İşte, bir kuyuda bir başıma kalakalmışım gibi geliyor örneğin karanlık ve soğuk bir sığınakta parmak hesabı yaparken. Tıpkı derin bir kuyuda sıkışmış gibi. Karanlık, rutubetli, havasız bir kuyu bu. Zaman durmuş. Korkularım, her şey karmakarışık gibi üstüme üstüme…
Çıkış peki?
Sabır. Elbette o kuyunun dibinde bir ufacık gün deliği bulacağım. Sarılacağım, umut edeceğim başka ne var ki? Minik çakımla iğne ucu kadar görünen gün ışığını kazıyacağım, kazıyacağım; vazgeçmeden, yorulmadan. Kan ter içinde… Kuyunun içinde bir kapı var. İnanınız, ben biliyorum. Onun için kazmaya değer, zaten başka türlüsü yok, başka türlü bir yaşamak da yok. Bu yol bulunmak üzere kazılacak, iğneyle, çakıyla, mesleğimin bana öğrettikleriyle, 33 yıllık kariyer yaşantımda edindiğim profesyonel iş tecrübelerimle, bilim ile, sanat ile… Bulunacak bu yol.
Sonra o yoldan başka yollara açılacak başka başka kapılar olacak… Yolda türlü maceralar yaşanacak, farklı zenginlikte bilgeleşilecek, büyünecek…
gEZENTİ şEREF ~ E-2017/009
Esinti Tarihi: Pazar, 19.02.2017
Yeniden Merhaba,
Dünkü yazdığım yazının üzerinden sadece 24 saat geçmesine rağmen, sanki gelecek planlarıma dair tuğla gibi bir roman yazmış gibi hissediyorum kendimi. Oysa yapılacak ne çok iş var. Başımsa çamaşır makinesine rakip, fırıl fırıl dönüyor. Ve yetmezmiş gibi omzumdaki yükü biraz daha artırayım dedim. Neyse ki iyi haber şu: MAJESTİK GÜN’e 40 gün kaldı. 1 Nisan’da resmi olarak emekli olacağımı belgesele aktaracağım günü kastediyorum tabi. Şaka Günü tarihi aynı zamanda benim EMEKLİLİK GÜNÜ; bu da hoş bir şaka gibi. O gün hemen her alanda 35 yıllık çalışma hayatımı sonlandıracak ve ismimi ihtiyarlar kulübüne kayıt ettirip, emekli aylığı alan kişiler listesine ekleyeceğim.
Böylece yeni bir hayat sayfası da başlamış olacak benim için: Bisikletli günler…
Aslında çok az bir zaman kalmasına rağmen o emekli havasına girmiş sayıyorum kendimi. İnsan ister istemez hayalindeki şeylere bir an evvel kavuşmak istiyor. Benim de içimi kavuran seyahat düşleri; onunla yatıyor, onunla kalkıyor planlar içinde boğuluyorum.
Ancak kendime her seferinde hatırlatma ihtiyacını duyuyorum. En son çalıştığım yerlerden biri olan Antalya Serbest Bölgesi’ndeki “Cyrus Yachts” tersanesinin CFO’su vazifesiyle gösterdiğim üstün beceriler takdire değerdi. Aslında bütün bütçe, planlama, finansal projeksiyonlar, zaman çizelgeleri, proje yönetimi için kullandığım ve projedeki işlerin sırası, verimliliği, önemi veya aralarında problem olan işlerin ve bu problemlerin etkileri gibi kritik bilgilerin gözlemlenmesi için kullandığım finansal yöntemler, PERT (Program Evaluation and Review Technique, Program Değerlendirme ve Gözden Geçirme Tekniği), CPM (Critical Path Method, Kritik Yol Yöntemi) ve benzeri metotlar serüveni İngiltere’de kaldığım 80’li yıllara kadar gidebilir. 90’lı yıllar ve sonrasında hemen hemen tüm çalıştığım ecnebi sermayeli işyerlerinde çalışma hayatım randımanlı projeler, planlar, projeksiyonlar ve planlamalar ile geçti.
Böyle güçlü yetenekler bir günde unutulacak cinsten şeyler değil
Yıllar geçse de ustalığımdan bir şey kaybedeceğimi düşünmüyorum. Ancak itiraf edeyim ki o eskinin disiplin ve organizasyonu her ne kadar devam etse de detaylara boğulmak bugün hiç işime gelmiyor. Ama öyle ama böyle, daha çok kestirmeden hareket etmeyi tercih etmeye başladım. Sanki erken ihtiyarlık rüzgârını arkama almış, bazı şeyleri yarına erteleme fikrini çağdaşça keşfetmiş olmanın mutluluğunu yaşıyor gibiyim. Bu da emeklilik psikolojisinin etkisi galiba.
Diğer taraftan, çalışma masamın başında uzun saatler zaman geçirip, detaylara boğulmayı tercih etmiyorum.
Günlerin nasıl hızla geçtiği beni şaşırtıyor, sanki zaman uçup gidiyor, ve ben elimde ufacık tefecik bir plan program ile dımdızlak kalıyorum. Bu cüretkâr yolculuk tasarımları ne kadar zaman tüketiciymiş meğer! Bunda biraz beynime yüklediğim stres olabilir. İstiyorum ki her şey doğru olsun ve en kısa sürede olsun. Öte yanda en uygun kararların sabırla ve sağlıklı bir çalışma ile verildiğini en iyi bilenenlerden biriyim.
