İSTANBUL TURLARI ~ Edirnekapı

Pire🚲 ile “TÜRKİYE TURLARI” Stanpoli Gezileri: Gün 9

Bisikletim señorita #pire🚲 ile Türkiye Turları ~ “İstanbul” gezilerimin başlangıcında ısınma dolaşmalarından bir kesit… İlk güzergâhım Eğrikapı’dan Edirnekapı…

Birinci alıştırma turumu Altıncı Tepe de denilen tarihi Edirnekapı, Mihrimah Sultan Camisi’nin bulunduğu tepede gerçekleştirmek üzere yola koyuluyorum. Hedef destinasyonum Eğrikapı’dan geçip surların bulunduğu paftaya ulaşmak. Orada, anne tarafımdan akrabalarımızın mesken tuttuğu noktayı seçmek dünyanın en kolay işi olsa gerek. Ne de olsa zaman zaman okul tatillerinde anneannemin yanında kaldığım Karagümrük çevresindeki surların işgal ettiği semtler asırlar önce “Nereden başlayabilirim?” sorusuna cevap vermek için dikildi… Kuşkusuz benim için efsanevi bir anlamı var. Bunu hatıratlarımdan an be an çıkarabiliyorum. 😊

Kıştan yeni çıkmış ama hâlâ kışı yaşıyormuşçasına hissederken tur yapmak da neyin nesi diye sorulabilir. Kışın tabii ki bisiklete daha az binebiliyorsun. (Gerçi bu durum benim için pek söz konusu değil. Trakya’nın soğuğunu bilenler bilir. Ben hiç geri kalmam yollarda olmaktan.) Tabi bahar havası davulla zurnayla karşılamaya başlayınca o geri adımlar illa ileri çark ediyor. Yürek hoplaması gibi bir şey. O nedenle de insanın içinde acayip bir binme isteği birikiyor.

Babaeski hazırlık turlarımı yaparken yağışlı havalara inat fırsatları çevirmemiş paslanmanın önüne geçmeyi başarmıştım. Yoksa sürekli TV’den, AccuWeather uygulamasından hava tahminlerini izle, haydi bugün, olmadı ertesi gün diye diye meteoroloji manyağı oluyor insan.

Neyse ki Nisan yağmurları düşmeden artık yola çıkmalıyım dedim. Tekerler dönmeliydi. Sabah soğuğu hiç sorun değildi, zaten pedal bastığında ısınıyorsun. Yeter ki ıslak olmasın yollar. Yoksa sağdan soldan geçen sümsük araçların üzerine attıklarından kurtulamıyorsun. Bu düşüncelerle dün hesap kitap yapmış bugün için Şişli’den Piri Paşa’ya, oradan devamla Kasımpaşa üzerinden Haliç Körüsü’ne çıkar ve Eğrikapı’dan Edirnekapı’ya geçerim diye plan yapmıştım.

Aslında arzu etseydim Ayazağa, Kemerburgaz yolunu da seçebilir, Bahçeköy’den Emirgan’a, Karaköy’den Unkapanı Köprüsü’ne, Fatih’ten de Edirnekapı’ya çıkabilirdim. O kadar değişik rotalar var ki seç seç beğen.

Yola Çıkış

Sabah erken çıkayım istedim. Günden daha fazla yararlanmak için.

Saat 7:10’da Şişli Atatürk Evi’ne vardığımda “Ulan nicedir buralara gelir gidersin bir kere bile uğrama zahmetinde bulunmadın şuraya” diye hayıflandım kendi kendime. Ama söz verdim. Geleceğim. Şimdilik sadece şöyle bakınmakla geçtim. Devamında Ayvansaray ile buluşma noktama geç kalmayayım diye seri bir şekilde pedallara abandım.

Hava biraz serindi ama güneşliydi. Bu benim için çok mutlu edici bir şey. Güneş her zaman insanın içine bir huzur, bir mutluluk veriyor. Hele de böyle ilkbahar günlerinde, güneşe daha çok yakınlaşmak canımı çekiyor.

