılında bağımsızlığına kavuşunca kadim kentten kurtulmayı başardı ve rengini değiştirdi.
Körfez Turu Başlıyor
Muhittin amcamların evinden ayrıldıktan sonra anayola çıkıyorum. Çünkü Evyaport Liman Tesisleri büyükçe bir kıyı alanını işgal ettiğinden sahilden pedallamanın olanağı yok. En azından Yarımca’ya kadar bu şekilde gitmem gerekecek.
D-100 her zamanki gibi vızır vızır. Rotam Derince’yi de geçip İzmit Seka Parkı’nda mola vermek. Sonracığıma Körfez’i dolanıp Samanlı Dağlarının kuzeyinden, sıradağlara paralel, batıya doğru kat edip Yalova IDO Hzılı Feribot iskelesine ulaşmak.
Samanlı Dağları Marmara Bölgesi’nde kuzeyde İzmit Körfezi, güneyde İznik Gölü ve Gemlik Körfezi’yle sınırlanan yörede, batıda Bozburun, doğuda Sakarya Nehri’nin Geyve Boğazı arasında yer alan dağlara verilen ad. Yalova, Bursa, Kocaeli ve Sakarya il sınırları içinde uzayıp gidiyor.
Eğer anayoldan gidiyorsan İzmit Körfezi’nin çevresini dolaşmanın çekici bir tarafı olmadığını söyleyebilirim. Zaten karayolunu işgal eden ve vızır vızır geçen kamyonlar, yoğun trafik akışı, toz duman ve egzoz kokusu hiç de hoş şeyler değil bir bisiklet turcusu için. Bunu kısa sürede çakar çakmaz iyice sahile inip yerleşim birimlerinin ara sokaklarında ilerlemek biraz olsun rahatlatıyor.
Armutlu Yarımadası ile Düzce arasında uzanan o sıra dağlar Marmara bölgesinin yağmur ormanları adeta. En yüksek noktası Kocaeli sınırlarında kalan 1600 metrelik Kartepe (eski adıyla Keltepe) zirvesi. Güney yamaçlarında kızılçam, fıstıkçamı, meşe ağaçları ve zeytinlikler görülürken, kuzey yamaçları Karadeniz iklimine yakın (kayın, gürgen, kestane, ıhlamur, akçaağaç ve meşe)…
“Neden bende ısrar ediyorsun?” dedi karayolu…
Bilmem belki başkasını mutlu etmek istemiyorumdur… Olamaz mı yani?
İznik gölü tarafına inen dağ yolları, güzel köyler ve doyurucu manzaralar gururken hem de D-100 yetmezmiş gibi bir de hemen sonrasında değişen D-130’dan gitme ısrarı niye? Sanırım bir başka bahara şarkısı bunlar için söylenmiş. Antrenman yapmak için de uygun bir güzergâh sayılmasa da Yalova’dan Yenikapı’ya yelken açacak İDO’ya bir an evvel ulaşma hırsı bu kez galebe çalıyor aslında. Bunaltıcı trafiği kılı kırk yararak ilerliyorum isteksiz de olsam.
Öyle Romalı Hadrianus döneminde (İS 76-138) Kocaeli için ballandıra ballandıra anlatılan meyve bahçeleri, çiçek açmış safranlar ya da çam ormanlarından eser kalmamış.
117–138 yılları arasında Stoacı-Epikürik, Aelia Klan’ı üyesi olan Roma İmparatoru Publius Aelius Traianus Hadrianus, “Beş İyi İmparator”un üçüncüsüdür.
Kasım ayının başı olmasına rağmen boğucu bir hava var. Evet, güneş arada çıkıp yüzünü gösteriyor ama bulutların arkasındayken bile ben buradayım der gibi ısıtıyor. Bu kasvet bir de arabaların çıkardığı tozla birleşince nefes almak gittikçe zorlaşıyor. Genelde tırmanışlar söz konusu olduğunda hem ağzımdan hem de burnumdan nefes almaya çalışıyorum. Böylesi kalabalık ve berbat yollardaysa ağzımı egzoz olarak kullanıp bol miktarda sövüp geçiyorum.
Dere Tepe Düz Gidip Pedallıyorum
İzmit’ten çıktıktan sonra sırasıyla Gölcük, Değirmendere, Tepeköy, Karamürsel, Altınova, Tavşanlı, Taşköprü, Çiftlikköy’ü geride bırakıyorum. Avrupa Yakası’ndan Asya Yakası’na, karşıya geçip, çıktığım Aydos Tepesi’nden sonra en fazla pedalladığım tur. Kocaeli ile Yalova arasında yaptığım bugünkü seyir ileride yapacaklarıma güvence veriyor. Sanırım çok daha fazla buraya gelebilir yeniden yeniden sürebilirim, biraz farklı rotalar oluşturarak. Belki bu yeni gezilerin sayesinde de her iki yönde nerede tavukçu sırlanmış, deniz tarafında kaç köfteci var, yol üstünde kaç benzinci ve yıkamacı-yağlamacı bulunuyor, hangisinin kenefi daha hijyenik, daha az, mikropsuz, hangisinde tuvalet kağıtlı klozet var, hangisinde hedefi tutturabileceğin delikli alaturka mevcut, hepsini kafa kaydıma yazabilir ezberleyebilirim. Bazı şeyleri ezbere bilmek önemli.
