Pire🚲 ile “MARMARA TURLARI”
Bisiklet bir tutkudur, bir yol masalı dostudur, gönülçelen bir sevdadır. Bisikletle Türkiye yolculuklarını düşünde gören biri yol sevdasına tutulduğu aşkını ömrü buyunca unutmaz, yaşadığı sürece onu hep arar durur… #pire🚲 ile Marmara & Trakya gezileri…
“KUZEY’e TIRMANMADAN ÖNCE MARMARA’dan TRAKYA COĞRAFYASINA” 2’nci Gün…
Fırtına yüklü, sağanak yağışlı bir gecenin ardından bulutlar daha fazla yükselmeden güne uyanıyorum, malum bu aylarda güneş yüzünü ya geç gösteriyor ya da, utancından herhalde, hiç göstermiyor. Malzemeleri havalandırıp, toparlayıp, kahvaltımı da çabucak yaptıktan sonra fazla geç olmadan, E5’ten Kınalı yönüne hareket etmek istiyorum.
Neyse ki yağmur yağmıyor. Yağsa da çiseliyor gibi davranıyor. Bu iyiye işaret. Yoksa sırılsıklam ıslanıp sucuk gibi olmak istemem doğrusu. Aynı serilikte davranıp malzemeleri Azize🎒’ye ve Pire🚲’ye yüklüyorum. Bir yandan da resepsiyonun bulunduğu binayı göz ucuyla kesiyor, etrafta kimse var mı diye bakıyorum. Varsa anahtarı teslim edeceğim. Yoksa kapının üstünde bırakacağım. Ortalıkta kimsecikler görünmüyor. Şekil B uygulanıyor.
Saat sabahın 09:00’u. Günlerden 9 Kasım, Perşembe. Kamping alanında geçirdiğim küçük çaplı heyecanlı serüven buraya kadar. Nokta.
[📷 İşte SEDONA 340 bisikletim, namı diğer Pire🚲, yolculuğun ikinci aşaması için güne hazır, Mocamp kamping tesisi, Semizkumlar, Silivri, (Kasım 2017).]
Son bir kez olsun kıyıya inmek istiyor canım. O tarafa doğru yürüyorum. Burayı böyle boş halde turlamak çok keyifli. Kampta kalan tek tük insancıklar da uyku âlemindeler. Dışarısı tamamen bana kalmış durumda. Sahilde bir süre çevreye bakınıyor, keşke kahvaltımı şuracıkta yapsaymışım diye hayıflanıyorum. Şuracık dediğim ahşap piknik masalarının bulunduğu koca eğlendinlen alanı.
[📷 Mocamp kumluk sahilde, Semizkumlar, Silivri, (Kasım 2017).]
Eh artık yolcu yolunda gerek. Çıkışa doğru ilerliyorum.
[📷 Bye bye Mocamp; Semizkumlar, Silivri, (Kasım 2017).]
Tekirdağ Yolculuğu Başlıyor
Artık yolu ezberledim sayılır. Buradan E5’e nasıl çıkacağımı kendim koymuş gibi buluyorum. Mahalle sessiz, sokak aralarındaki evler sessiz. Yollar boş. Köpekler de aktif değiller. Şansıma bir tanesiyle bile karşılaşmadan karayoluna çıkıyorum. Ancak ufaktan bir sorunum var. Karşıya geçebileceğim tek alternatif yakındaki üst geçit. Böylece günün ilk zorlu tırmanışını da gerçekleştiriyorum.
Buradan Kınalı’ya kadar yol düz. Sadece eski un fabrikasının olduğu yerde biraz eğim var o kadar. Ancak yolun ve dolayısıyla emniyet şeridinin oldukça dar olması biraz sıkıntı yaratsa da Kınalı’dan sonra işim epeyce kolaylaşacak.