Ziyadesiyle tedbirli çıkmıştım evden. Laci rüzgarlığım, tunç yağmurluğum ve yağmurdan koruyucu sincabî pantolonum. İçime uzun kollu termali de giymiştim. Çok sıcak olursa çıkarır, kısa kollulara geçerim sebebiyle onlar da heybemde hazır mevcut. Eldivenler kısa parmaktı. Ne de olsa tam parmak zamanı geçti sayılır. Kulaklarımı da bafımla örtünce pek üşüyen bir tarafım kalmamıştı.

Sabah güneşinden aldığım enerjiyle Piyale Paşa Bulvarı’nı hızla geçip Okmeydanı kavşağını da başarıyla yarıp, son engel olan Nişangâh bloklarının önündeki sapak ve üst geçiti de geride bırakarak Hasköy’deki Haliç Hattı iskelesinde kavuşma noktama varmış oldum (8:00). Buradaki kararım karşı kıyıya, Ayvansaray’a, motorla geçmek. Nitekim ilk deneyimim olacak Haliç üzerinde.

Motor saatinde geldi. Zaten kısacık bir eksperyans. Ama olsun her yanıyla güzeldi. Bütün yanlarıyla değdi. Şimdi Ayvansaray’dayım. Karşıda RMK Müzesi bütün heybetiyle gözler önünde.

[📷 Ayvansaray, Haliç, Nisan 2022.]

Haliç ~ Ayvansaray Sahili

Köprünün altındaki kavşaktan değil de parkın içinden geçip ana caddeden karşıya atlamak niyetindeyim. Ayvansaray Kuyusu Sokağı’na girdikten sonra Dervişzade Sokağı’na doğru sapıp Emir Buhari Türbesi’nin önünden geçerek Kazasker İvaz Efendi Camisi’ne çıkacağım. Camiyi geçer geçmez çevresinden dolanarak Eğrikapı’ya’ varacağım. Planım bu.

Hava iyiden iyiye ısınmaya başlayınca Babaeski’deki kışlık günlerim aklıma düşüyor. Neydi o günler. Baştan sona yokuşları kan ter içinde çıkardım. Sonrasında yokuş aşağıya inerken de çarpan rüzgâr kendini iyice hissettirirdi. Etrafta kar yoktu ama buzlu havaya karşı kar maskemi çekerdim yüzüme. Banka soyguncularından farksız olurdum. 😊

[📷 Haliç Köprüsü, Ayvansaray, Nisan 2022.]

Ayvansaray Parkı ve Haliç Köprüsü

Ayvansaray Caddesi’nden Kuyusu yoluna sapmam kolay oldu. Bu hatırı sayılır meyilli yol artık beni dümdüz götürecekti. Hafiften yükselmiş güneşin altında tempomu iyice yavaşlatarak, hiç acele etmeden, ağır ağır çıkıyordum. Bazen bana rehberlik eden sevimli dört ayaklı dostlarımın önderliğinde, bazense derme çatma yapıların arasından alkışa kalkışan rakip kıllı dostların tezahüratlarıyla. (Öyle ya epeydir yoktum İstanbul’da. Sanki onlar daha bir çoğalmışlar, gruplar halinde yol kenarında beni bekliyorlar ve bir ağızdan havlayarak selamlıyorlardı.)

Her şeye rağmen çok keyif aldığımı dile getirebilirim. İyi ki bu yola girmişim. Bomboş yol sana. Herhalde fazla kimse çıkmamıştı bu saatte ortalığa.

Dervişzade Sokak’tan Panagia Vlaherna Meryem Ana Kilisesi ya da Panayia Bleharnia Kilisesi/Ayazması’na pedallıyorum.

[📷 Vlaherna Meryem Ana Kilisesi girişi, Ayvansaray, Nisan 2022.]

[📷 Vlaherna Meryem Ana Kilisesi, Ayvansaray, Nisan 2022.]

