Özgürlük mü?… Sonra o yoldan başka yollara açılacak başka başka kapılar olacak… Yolda türlü maceralar yaşanacak, farklı zenginlikte bilgeleşilecek, büyünecek… Her şey birbirine bağlı, birbirine dokulu, bağlantıları, işaretleri izlemeliyim. Çünkü kuyuya düşen ve kapılar bulan, kapıları açan, yolculuklara çıkan artık bir masalın içindedir. İzleyenlerden olmak; kör, sağır, dilsiz, hareketsiz olmak nefessiz olmak demek. İşte bir minibüsün içinde tacize uğramış bir kadını sessiz sedasız izler gibi. Doldurulmuş kuklalar, renksiz, kokusuz, ışıksız, tatsız…
gEZENTİ şEREF ~ E-2017/010
Esinti Tarihi: Çarşamba, 22.02.2017
Dün gece yol kenarına çökmüş, caddenin iki yanındaki kaldırımın üstünde akıp geçen insan kalabalıklarını seyrediyorum. Beni en çok sarsan şey, suratların her birine kondurulmuş soyut ekspresyonlar. Şaşkın, kaygılı, endişeli veya kafası karışmış, ne yapacağını bilemez halde hareket eden ifadeler. Sanırım tüm bu mimikler bizlerin yolculuk serüvenlerinde yüzümüze kondurduğumuz duygular. Her nedense çoğumuz gideceğimiz yere takıntılıyızdır. Gidilecek yere bir an evvel varmanın saplantısı, diğer sapkınlıklar ilave edildiğince gittiğimiz yolun lezzetine varamıyoruz bir türlü.
Buradaki saptamada çoğul –biz– zamirini kullandım. Ama kendim için konuşacaksam eğer, açıkçası ben böyle telaşlı kitlelerden değilim.
Lütfen şuna sen cevap ver:
“İşten veya herhangi bir yerden eve dönerken yolda yürüyorsun. Saçlarını dalgalandıran o havalı esintiyi kaç kere fark edebildin ki?”
“Kumsala iniyorsun, bir bahçenin içinden geçiyorsun, o kenar süsü çiçeklerin kokusunu kaç kere duyumsadın ki? Ya da eğilip o çiçekleri koklamaya giriştin?”
“Damdaki kemancıyı dinlemek için kaç kez durdun? Durmak ihtiyacını duydun mu hiç?”
Ben düşünüyorum bunları……… ya sen?
<*> Bizi hayvanlardan ayıran ne çok şey var. Tarih bile başlı başına bir olay. Nietzsche ne diyor? “Hayvan tarih dışı yaşar. Çünkü o şimdiki zamanın içinde tükenir gider. Geride tuhaf bir kesir bile bırakmayan bir sayı gibi…”
<*> İnsan bir kere soracaktı elbette hayvana… Nietsche elbette devam ediyor: “Neden mutluluğundan söz etmiyorsun da öylece bakıp duruyorsun bana? Hayvan da yanıt vermek ister ki, söylemek istediğim şeyi hemen unutuyorum. İşte budur nedeni – ama bu yanıtı da unuttuğu için susacaktır: insan da buna şaşırır kalır. Kendisi de şaşırır insan. Unutmayı öğrenemediği ve sürekli geçmişe bağlı kaldığı için. Ne kadar uzağa, ne kadar hızlı koşarsa koşsun, zinciri de koşar peşinden. Bir mucizedir bu. Ha deyince gelir, ha deyince gidiverir. Daha önce de hiçtir. Daha sonra da bir hiçtir. Ama yine de bir hortlak gibi çıkagelir ve bir sonraki anın huzurunu bozar. Zamanın tomarından her an bir yaprak kurtuluverir. İnişe geçer, döne döne uçar – sonra geri dönüp insanın kucağına konar.”
ve şöyle devam eder…
<*> “Sonra ‘anımsıyorum’ der insan, ve kıskanır hemen unutuveren ve her anın öldüğünü, sisin ve gecenin içinde kaybolup sonsuza dek yok olduğunu gören hayvanı. Böylece hayvan tarih-dışı yaşar: çünkü o şimdiki zamanın içinde tükenir gider, geride tuhaf bir kesir bile bırakmayan bir sayı gibi, rol yapmasını bilmez, hiçbir şeyini gizlemez ve her an olduğu gibi tamamen görünür, dürüst olmaktan başka bir şey gelmez elinden, bir zamanlar sözcüğünün anlamını öğrenir çocuk. Nihayetinde ölüm özlenen unutuşu getirir ama bu sırada bir yandan da şimdiki zamanı ve yaşamı vurgular ve yaşamın yalnızca bir kesintisiz bir olmuşluk olduğu, varlığını kendisini olumsuzlayarak ve tüketerek, kendisiyle çelişerek sürdürebilen bir şey olduğu bilgisine vurur damgasını.”
Live a Life 🙂
<*> Ne yazık ki, çoğumuzun farkına bile varamadığı bu önemsiz görünen ama aslında çok güzel şeyleri göremezseniz, koklayamazsanız, duyamazsanız, yandınız gitti demektir.
<*> E, öyleyse, “ne olacaksa, olacak”, sinir içinde evinize dönüp yaşamı kendinize de, çevrenize de zehir etmekten başka çareniz kalmaz o zaman.
<*> Bilmiyorum ki yaşamak… sadece yaşamak mıdır? İnan bak, buna vereceğim bir yanıtım yok maalesef.
<*> Yaşamak yani, sabah erkenden uyanıp diş fırçalamak, haldır huldur işe gitmek, gülüşmek, eğlenmek, hırslanmak, paldır küldür eve dönmek, yemek, sevişmek, uyuya kalmak filan, bu kadar mıdır? Bu mudur yani?
<*> Sonsuz hayal üretkenliğinden vazgeçip, öfkene kapılıp, ki ona en çok ihtiyacın olduğu dönemde, o anda, yaşam, bizim oduncunun çocukları, Hansel & Gretel gibi öfkenden kırıntılar bırakmak mıdır sosyal medya hesabına: facebook’a, twitter’a, whatsapp durumuna, fotoşoplu instagram mesajına?
<*> Go-pRO’ndan bir dizi belgesel çekip Youtube hesabına o video serisini yerleştirmek de benzer bir çalışma mıdır?
<*> Küçük mutluluklar, yaşamın bizi bir aracın eski tekerleği gibi fazlasıyla yıpratmasını engeller ama, büyük felaketlerle, büyük acılarla, olağanüstü hayal kırıklıklarıyla karşılaşırsak, hiçbir işe yaramaz diyeceksiniz.
<*> Zaten yaş aldıkça aklımız başımıza geldiğinden, hantal mutluluklar peşinde koşmak budalalığından vazgeçtiğimiz için, bu küçük mutluluklar gittikçe daha önemli bir yer tutar yaşamımızda.
Bir sonraki esintide görüşmek üzere…
Mürekkebe banmış esintili Sevgilerimle,
Gezenti şEREF
***…***