Maviyelken tabelasını görür görmez zınk diye frenlere asılıyorum. Solda uzakta çok tanıdık bir mahalle, bir sokak ve bir ev var. Bir kez daha şu eski yazlığa kadar gidip baksam mı diye kendi kendimle fikir alışverişi yaparken sol beynimin sağ beynime “boşveeeeer, giden gitmiş kardeş, baksan ne yazar” kalıbında fıslayan tırmalayıcı sesiyle irkiliyorum. Sol beynim sağ beynime karşı müsabakayı kazanıyor, kafa kol maçını galebe çalıyor. Artık elde avuçta olmayan bir yaz evinden ne hayır gelir? Pederim hayatta olsaydı, o şirin ev de sağ salim, dimdik ayakta olsaydı, Silivri Öğretmenevi, Mocamp gibi tesislere ne ihtiyacım olurdu ki, basar gelirdim buraya, kapılarını çalar, “Ben geldiiiim!” diyerek kendimi misafir ettirirdim, babacığıma ve ikinci eşi Yılseren ablama.
[📷 Anacığımın maalesef ömrü yetmediği için bir gün bile içinde oturamadığı ama babamın ikinci evliliğini yaptıktan sonra ara sıra gelip kaldığı efsanevi yazlık ev; Maviyelken, Silivri, (Kasım 2017).]
Anılar… anılar… anılar… Şimdi gözümde canlandılar… Anılar… anılar… şimdi beni şu an şu saatte ağlattılar…
Hatıralar geçidinde anılara dalmak. Bir anda yanımdan geçen kamyonun sert rüzgârıyla uyanıyorum. Biraz yalpalıyoruz, ben ve Pire🚲… Yoksa anıları deşmek mi sarstı beni? Kim bilir? Ama yok bir dahaki sefere inip bakacağım. Eskiden şu sitelerin arasında devam eden ve kumsala kadar uzayan taşlı toprak yolları da asfaltla kaplamışlar diye duymuştum. Mükemmel olur düzgün asfalt yollarda seyretmek. Belki üç beş tanıdık yüze de rastlarım. Bol bol fotoğraf da çekerim. Dediğim gibi, bir dahaki sefere…
Kınalı Kavşağı
Bir yolu Edirne’ye diğer yolu Tekirdağ yönüne ayrılan Kınalı kavşağına kadar sahilden gidebilir miyim diye alt geçidi kullanıp köprünün altından geçiyor, karşı yola atlıyorum. Bir toprak yol bulup içeri dalıyor ve sahile kadar iniyorum. Evet, buradan bizim eski yazlığı acayip yükselen evler ve inşaatlar yüzünden görmeme olanak yok ama bak en azından sahiline kadar inip kumuna, suyuna, havasına dokundum diyebilirim.
[📷 Sahilde; Maviyelken, Silivri, (Kasım 2017).]
Kumsal eskiye oranla ne kadar bakımlı, ne kadar güzel olmuş. İnsanın şimdi burada yaşayası geliyor… da ben Saros’umu hiçbir yere değişmem…
Dün kirli çamaşırlarımı kampingin WC & Duşlar teşekkülünde mis kokulu sabunla köpürterek yıkamış bol su ile durulamıştım. Ancak ıslak kıyafetleri kurutacak herhangi bir kurutma makinesi olmadığı için yağmur gelene kadar kulübenin arkasındaki ağaca ip germiş havalanmalarını sağlamıştım. Daha sonra yağmur tıkırdamaya başlayınca yapacak bir şey yoktu, topladım, odamın içine oraya buraya serptim ve sabaha kadar ısıtıcının da yardımıyla (artık odayı ne kadar ısıtıyorsa o kadar) kurumaya bıraktım. 🙂
Gümüşyaka’da Mola
Kınalı kavşağından sonra ilk benzinciye daldım ve dışarıda tenha bir köşede gözüme kestirdiğim boş bir piknik masasına oturdum. Çantama baktım bir de ne göreyim. Kahvem kalmamış. Ama şu işe bakın ki yol dostları beni seviyor. Az sonra benim çardağın yanındakine kurulan iki delikanlı ve kız arkadaşları ile merhabalaşınca aramızda sıcak bir diyalog geçmeye başladı. “Nereden geliyorsun, nereye gidiyorsun?”, “Yanında kimse yok yok mu? Yalnız mı pedallıyorsun?”, “Korkmuyor musun?”, “Köpekler rahat bırakıyor mu?” gibi klasik sorulardan sonra bana ikram ettikleri kahveden yudumlarken ben de onları soru yağmuruna tuttum… Hoş çocuklardı. Ben gibi özgür takılan kafalık türlerden… Hatta yanlarındaki poğaça ve kurabiyelerden de bir poşete doldurdular bir ton. Dedim hepsini taşıyamam. Nasıl olsa yolda hep bir ikram, hep bir ikram… Gülüştük… Yarısını geri iade ettim… diğer yarısını da teşekkür edip sırt çantam Azize🎒’ye yerleştirdim, minnetle… Çok naziktiler… Vedalaşıp ayrılırken bile arkamdan bin bir esprili nasihatler…
Kısım kısım yağmur damlaları altında ve gök gürültüsü izinde çok güzel bir yolda pedallamayı sürdürüyorum.