Panayia Bleharnia Kilisesi

Bizans’ta kutsal sayılan bu ayazmanın üzerine İmparator Marcianos’un (450-457) karısı İmparatoriçe Pulcheria 451 yılında bir kilise yaptırmış. Bir zaman sonra Kudüs’ten gelen iki kişi Meryem Ana’ya ait olduğu söylenen elbiseler (Moforion) getirmişler; bu kutsal giysiler, kilisede muhafaza edilmeye başlanmış. Böylece kilisenin önemi artmış. Hz. Meryem’in bu kilisede saklanan kutsal giysilerinin şehri koruyacağına inanılıyormuş. Fetihten 20 yıl kadar önce kilise, Meryem Ana’nın giysileriyle beraber yanmış. Kutsal giysilerinin yanmasının uğursuzluk getireceğine inanan Bizanslılar, Osmanlılar şehre girdiğinde, bunu kutsal giysilerin yok olmasına bağlamışlar.

Bugünkü kilise, 1900’lerde yapılmış olan küçük kilise. Panagia Vlaherna Kilisesi’nin en önemli özelliği, dini ayinlerini pazar günü değil, cuma günü yapan tek Hıristiyan kilisesi olmasıymış. Ayinin cuma günü yapılması, çok eski bir efsaneye bağlanıyor.

Avarlar 6’ncı yüzyılda, Bizans İmparatorluğu’nu defalarca yenmiş. Kafkasya’dan Macaristan’a uzanan büyük ve güçlü bir devlet olmuşlar. İstanbul’u iki kez kuşatmışlar. (İS 617 ve İS 626) fakat ele geçirememişler. Efsaneye göre Avarların kuşatması bir cuma gününe denk gelmiş. İstanbul çarpışmalara dayanmayacak noktaya geldiğinde, kenti koruması için Hz. Meryem’in ikonası ve giysileri surlar üzerinde dolaştırılıp dua edilmeye başlanmış. Bu sırada gökyüzünde Meryem Ana’nın görüntüsü belirmiş ve gök gürlemeye başlamış, yağmurlar fırtınaya dönmüş. Avarlar korkup kuşatmayı kaldırmış ve kaçmışlar. İşte bir cuma günü Hz. Meryem’in yardımıyla, İstanbul’un kurtulduğuna inandıkları için halk, ayinlerini o günden sonraki cuma günleri yapmaya başlamış.

[Anlamlı bir not: 1545’te buraya gelen Pierre Gilles kilisenin arsası üzerinde Çingenelerin yaşadığını yazmış. Burada “Lonca” mahallesi diye bilinen alan hâlâ, bir “Roman” mahallesi. Romanlar İstanbul’un en eski halklarından, hatta Osmanlı’da, sarayın müzisyen ve dansçılara ihtiyacı olduğunda el altında olsunlar diye (göçer olduklarından ne zaman nerede oldukları belli olmuyormuş) zorunlu ikamete tabi tutuldukları söyleniyor.]

[📷 Vlaherna Meryem Ana Kilisesi bahçesinden görüntüler, Nisan 2022.]

Vlaherna Meryem Ana Kilisesi / Ayazması

Ayvansaray Fukaraperver Derneği (Kuruluş: 1958)

Ayvansaray Fukaraperver Derneği (Kuruluş: 1958)

Kilisenin bahçesi çok bakımlı… İnsana huzur veriyor…

Panagia Vlaherna’dan çıkıp tekrar kapının solundaki Dervişzade Sokak’tan yokuş yukarı tırmanmaya çalıştığımda bazen yokuşun beni ne kadar zorladığını görüyorum. Sonuç itibariyle bisikletten iniyor ve iteklemeye başlıyorum Pire🚲’yi.

Bir taraftan da büyük ve ihtişamlı bir saraydan söz etmek istiyorum: Blaherna Sarayı / Blakhernai Sarayı. Artık evler arasında kalmış kalıntılar da olsa…

Köprü burada surlar arasından çok güzel görünüyor.

