Bisiklet bir tutkudur, bir yol masalı dostudur, gönülçelen bir sevdadır. Bisikletle memleket yolculuklarını düşünde gören biri yol sevdasına tutulduğu aşkını ömrü buyunca unutmaz, yaşadığı sürece onu hep arar durur… #pire🚲 ile kusursuz, orijinal Trakya gezileri…
“TEKİRDAĞ’dan KUZEY BATI TRAKYA COĞRAFYASINA”
“BÜYÜK TRAKYA TURU” serisine hoş geldiniz. Bu dizi içerisinde planlamama göre yaklaşık bir ay, belki biraz üstünde, süreceğini düşündüğüm bol miktarda köy havası ile dopdolu bir “Fırdolayı Babaeski”; akabinde “Kırklareli” ve “Edirne” kent gezilerinden oluşan sistematik bir tur programını izleyebileceksiniz.
Eh, öyleyse kaldığımız yerden itibaren başlayabiliriz…
1’inci Gün…
Gündüz serinliği penceremden içeriye sızarken, dışarıdan gelen denizin dalga sesleri eşliğinde saatim 06:00 olmadan ayaktaydım yine. Gerçi Trakyalıların ‘cittaslow’ tarzı rahat, esnek ve gevşek ruh hallerinin ambiyansına uygun biçimde kahvaltı biraz geç veriliyor olsa da rica minnet bir şeyler atıştırmış, cep telefonumun saatli gongu 08:00’i vurmadan eşyalarımı Pire🚲’ye yüklemiş yola koyulmuştum.
Güzel, hoş bir sabahın sessizliğinde ve tenhalığında pedal çevirmek ne kadar da keyifli! Önümde uzayan sise bile aldırış etmiyordum. Öyle ki şehrin üstüne çöken bulutlardan dolayı sanki her yanım duman altındaymış gibiydi. Hiç kuşku yok görüş mesafesi oldukça kısa ve zorlayıcıydı ama bu çetin ceviz yol sevdasına aldırmadım desem. Zaten gittikçe dağılıyordu sis. Kısa bir süre sonra ise kaybolup gitmesi an meselesiydi.
İlk gördüğüm iki genç insansı varlık, akşamdan kalma, içki mahmurluğundan zor ayakta duracak kadar zevk ve sefaya düşkün görünümlü tiplerdi. Kaldırıma oturmuş çorbacının dükkânını açmasını bekliyorlardı. Belli ki mesaisine erken teşrif etmiş çorbacı içerdeydi. Çorbalarını hazırlıyor, dükkanının kapısını müşterilerine açacağı saati bekliyordu.
Açıkçası bir zaman ben de bir kâse işkembe ya da kelle paça çorbasına takılsam mı, diye düşünmeden edemedim. Ama şimdi durup dururken sabahın bu saatinde sarımsak kokutmayayım Pire🚲’yi dedim ve bastım pedallara. Zaten dün akşamın yemeği o kadar porsiyonu dolu tabaklarla servis edilince dedim galiba bisikletçileri seviyor bu Tekirdağ esnafı. Kıyak yapmak genetik bir ruh hali midir bu coğrafyada, bilemedim.
Her neyse… Yolculuk güzel başladı ya… “Şu ana kadar yolculuğumun en keyifli sabahındayım.” Umarım Babaeski’ye kadar böyle devam eder… Arzulu düşünceler… Meyilli düşünceler…
Trakya Bekle Beni, Geliyorum…
İlk öğretmenevi konaklama deneyimim de muhteşemdi. Yalan değil. Kendimi hür odaların birisinde serbestçe kamp atmış gibi hissettim. Sorunsuz ve iktisatlı bir tecrübe olduğunu da itiraf etmeliyim. Bundan mutluluk duymayacağım da neden duyacağım!
Tekirdağ ~ Edirne karayolunda, namı diğer D-555, rampa yukarı tırmanıştayım. İleride Mehmetçik Ormanı yer alıyor. Besbelli oraya kadar tırmanışım sürecek. Vardığımda Bıyıkali Göleti’ni besleyen Ana Deresi’nin pınarına, yani suyun ana kaynağına da erişmiş olacağım.