Faydası var zararı yok.
İzmit körfezi en azından sağlıklı nefes almama yardımcı oluyor. Yol üzerinde o kadar çok tavukçu görüyorum ki acaba şunlardan birinde durup kan tazelesem mi diye düşünmeden edemiyorum. Kuşkusuz tüm kayıp kalorileri geri kazanabilirdim. Ama tura Yalova’dan başlamış olsaydım, Koceli istikametinde yol alan şu karşı şeritte pek az işletme, tesis var. Mangal kömürünün üstünde dönen ve yağını kor ateşe akıtan, nar gibi kızarmış antibiyotikli tavuklara bakakalırdım. Şimdi ise hem yanından geçiyor, hem oturup yememekte ısrar ediyor hem de sersefil bakakalıyorum. Nedense dimağımın proteine olan aşırı aşk tutkusu bana böyle hormonlu hayaller pişiriyor işte.
Karamürsel
Kulağımda rüzgârın vınlayan uğultusu, tehditkâr kara bulutlar tepemde cirit atıyor. Bir zamanların sepeti ve kirazıyla ünlü “pehlivanlar diyarı” Karamürsel ardımda bıraktığımda aklıma kıvır kıvır saçlarıyla çocukluk arkadaşım kara derili Mürsel geldi. Şakacı Sokak’taki evimizin ön bahçesine karşı komşu, doktorların köşkünde bahçıvandı babası. Fırsat bulduğunda sık sık bizim bahçeye oynamaya gelir, ağaçlara tırmanır meyvelere dadanırdık. Oyun sonrasında birlikte doktorların o muhteşem arazisine girer, koruluklar arasından geçer, köşkün önündeki kırmızı balıklı havuzda büyüklü küçüklü balıkları yüzdürürdük. Ne güzel zamanlardı o çocukluk yıllarımız. Ama maalesef ne o şahane bahçelerimizden eser kaldı ne de üstlerinden doyasıya meyve yediğimiz ağaçlar. Şimdi bu Karamürsel’in de kirazları tarihe karışmış, yerlerinde saçma sapan çirkin beton kutular yükselmiş.
Karamürsel’den sonra D-130 isim değiştiriyor ve Yalova’ya kadar devam eden D-535 adını alıyor. Her iki asfaltın emniyet şeridinde zaman zaman tehlikeli bombalar var. Bomba dediğim de yola serilmiş cıvata, somun, tel, vida, çivi, cam kırıkları ve en çok da paramparça olmuş büyük araç lastiklerinin parçalarıyla dolu. Ortalık sanki savaş alanı. Bir taraftan emniyet şeridi var, rahatlıyorsun, güvenli mi güvenli, “Oooh!” diyorsun; öte yandan kıçın üç buçuk atıyor lastiği patlatacaksın diye!!! Yolun en sağından gittiğim için yerdeki tehlikelerden biri de mazgal delikleri. Pür dikkat kesilmekten başıma ağrılar giriyor. Solumdan ise mütemadiyen ağır vasıtalar yalayıp geçerken, bazen önüme gereksiz park edenleri sollayayım diye kendimi yola atıyor, yüklü kamyonların hava koridoruna girme cesaretinde bulunuyorum…
Zaten trafiğin çok yoğun olduğu anayolda gürültüden adamın başı feci ağrıyor. Bu yüzden sevmiyorum karayollarını. Benim tercihli oyum her zaman köy-kasaba yollarından yana… Eh, biraz bozuk mozuk olsa da en azından trafik yok denecek kadar az oluyor…
Çiftlikköy
Yalova’ya gittikçe yaklaştığımı belirten km tabelasını görünce mesanemi zorlayan sese de kulak veriyor ve bir benzinlikte up… uzuuuun… çiş molası veriyorum. Sanki tabakhaneye idrar yetiştireceğim… O tabela, bu tabela derken Çiftlikköy’e vardığımda uğultulu yolun büyük kısmını zaten çoktan tamamlamış bulunuyorum.
Yalova – Yenikapı – Yolun Sonu
Kısmi görüntüsüne rağmen, İzmit Körfezi’nin çevresini birkaç saatte tüketme şerefine nail olmak sanki zor olanı kolayca halletmek gibi bir şeydi. Aynı nispette İstanbul şehrinin Yenikapısı’na ulaşmak İzmit’in endüstriyel imajını, Yalova’nın sayfiyeyi andıran pitoreskini bir çırpıda geride bırakmanın memnuniyeti ile birleşince zahmetli bir yolculuğun ne kadar kolayca başarılabilir olacağını kanıtlamıştı bana. Eyvallah, İzmit bütünüyle bir sanayi kentiydi ve İstanbul’un üzerindeki yükü bir nebze almış olmanın gururunu yaşıyordu. Tatil yapmaya gidilecek bir yer değil elbet. Ama sanayisi yanında tarihi mekanları ve doğası da yok değil. En azından bir dahaki sefere doğada kamp yapabileceğim yerleri layıkıyla keşfe çıkmak isterim bu bölgede.