Blakhernai Sarayı 

Son Bizans devrinin başlangıcında onarılarak imparatorluğun merkezi konumuna getirilen saray

Blaherna Sarayı surlara bitişik, Haliç’e hâkim bir av köşkü iken, 11’nci yüzyıldan itibaren büyütülüp etrafı surla çevrili bir imparatorluk sarayına dönüştürülmüş. İmparator I. Manuel Komnenos (1143-1180) ve karısı Eirene, muhteşem bir saray olması için ellerinden gelen her şeyi yapmışlar. Manuel’in ilk eşine atfen “Alman Prensesin Sarayı” diye de bilinirmiş. Latin işgalinde talan edilmiş. Latin işgali sonrası kente gelen imparator tarafından ihya edilerek 1453 yılına kadar kullanılmış.

Blaherna Sarayı’nın Anemas Zindanları’nın hemen yakınındaki ivaz Efendi Camisi’nin bulunduğu yüksek terastan Haliç sahiline kadar geniş bir alana yayıldığı düşünülüyor. Yapıları sanat eserleriyle süslü, hatta sarayın, ihtişamlı görüntüsü, sütunlarla çevrili galerileri, balkonları, mermer havuzları, muhteşem Haliç manzaralı terasları, ipek perdeleri, altın süslemeleri, rölyefleri, mozaikleri, bahçelerinin güzelliği ile göz kamaştırıcı olmasının Latin işgalini kışkırttığı söyleniyor. Blaherna Sarayı’na denizyoluyla gelinip gidilirmiş.

Latin işgali sırasında, Latinler önce Büyük Saray’da (Boukoleon’da) daha sonra Blaherna’da yaşamışlar.

Doğrusunu söylemek gerekirse, saraydan günümüze maalesef sadece Tekfur Sarayı kalıntıları, Anemas Zindanları ve bazı küçük parçalar dışında pek bir şey kalmamış. Oysa fetih sonrası halen ayaktaymış.

Anemas Zindanları

İstanbul’un kara tarafı surları üzerinde Eğrikapı yakınında bulunan mahzenler

Dervişzade Sokağı’nda ilerlediğimde, sağımda Anemas Zindanları vardı. Ancak şu anda oraya kadar gidip yakından içine dışına bakamayacağım dedim ve yoluma devam ettim.

Yine de bilgilerini aktarayım…

Mikhael Anemas isimli Bizans askeri, imparatora suikast girişimi sırasında yakalanmış. Gelenek olduğu üzere gözlerine mil çekilmiş ve zindandaki kuleye kapatılmış. Önemli bir kişi olduğu için öldürülmemiş. Zindanlar, Blaherna Sarayı’nın bir parçasıymış. Belki yarım düzine imparatorun gözlerine mil çekilip, işkence yapılarak öldürülmelerinde kullanılmış Yedikule Zindanları gibi, ünlü ve önemli konukları olmuş. Bunlardan birisi de Sultan I. Murad’ın oğlu Savcı Bey’miş.

Fetihten sonra, Anemas Zindanları’nın ne amaçla kullanıldığı bilinmiyor, ama Osmanlı’da zindan olarak kullanılmadığı biliniyor.

Bizans’tan günümüze kalan tek zindan olması nedeniyle çok önemli olan Anemas Zindanları; mimarisi ve tarihi ile dünyada eşi benzeri olmayan bir yer.

Anemas Zindanları tonozları, hücreleri, merdivenleri ile her zaman tarihi filmler için plato işlevi görmüş. “Kahpe Bizans”, “Şahmaran” ve “Kara Murat” bu filmlerden bazıları.

(Buraya yakın bir zamanda “İstanbul Surları” projemi gerçekleştirirken gelebileceğimi not düşüyorum.)

Zindanlardan ileriye doğru pedalladığımda Kazasker İvaz Efendi Camisi’ne varıyorum. (09:25)

[📷 Kazasker İvaz Efendi Camisi, Eğrikapı, Nisan 2022.]

Caminin 1585 tarihinde yapıldığı giriş kapısı üzerindeki levhada belirtiliyor. Bir Mimar Sinan eseri olduğu yazılsa da, Mimar Sinan’ın kalfalarından birisinin yaptığı düşünülüyor.