Uzun bir süre buğday, çavdar, ayçiçeği ve kanola tarlaları arasından sürmeye devam ettim. Pire🚲’nin başı döndü kesin. Hiç bu kadar canlı bir coğrafya ile yakın teması olmamıştı şimdiye değin. Az sonra bolca meyve bahçelerinin ve üzüm bağlarının da yanından geçtik. Oldukça ilgi çekiciydi. Üstelik küçük taşra köylerini birer birer arkamızda bırakırken benim aklıma birkaç gün içinde devamını getireceğimiz Babaeski köyleri düştü. Of, ne şahane bir gezi programı olacak ama. Daha şimdiden heyecanı sardı bile.
Her rampanın çıkışı olduğu gibi inişleri de var elbet. Frensiz inmek risk almak demek olacağından çoğunlukla temkinli hareket etmeyi yeğledim. Böylesi daha güvenli. (Boşuna hazırlamamıştım “Ütopya” makalelerimi! Bak şimdi hepsi birer altın hazine niteliğinde. O yazılar ki bana bir rehber gibi yol gösteriyor. İstersen sen de bakabilirsin. Menüden “Ütopya”yı tıkla istediğin dosyayı aç oku. Belki bir faydasını görürsün. Bence…)
Ter döktürücü eskalasyon mesajı veren yolun belli bir kısmında asfalt zemin şoseye döndü. Sert çakıllar Pire🚲’yi rahatsız etmeye başlayınca aldım elime bisikletimi, kısa bir mesafe boyunca itekledim. Eğim yaklaşık %20 gibi bir sert tırmanış gibi göründü gözüme. Her şeye rağmen son 24 saattir sıvışma rolünü kestiğimden kendimle eğlenmeyi tercih ettim. İtekle, paf, puf, kısa aralıklarla nefes al nefes ver… Acayip komik… Ne de olsa günümü gün etmeye çıkmışım yollara. Asla şikâyet etmem.
Köpeklerle baş etme becerisi apayrı bir ustalık sanatı…
Ha, bu arada, yoluma ani çıkışlar yapmayı beceren üstat havhavlara ne demeli? Tamam, ulu orta serbestler. Zaten öyle de olmalılar. Nihayetinde doğa onların mülkiyetinde. Yani onlar hancı bizlerse yolcuyuz. Mülkiyet alanlarına girince delirivermeleri bu yüzden. Çılgınlıkları bazen asabi dozda tavan yapıyor. İşte o zaman da benim aklım başımdan çıkacak gibi oluyor. O kendine özgü adrenalin yükselten macera belirgin bir mesafe uzantısında sürüp gidiyor. Mesela şu ana kadar hiçbir kafayı oynatmış köpek tarafından ısırılmadım. (Umarım ısırılmam da.) Sadece hav-hav-hav bağrış, çağrış, az biraz kovalamaca, sonra alanlarını terk edince hiçbir şey olmamış gibi kıçlarını çevirip sakince yerlerine geri dönmeler… (Zaten bir sürü gördüğümde mutlaka iniyorum bisikletten ve onu beyzadeler ile arama alıp yavaş yavaş ilerliyor, uzaklaşıyorum bölgelerinden. Hiçbiri saldırganlık eseri sunmuyor. Adeta buz kesiyorlar. Ve yalnızca efsanevi bir orkestra gibi ‘best-seller’ piyasasına taş çıkartacak kadar nefesli yaygara sanatını ebedîleştirmek istiyorlar.)
Genelde şirin olanları seçebiliyorum. Edepsiz olanları ise kendi dünyalarına sevk ediyorum. Her seferinde postu kurtardığım için mest oluyorum. Yüzüme arsız, haspa gülücükler konduruyorum.
Kaymaklı Tatlı Diyarı: Hayrabolu
İşte Hayrabolu göründü bile…
Öyle aman aman turistik bir kasaba yerleşimi değil. O çok meşhur Hacılar Köprüsü ve Hayrabolu tatlısı dışında pek de öyle gezip görülecek bir merkez sayılmaz. Yine de Tekirdağ sınırları dahilinde kendine has bir ilçe olma özelliğini taşıyor ve tarımsal faaliyetlere önem vermesiyle tanınıyor. Gelirken gördüğüm ve yakından gözüme çarpan geniş ölçekli tarlalar mevsimlik tahıllar, gündöndü ve kanola bitkisi yetiştiriciliğinde oldukça verimli sayılmakta. Ne de olsa şimdilerde ‘boklu’ Ergene Nehri’nin sulak arazileri arasında yer alıyorlar.