Bugün itibariyle hazırladığım “yapılacaklar listesi” arkalı önlü tam 10 sayfadan ibaret. Hem de bildiğin el yazısı ile. (Ya, bak, bir liste hazırlayacağımı söylemiştim.) Bazısını listeden çıkartarak kendimi şanslı hissettiğimi fark ettim. Kaç sayfa? 4! E, ama, bugün yenilerini ekledim….. 7!! Tam arzuladığım bir ruh hali değil, fakat varmak istediğim yere varacağım bir şekilde…
YARIN OLACAKLARI… YARIN YAP…
Her neyse, bunlara da yarın bakarım. Yarın gelince bitirebileceğimi öngörüyor, ya da buna inanmak istiyorum. Daha önemlisi ertesi gün yapma isteğinin ağır basması ve ruhumu böyle okşuyor olması bu eksik kalan, hiç dokunulmayan maddeleri tamamlama inancımı daha da kuvvetlendiriyor sanki.
Aslında hikâye şöyle:
Yapmak istediğim o kadar çok şey var ki! Ve fakat bunun yanında yapmak istemediğim şeylerin sayısı da az değil.
Negatif duygularla beslenmek benim karakterim değil. O yüzden her koşulda iyi hissetmeyi öne çıkartıyorum. Freud bunu “haz ilkesi” olarak adlandırmış. Evrimci psikologlara göre bu bir nevi “modern dünyada taş devri beyni” gibi bir şey. Sanki şeker ve yağa aşerme misali, şimdi ben de iyi hissetmeye aşeriyorum. Tamam, birçok kimse gibi ben de yaptıklarımın ödülünü hemen almak isteyen birisiyim; bunu yadsıyamam.
Hayat bunu da öğretti bana.
Dolayısıyla eldeki görevler karşısında berbat hisler giyinmek yerine, iyi duygularla beslenmeyi tercih ederim. Kendimi kötü hissettiğim zamanlarda ise görevlerimi sürüncemede bırakır ya da daha sonra yapmak üzere ertelerim. Kötü hissederken ısrarla yapmaya soyunmak hatalara da yol açabilecektir. İşte ben en çok bundan tırsarım.
Bir görevden elimi çektiğim anda, her ne kadar içimi bir sululuk duygusunun esintisi kaplasa da, çok daha iyi hissedeceğimi bilirim. Çünkü o görevden, o ıslah olmaz bedbaht anda firar etmek en zeki davranış olmakta. Ve, doğal olarak, yeni bir niyete sahip olduğuma işaret etmektedir; “Ben işte bunu yarın yapacağım!”
Şimdi izin verirseniz bu ikisini bir araya toplayayım:
Listede yer alan bir görevi yapmak istemeyiş duygusu, artı, yarına erteleme niyeti, kendimin biraz daha iyi hissetmesine yol açıyorsa (belki bütünüyle çok, ama çok daha fazla mutluluk verici şekilde), hiç tereddüt etmeden böyle yapmalıyım. Mevcut duygusal durumum (ruh hali) üzerine odaklandığımda (bir tür bugüncülük biçimi) ve yapmakla yükümlü olduğum görevi ertesi günü yapabileceğimi düşündüğümde, bugünü öngörerek, o meşgaleyi yarın yapmakla daha iyi bir iş çıkartabileceğime olan inancım daha kuvvetli bir hal alıyor.
Nedeni ise çok yalınç. Bugün nasıl hissediyorsam yarın nasıl hissedeceğimin de en büyük garantisidir.
Bazıları abartabilir ve bu duygu silsilesiyle ‘her gün aynı şeyi tekrarlarsın’ diye bir iddiada bulunabilir. Hayır, öyle değil. Kastettiğim bu değil. Bu anekdotun arkasında duygunun gücü yatıyor. Nasıl hissediyorsan öyle yap. Ama zorla güzellik olmaz. Yaptığın işten keyif almalısın. Pratik hayat bunu defalarca kanıtlamıştır bana. Çünkü yarının “iyi niyetli” temennisi bu gücü vermektedir.
Üstüne üstlük, ben yıllarca baskı altında çalışmaya alışık biri olarak stres ile nasıl mücadele edilir çok iyi bildiğimi düşünürüm. Yüzlerce örneklerini yaşamış biri olarak söylüyorum bunu. Gerçi o eski doğurgan dönemlerde başka çıkar yolum da yoktu. Son tarihlere dayalı programlar, planlar Demokles’in kılıcı gibiydi tepemde. Şimdi öyle mi ya? Hayır, vidaları bayağı gevşetebilir, Demokles’in kılıcını uçurumdan aşağı sallayabilir, hatta çıkarmamak üzere kara toprağın altına gömebilir, kalan hayatımda emekliliğin tadını kıyasıya çıkartabilirim.
Her halükarda, yarın gece yarısına kadar vakti var!!! O zaman yapabilirim, sorun değil yani.
Bir sonraki esintide görüşmek üzere…
Mürekkebe banmış esintili Sevgilerimle,
Gezenti Şeref
***…***