Cami, Blakherna Sarayı Terasları ve Anemas kalıntıları üzerine inşa edilmiş. Esas itibarıyla külliye olarak yapılmışsa da günümüze yalnızca cami ve çeşme kalmış.

İvaz Efendi, burada kendi camisinin haziresinde gömülü. Camide 1998 yılına kadar bir Sakal-ı Şerif olduğu, ancak kaybolduğu söyleniyor.

Camiden çıktığımda kapının karşısında, meydanın tam ortasında, gördüğüm küçük altı yüzlü çeşme Mimar Mustafa Ağa Çeşmesi.

Bu kuru çeşme işlevsiz, fakat zaman zaman bu mahallede çekilen dizilere, filmlere figüranlık yapıyor.

Her cephede klâsik tarzda yapılmış birer çeşme olmalıydı ama maalesef yok!

[📷 Mimar Mustafa Ağa Çeşmesi, Eğrikapı, Nisan 2022.]

İvaz Efendi Çeşmesi ya da Mimar Mustafa Ağa Çeşmesi ve Pire🚲

Şimdi bu yoldan ilerleyip Eğrikapı’ya çıkacağım. Dervişzade Sokağı’nda pedallamaya devam.

EĞRİKAPI

Sokağın bitiminde Eğrikapı Caddesi’ne vardığımda sağımda Eğrikapı’yı görüyorum. (09:40)

Eğrikapı’yla ilgili biraz bellek kaşımaya değer bir iki şeyden bahsedeyim isterim. Mesela İstanbul’daki iki cellat mezarlığından birisinin Eğrikapı dışında bir mezarlıkta olduğuna… Eğrikapı Rum Mezarlığı’nın Fenerli Rumlar için önemli olduğuna…

Şimdi bu surlarda savaş sürüp II. Mehmet şehri almaya çalışırken yaşanan olayı da es geçmeyelim… II. Mehmet’in kuşatması ve savaş sürüyormuş. Şehrin düşmesinden bir gün önce Bizans İmparatoru Konstantinos Dragazes Ayasofya’yı ziyaret etmiş, sonra sarayına uğramış, hüzünlü bir şekilde saray halkıyla vedalaşmış. Daha sonra saraydan çıkmış ve savaşmak üzere Eğrikapı’ya gelmiş. İmparatorun yakın dostu, çalışma arkadaşı tarihçi Yeorgios Francis bu sırada imparatorun yanındaymış. Bir başka ifadeyle Francis’in imparatoru son gördüğü yer burası olmuş.

Kaşıkçı Elması Öyküsü

Gelelim Eğrikapı’nın paha biçilmez hikâyesi, Kaşıkçı Elması rivayetine… Topkapı Sarayı’nın nadide parçası hakkında söylenti o kadar çok ki…

Vakanüvis Raşit’in yazdığı hikâyeye göre Kaşıkçı Elması 1699 yılında Eğrikapı’da bir çöplükte bulunmuş. Taşı bulan kişi değerini anlayamamış; üç kaşık karşılığında eskiciye satmış. Yaşı satın alan kişi bir sarrafa, o sarraf başka bir sarrafa satmış, derken taşın bir elmas olduğu anlaşılmış. Fakat alım satım sırasında anlaşmazlık çıkmış ve sorun, Kuyumcubaşı’na yansımış. Kuyumcubaşı sorunu, elması satın alarak çözmüş. Elmas sonunda padişah IV. Mehmet’in (Avcı Mehmet) eline geçmiş ve tıraşlandıktan sonra ortaya 86 kıratlık Kaşıkçı Elması çıkmış.

Bir başka rivayete göre Hindistan’ın Madras Mihracesi elması 1774 yılında, bir Fransız’a satmış. Fransız’da Napolyon’un annesine satmış. Napolyon’un annesi elması satışa çıkardığında Tepedelenli Ali Paşa satın almış. Paşa idam edildiğinde elmasa el konulmuş ve Osmanlı hazinesine geçmiş.