Gönül burada bir gece konaklayıp ilçeyi enikonu gezmekten geçiyordu. Asıl hedefim buydu. Çok fazla uzaklaşmadan tarihi bir turlama yapmak niyetindeydim. Ancak “Hayrabolu Öğretmenevi” resepsiyonu ilçedeki bir tarımsal faaliyetin organizasyonu sebebiyle pansiyonun dolu olduğunu beyan edip kalma isteğimi refüze etti. Başka bir otel konaklaması için de sıraya girmek istemedim. Bunun üzerine öğretmenevinin kapısından çıktım, susuzluğumu giderecek bir bira almak için marketin yolunu tuttum. Köprü manzaralı nehir kenarında demleneyim dedim.
Kim ne derse desin yolculuklarımda bira daima bana ilaç etkisi yapıyor. Hem susuzluğumu kesiyor hem de pedal çeviren ayaklarıma güç veriyor. Velhasıl Hayrabolu’yu terk edip kendimden emin bir şekilde yola koyulduğumda geçtiğim köyler arasında gözüme kestirdiğim en güzellerinde durup mola verdim ve her defasında farklı bir markanın köpüklü birası ile taçlandırdım uzun seyahatnamemi.
Hayrabolu’dan 31,5 kilometrelik Babaeski yol mesafesi gözümde küçüldükçe küçüldü. Burnum havalarda koklaya koklaya sürdüm bisikletimi. Sanki az ötede gözümün ta içine kadar girmeyi başaran Babaeski’nin karayolları giriş levhası idi. Kırklareli ile Edirne illerinin kavşağı böylesine yakın mıydı, yahu?!
Öyle veya böyle konaklayacağım yuvanın terasından baktığımda Atatürk heykeli bana âşık ben de ona… Çok az kaldı… Çok kısa bir süre sonra kavuşacağız birbirimize… Artık birkaç hafta boyunca hasretlik gidereceğiz doyasıya…
Alpullu
Son Durak: Babaeski
Yavru köpeğin gözleri benim bisküvilerde.
Akşam yemeğim benim favorilerimden: Ton balıklı ve İtalyan usulü imitasyon soslu makarna, yanında bol biberli, hıyarlı ve soğanlı domates salatası ve tabii bira.
Tamam. Mide tıka basa doldu. Göbek şiştikçe şişti. Sırada sızma vakti. Nihayetinde beklendiği gibi bir keşif günü beni ve Pire🚲’yi bekliyor olacak.
İyi geceler dostlarım. Bizi izlemeye devam edin. Trakya havasında yaşanacak hadiseleri kaçırmayın derim. 🙂
TUR ile İLGİLİ DETAYLAR
Tur Tarihi: 11.11.2017; Cumartesi
ROTA: Tekirdağ >> Hayrabolu Yolu >> HAYRABOLU >> Alpullu >> Pancarköy >> BABAESKİ
Güzergâh Seyri: Tekirdağ Öğretmenevi >> İskele Cad. >> Hükümet Cad. >> İl Büyükşehir Belediyesi >> Hayrabolu Cad. >> Tekirdağ ~ Edirne Karayolu (D555) >> Mehmetçik Ormanı >> Sapak: Bıyıkali Köyü >> Sapak: Osmanlı Köyü >> Sapak: Karabezirgan Köyü >> Ortaca Köyü >> Yörükler Köyü >> Kandamış Köyü >> Sapak: Çeneköy >> HAYRABOLU >> Alpullu Cad. >> Tekirdağ ~ Edirne Karayolu (D555) >> Lahna Köyü >> Sinanlı Köyü >> Alpullu >> Pancarköy >> İstanbul ~ Edirne Karayolu (D100) >> BABAESKİ
Turun Niteliği: “Marmara & Trakya Turnesi” ~ Güney Trakya’dan Kuzey Batı’ya
Toplam Tur Mesafesi: 85 km
Bisiklet Mesafesi: 85 km
Toplam Araç Mesafesi: 0 km
Kullanılan Ulaşım Aracı: Kullanılan araç yok.
Toplam Tur Zamanı: 9½ saat (09:30~18:00)
Toplam Bisiklet Zamanı: 8½ saat (09:30~18:00) Molalar: 1½ saat
Hava Sıcaklığı: 12°C (Bulutlu)
Ortalama Hız: 13,00 km
Maksimum Hız: 51,00 km
Yapılan Harcamaların Detayı
Ulaşım: 0,00 TL
Konaklama: 0,00 TL
Yeme & İçme: 13,00 TL
Diğer: 2,00 TL
Toplam Harcama: 15,00 TL
Bir sonraki “Fırdolayı Babaeski (2)” serüveninde görüşmek üzere; sevgiyle kalın,
Gezenti Şeref
***…***