10 Kasım
Yarın Atatürk’ün 79’uncu ölüm yıldönümü. Tekirdağ’da yas törenleri olacaktır. Yağış olsa da kimseyi durduramaz, Ata’sını seven herkes koşacaktır merasime. En azından saat 09:05’te saygı duruşunda bulunacaktır. Sirenler ötecek, arabalar duracak, insanlar duracak, kornalar çalmaya başlayacak… Benimse zamanlamam mükemmel. Bir gün önceden Tekirdağ öğretmenevine yerleşebilecek ve iyice dinleneceğim.
Bu yeni hayatım hiç de göründüğü gibi kolay değilmiş. Uzaktan davulun sesi hep hoş gelirmiş ya işte böyle bir şey. Ama hiç şikâyetim yok. Kimse bisiklet al, bisikletle yollara çık diye zorlamıyor beni. Tamamen gönüllü işi. Seviyorum ben bu hayatı be! Nesinden şikayet edeceğim ki? Yollar, doğa, hayat her şey özgürlük kokuyor. Başladığım günden bu yana çok güzel şeyler yaşıyor, çok hoş anılar biriktiriyorum. Henüz başımdan ciddi bir olay geçmedi. Aman geçmesin de zaten. Böyle keyifli keyifli yolculuklar yapayım. Gezeyim. Fotoğraf, video çekeyim. İçi sevgi dolu insanlarla tanışayım. Daha fazlasına ise zamanla alışacağımı biliyorum. Ya da öyle olacağını umuyorum. Yeni hayata uyum sağlamak süreç isteyen bir rota. Sabır lazım, sadakat lazım, ve her şeyden önemlisi keyfimi kaçıracak şeylerden, söylencelerden uzak durmak lazım.
İşte bir bakmışım gri bulutların üstünde, bir de bakmışım karanlık bulutların altında gürleyen gök sesiyle irkilerek pedallıyor ve çiselen yağmura karşı sürüşümü devam ettiriyorum. Yol ıslak ve ara sıra kayganlaşıyor, ama henüz herhangi bir düşüş gerçekleştirmedim. Dikkatle pedal çevirmeye devam…
Biliyorum bu ıslak hava sürmeyecek. Kuru bir esinti de eşlik edecek. Ve o yolun sonunda TEKİRDAĞ tabelası görünecek… 🙂
***…***
Marmara Ereğlisi
*Bulduğum bir durakta serinletici içecek ihtiyacımı soda + ayran ikilisi ile gideriyorum.
Marmaraereğlisi’nin diğer isimleri Perinthos ve Heraklia… Esasen yerleşimin adı “Perinthos” iken “Heraklia” olarak değiştirilmiş. Osmanlılar Heraklia’ya “Ereğli” dediler. Diğerleriyle karışmaması için de “Marmara Ereğlisi” demeye başladılar.
*Fotoğrafta görüldüğü üzere hava resmen benimle oyun oynuyor… Bir açıyor, bir kapıyor, sonra apansız üzerime yağmur damlalarını gönderiyor, sonra haylazca yaptığından utanıp ya da merhamet duymuş olacak ki kuru bir rüzgârla kurumamı sağlıyor… Ben yine de bulutlu havayı gâvur şeyi gibi güneşli sıcak havada pedallamaya tercih ederim… Bulutları seviyorum, arkadaş… Çiseleyen yağmura da OK… Ama beni sırılsıklam bırakacak sağanağa NO!!!