İşte ben bu düşüncelere dalmışken… tam bu esnada yağmur da boşanmayı seçmişti ve tepemden aşağıya süzgeciyle boca etmişti. Böylece yağmurda ilk sürüşümü de gerçekleştirmiş olmanın kıvancını yaşamış oldum. Sağ ol be!
Yalova deneyimi ise mutlaka sıraya koyduğum projeler arasında. Çok merak ettiğim rotalar var. Mavi rota gibi. Yaylalarına çıkıp, şelalelerinde yüzmek gibi.
Fotoğraf Kareleri ve Akıl Çelen Düşünceler
Muhteşem doğanın ortasında yan gelip uzanmak istiyor insan!
Çevre düzenlemesi oldukça güzel…
Kim bilir yazın nasıl oluyordur buralar?
Bir hamağım olsaydı kesin kurardım şuracığa…
Ne kadar çok martı ve karabatak sürüsü var bu kıyıda!!!
Pire🚲’nin canı hiç çekip gitmek istemiyor ki!
Aşağıda körfezin “gel iç beni” diyen laciverdi, tepelerde yaylaların şenlikli yeşili…
Amanın doğanın kötü ruhlu canavarları karşı kıyıyı bok etmiş bile!! 🙁
Bir çırpıda dönmek koca körfezi… 🙂 🙂 🙂
Evet, şimdi, bu yolculuğun kaderi de Ayazağa’da geleneksel pansiyonumda son buluyor. Aynı gün içinde yaklaşık 9½ saat bisiklet tepesinde pedallayarak, 92 KM gibi en uzun mesafe kat edişimin rekorunu da kırmış bulunuyorum. Yolculuğumun noksansız mesafesi ise Yalova’dan Yenikapı’ya feribot ve Yenikapı’dan Ayazağa’ya İETT otobüs ile toplam 141 KM; harcadığım zaman ise 11 saat 45 dakika. Sırada iyice dinlenip yorgunluk atmak var. Artık ödül bir kırmızı şarap mı olur, bir duble rakı mı, yoksa bir-iki kadeh viski mi, bakacağız…
Ardından Tekirdağ yolculuğu için hazırlanacak ve Trakya kapısından içeri girmiş olacağım. Zira sonbahardan kışa kuzey Trakya gezileri bekliyor olacak bendenizi.
TUR ile İLGİLİ DETAYLAR
Tur Tarihi: 01.11.2017; Çarşamba
ROTA: Kirazlıyalı >> Körfez >> Derince >> Gölcük >> Değirmendere >> Halıdere >> Karamürsel >> Tavşanlı >> Çiftlikköy >> YALOVA
Güzergâh Seyri: Kirazlıyalı >> D100 Highway >> Körfez (Gulf of İzmit) >> Derince >> Avni Kalkavan Stadyum >> Güneş St. >> Seka Park >> Nazmi Oğuz Park >> Ömer Türkçakal Blv. >> Başiskele >> D130 Highway >> Yeniköy >> Gölcük >> Değirmendere >> Roma Cemetery >> Halıdere >> Ulaşlı >> Arif Hoca >> Tepeköy >> Karamürsel >> D575 Highway >> Altınova >> Tavşanlı >> Taşköprü >> Çiftlikköy >> YALOVA >> {Yalova ~ Yenikapı IDO Hızlı Feribot} >> YENİKAPI (V) >> Ayazağa
Turun Niteliği: “Marmara Turnesi” ~ İzmit Yaylaları gezisinin iptalinden sonra İstanbul’a dönüş & Trakya yolculuğuna geçiş
Toplam Tur Mesafesi: 141 km
Bisiklet Mesafesi: 92 km
Toplam Araç Mesafesi: 49 km
Kullanılan Ulaşım Aracı: IDO Hızlı Feribot & İETT Otobüs
Toplam Tur Zamanı: 11 saat 45 dakika. (Kirazlıyalı ~ Yalova: 09:00~18:30) & (IDO: Yalova ~ Yenikapı: 1 saat 15 dk.) & (IETT: Yenikapı ~ Ayazağa: 1 saat)
Toplam Bisiklet Zamanı: 9½ saat (09:00~18:30) Molalar: 1½ saat.
Hava Sıcaklığı: 12°C (Bulutlu & Aralıklı yağmur)
Ortalama Hız: 13.50 km
Maksimum Hız: 55.00 km
Yapılan Harcamaların Detayı
Ulaşım: 27,60 TL
Konaklama: 0,00 TL
Yeme & İçme: 15,00 TL
Diğer: 2,00 TL
Toplam Harcama: 44,60 TL
Bir sonraki “Silivri Maviyelken” serüveninde görüşmek üzere; sevgiyle kalın,
Gezenti Şeref
***…***