Hayatın Öte Yakasında…

Benim derdim umutsuzluktan zevk alma duygusunu çıkarsamak değil, umutsuz olduğum durumlardan ders çıkartmak. Eğer yalnızlık eyerimdeki yeni değer olacaksa umutsuzluğu romantizme nasıl çevirebilirim bunu düşünmeye başlamalıyım şimdiden.

gEZENTİ şEREF ~ E-2022/007

Esinti Tarihi: Pazar, 30.01.2022

Sağanak yağmurların yıkadığı tenha sokaklarda umut duşu almak. Islak düşüncelere dalmak; demek böyle bir şey. Sığındığım bir boşlukta hayat belleğinin izlerinde dolaştığım ân’lardı. Yapıt sepetimin içine tıkıştırdığım kurmacadan gerçeğe karalamaların. Edebiyat ve hatta yaşam sanatı adına söylenilen beylik sözleri bir yana bırakmış yaşamımdan damıtılmış anıları konu edinen tarihi romanlarımın, yaşam-anı öykülerimin büyük dünyasına dalmıştım gene.

Gelişigüzel okumalardan uzaklaşmış olmama karşın; hayatın içinde akıp giden her bir durum olay, yaşanmışlıkla gelinen çizgiyi yetingen bulmayıp; içteki o tınıyı hissettirecek, paylaşacak veya önümü açabilecek sözlerin kanatlarına takılıp gidiyordum kaçınılmaz olarak.

Çok farklı karakterlerle yazıştığım çok yönlü “Mektuplar”ımla buluşmam da öylesi bir zaman dilimini içeriyordu. Yaşamın anlamını kavramaya giden yolda, yaşanan sıcak günlerde; sokaklar. Meydanlar “Dostların arasındayız / Güneşin sofrasındayız” sözleriyle şenleniyordu. İnancın, sevginin, şölenin, bağlanmanın şarkısı oluyordu her bir söz. Ama içe, derinlere, kendi Ada’ma döndüğümde; başka sözlerle/seslerle yüzleşmek, beni, kendi bendine çekiyordu.

Sevdalım geçmişe dönmüştüm yüzümü…

Gezenti Kurgusu

Bir yanda kendi yazdıklarım vardı, ötede ise bana bunları yazdıran o büyük mazi duruyordu. Ve tabi hayatın o ince çizgisi üzerinde yer alan anlık öznel ve nesnel koşullar.

Hangi dönem olursa olsun, mektuplarımdaki ya da anı-yaşam yazılarımdaki içsel yolculuğuma, gözü pek biçimde, kendimi, ailemi, arkadaşlarımı, dostlarımı, akrabalarımı, eşimi, evlatlarımı, yoldaşlarımı katıyor; her seferinde onlarcası sonra tanıştığım yeni hayat ve o hayatın içine giren yeni insanlar benim dünyamı iyileştirici biçimde sarmalıyordu.

Nihayetinde tüm yaşamım yolculuklar silsilesi üzerine kurulu bir projeydi.

Göçmen Kuşlar Misali

Ama şu gerçeğin altını çizmeden de yapamayacağım. Göçmenlik bir kırılma anıdır. Ve o kırılma anına neden olan bir yığın sebep sayılabilir ki küskünlük de bunlardan sadece biridir. Ben buna “ayarlı isyan” diyorum. Ekonomik etkenler bir yana en başat olan sosyal kırgınlıklardır. Hayatıma yön veren göç kuşağının bidayet noktası ocakta kaynayan başkaldırı ateşidir.

Bir projenin parçası oldukları için, “bu dünya değişmemeli” noktasında duran “her şey”i hesaba katmadan, artık böyle bir beklentisi kalmamış, teselliyi namuslu insanlar olarak yaşamlarını sürdürmekte bulan, ya da toplumsal aktivitelerini, bir ulufe beklentisine indirgemiş insanlardan söz ediyorum.

Düz mantık, hayatta kalmak için göçe kalkma inadından vazgeçiş için, abartmıyorum, yüzlerce gerekçe sunuyor bugün. Yine aynı düz mantık, göçmenlik projesinin beyhudeliğini besleyen, yeni olanakların buraya kendiliğinden yönelmesini seçenek dışı bırakan bir dizi somut olgu da koyuyor ortaya. Mutlaklaştırılmış bir sistemin bütün arazlarının, yine o sistemin çerçevesinde, bazı yamalar, değişiklikler yoluyla çözülmesini talep etmenin ötesinde, bir bütün olarak reddiyesini içeren çizginin yeniden gündeme gelmesinde, bu koşullara iradi olarak direnmek, bu yüzden büyük önem taşıyor.