Yeniçiftlik
Pek çiftliklerden eser kalmış görünmüyorsa da…
*Yeniçiftlik: kesinlikle çay demleme zamanı…
Tekirdağ
Ha-ha-hay… Arabalar gelir geçer (aman)… yavrum aman) Hovardalar candan çeker… Hovardadır benim yarim (yavrum aman)… Hovardadır benim yarim… Deniz dibi saz olur (aman)… (yavrum aman) Gül açılır yaz olur… Ben yarime gül demem (aman)… (yavrum aman) Gülün ömrü az olur…
*Benim de gördüğümü görüyor musun? Ha-ha-ha… bak işte demiştim, şu noktadan itibaren Tekirdağ şehrine girmiş oluyorum. Az sonra konaklayacağım odayı da işgal edeceğim hakkıyla.
*Tekirdağ: benim için Trakya’nın bu sahil kenti her zaman cömert, açık yürekli, samimi bir yer olmuştur. Buram buram anason kokan rakısını çok sevdiğimden herhalde. Özellikle Saros’a giderken veya İstanbul’a dönerken, her geçişimizde kasa kasa alırdık tekel fabrikasının yanından geçerken.
Köftesine ise söyleyecek sözüm yok zaten. On numaradır. Lezzetli ve davetkâr.
Tekirdağ Öğretmenevi
Tam yıldızlı ‘rezidansım’… Temiz, pak, konforlu ve tatminkâr. Üstelik ödediğim ücrete sabah kahvaltısı da dâhil.
Bu rahatlıkla Öğretmen Evi’ne yerleştim. Yıkandım, tazelendim ve bir şeyler yemek için çarşıya indim. Yemekten ziyade susamıştım (harareti iliklerime kadar hissediyordum) ve 1 litrelik üzüm suyunu bir dikişte içtim. Bulduğum şahane, fakat çok farklı tarzda közde pişirdiği tavuktan döner dürüm yapan bir fast-food lokantasında da karnımı doyurdum ve sahilde az bir yürüyüşten sonra dinlenmek için odama çekildim.
Ertesi gün Tekirdağ’ın işgaline devam edecektim.
TUR ile İLGİLİ DETAYLAR
Tur Tarihi: 09.11.2017; Perşembe
ROTA: Semizkumlar >> Maviyelken >> Gümüşyaka >> Sultanköy >> Yeniçiftlik >> TEKİRDAĞ
Güzergâh Seyri: Semizkumlar Mocamp >> D100 Karayolu >> Kınalı >> Gümüşyaka >> Sultanköy >> Marmara Ereğlisi >> Yeniçiftlik >> Yenice >> Karaevli Bridge >> Atatürk Ormanı Mesire Alanı >> TEKİRDAĞ >> Tekirdağ Öğretmenevi
Turun Niteliği: “Marmara Turnesi” ~ Güney’den Kuzey’e Trakya yolculuğu
Toplam Tur Mesafesi: 60 km
Bisiklet Mesafesi: 60 km
Toplam Araç Mesafesi: 0 km
Kullanılan Ulaşım Aracı: Kullanılan araç yok.
Toplam Tur Zamanı: 7 saat 45 dakika (09:00~16:45)
Toplam Bisiklet Zamanı: 6 saat 15 dakika (09:00~16:45) Molalar: 1½ saat.
Hava Sıcaklığı: 12°C (Bulutlu & Aralıklı yağmur)
Ortalama Hız: 12.00 km
Maksimum Hız: 50.00 km
Yapılan Harcamaların Detayı
Ulaşım: 0,00 TL
Konaklama: 90,00 TL
Yeme & İçme: 16,00 TL
Diğer: 2,00 TL
Toplam Harcama: 106,00 TL
Bir sonraki “Tekirdağ Şehir Merkezi” serüveninde görüşmek üzere; sevgiyle kalın,
Gezenti Şeref
***…***