Değişen Dünyaya Tutunmak

1970’lerde, “dibi kum, dibi çakıl, dibi balçık her suya” vuran bir ay ışığı vardı. Koşullar, politizasyonu hızlandırıyor, bütün sosyal katmanları kuşatıyordu. Ne kadar sağlıklı olduğu tartışılabilir kuşkusuz, ama, birkaç yıl sonra, büyük oranda kofluğu, şişikliği ortaya çıkacak olsa bile, kendiliğinden bir akış içinde bile kitleselleşebiliyordu sosyalist akımlar. Eğrisiyle, doğrusuyla. O zaman, irade, bu yükselişin kalıcı bir hatta oturması yönünde kendisini gösteremedi, kabul.

Ama, bir tek yön, tartışma haricindedir. Bütün o hercümerç içinde, postula doğruydu: Bu dünya değişmeliydi, değiştirilebilirdi.

Ve belki de o zaman şu yüce “göçerkonar” gezginci duygusundan eser kalmazdı içimde, kim bilir?

Ne yalan söyleyeyim… Henüz ayağımın tozuyla ilk göçmenliği yaşayacağım Londra banliyösünde tepetaklak gezinirken, laiklik kelimesinin bir gün, aydın sandığım insanların dilinde bile bir küfre dönüşebileceğini bilmiyordum. “Lale” ve “Allah” kelimelerinin ebcet değerinin aynı olduğunu da bilmiyordum. Devrimden hemen sonra İran bayrağındaki ‘aslan ve güneş’ amblemlerinin kaldırılıp yerine sembolik bir lale figürü şeklinde “Allah” yazısı koyulduğunu da bilmiyordum.

Hintli sevgilim Mina ve devrim şehidi Ayhan için sadece çok ama çok üzgündüm, onu biliyordum; ve üzüntümü gençliğimin melankolisiyle, lalelerde şiirleştiriyor sanıyordum.

Yıllar sonra…

İran’daki gerici İslam Devrimi’nin üzerinden on beş, 12 Eylül faşist darbenin üzerinden on dört, İran-Irak savaşının bitmesinin üzerinden beş yıl geçmişti. Bir siyasal İslamcı kimliği olan şahıs İstanbul Belediye Başkanı olmuştu. Şehrin parklarına laleler dikiliyordu ve ben, eşim, dört yaşındaki kızımızla birlikte Emirgan Parkı’nda oturmuş, sadece kendi geçmişim için değil, ailemin geleceği için de gözyaşı döküyordum.

Eğer kararımızda duygularımızla değil aklımızla dursaydık daha o günlerde memleketin kıyı bölgelerine, güneye değil İstanbul’dan tamamıyla göçüp Yeni Dünya’ya giderdik. Yetmişleri tüketen günlerin üzerinden çeyrek asır geçti. O İslamcı vatandaş başbakan oldu. O kahırlı şehirde artık her yıl lale festivali düzenleniyor. Sadece Gülhane Parkı’nda değil Emirgan’da ve diğer göze çarpan parklarda onlarca ayrı türde binlerce lale… Sanki Osmanlının ‘Lale Devri’ni yaşıyoruz tarihin mükerrerliğinde…

Biz, (kızım, oğlum ve ben), Holyrood Parkı’nda oturmuşuz. Helikopter annemiz işyerinden izin koparamadığı için bu seyahatnameye bizimle birlikte katılamıyor. Bir parçamız eksik; onun için içimizde bir burukluk…

Edinburgh’ta şiddetli bir lodos var. Sırtımızı ufak bir tepeye vermişiz. Tepedeki herkes, son günlerde gazetede yazılanlara baka baka, dünyanın başına gelenleri, gelebilecekleri ve gelemeyecekleri tartışıyor. Aşağıya baktıkça köpüren suları görüyoruz. Dalgalar kıyıda patladıkça içimiz ürperiyor. Londra’dan Hintli arkadaşım güzel Mina’yı hatırlıyorum. Şakacı Sokak’tan devrimci arkadaşım Ayhan’ı hatırlıyorum. Haklıymışlar. Evet, lalelerle… gerçekten rengârenk lalelerle gelmişler…

Ve kimi “Hintli göçmen gelinler” gibi, kimi “Kübalı göçmen gelinler” gibi gitmeye hazırlar!!!

Bir sonraki esintide görüşmek üzere

Mürekkebe banmış esintili Sevgilerimle,

Gezenti Şeref 

***…***

(*) Önceki Makale: Anıları Okşarken…

(*) Sonraki Makale: Mübalağa Ederken…

>>> [iÇERİKdİZİNİ]

error: Content is protected !!