Başka bir dedikoduya göre ise elmas Napolyon’un annesinden Osmanlı’ya hediye olarak gelmiş. Nasıl geldiğini bilmem ama Kaşıkçı Elması iyi ki Topkapı Sarayı’na ulaşmış.

[📷 Eğrikapı, Nisan 2022.]

Eğrikapı Caddesi’nden Şişehane Caddesi’ne giriyorum. Burası ayrı bir dünya gibi sanki. Başka bir yere sapmadan kıvrılarak devam eden yolun bitiminde sağımda Tekfur Sarayı’nı görüyorum. (09:50)

Porfirogennetos Sarayı (Tekfur Sarayı)

Hatırlatmak gerekirse, eskiden Osmanlı’da, Bizans’ın yöneticilerine, kale komutanlarına “tekfur”; saraylarına da “tekfur sarayı” denilirmiş. Burada az önce değindiğim Blakherna Saray Kompleksi’nden kalan parçalar (gerçi tek parçası demek daha doğru) görünüyor.

Tekfur Sarayı (Porfirogennetos Sarayı), Rum asıllı Türk ve Fransız tarihçi Stefanos Yerasimos’un söyleyişi ile “Paleologoslar döneminin bilinen tek kamu yapısı Blakhernai Sarayı ile Hadrianopolis (Edirne Kapı) arasında, sırtını kara suruna dayamış Tekfur Sarayı’dır ve bu yapı bugün İstanbul’da görülebilen tek Bizans sarayıdır.”

Gelgelelim sarayın ne zaman yapıldığı ise kesin olarak bilinmiyor. 12’nci yüzyılın ikinci yarısı diyen de, 13’üncü yüzyılın sonu, 14’üncü yüzyılın başı diyen de var. Yapının önünde küçük bir avlusu, bir de cumbası var. Görüntüsü taş ve tuğla sıralanarak renklendirilmiş. Sarayın çatısı, bacası yok. Yalnızca dört duvarı ayakta kalabilmiş üç katlı bir yapı.

[📷 Tekfur Sarayı Müzesi, Edirnekapı, Nisan 2022.]

Tekfur Sarayı, Osmanlı’da muhtelif amaçlarla kullanılmış, fakat bu amaçların hiçbirisi, saraya layık amaçlar olmamış.

Bir ara çini fabrikası olmuş ve çinileri çok ünlenmiş; çok önemli yapılarda kullanılmış. Mesela Sultan III. Ahmet Çeşmesi… Sonra cam atölyesi, yani şişehane olmuş… Bir ara fil, zürafa gibi hayvanlar burada barınmış, yani ahır olmuş…

Bir dönem “Yahudhane” olarak kullanılmış, yani yoksul Yahudileri ağırlamış…

[📷 Tekfur Sarayı Müzesi, Edirnekapı, Nisan 2022.]

Kapısı kilitli olduğundan bahçesine girilemiyor. Mesela kilitli dediysem de komik bir Nasreddin Hoca’nın türbesi durumu. Çünkü yapının her yeri zaten apaçık, dışarıdan seyredilebiliyor.

[📷 Surlar, Edirnekapı, Nisan 2022.]

Tekfur Sarayı Müzesi’nden ileriye devam ediyorum. Sağımda surlar. Şimdi hedefimde Kariye Müzesi var. İstanbul’un en çok bilinen, ziyaret edilen mozaik harabelerinin bulunduğu müzeye…

Kariye Müzesi

[📷 Kariye Müzesi, Edirnekapı, Nisan 2022.]

Kariye (Moni Tis Khoras / Chora / Hora Manastırı / Hora Kilisesi) ya da Azize Kurtarıcı Hora Kilisesi, (Kariye Camisi), muhteşem bir müze. (10:15)

Khora Kilisesi, Khora Manastırı’nın yapılar topluluğunun merkezini oluşturuyormuş. Manastırın diğer yapıları kaybolmuş ve günümüze yalnızca kilise kalmış. İlk yapılan Khora Kilisesi’nin tarihi bilinmiyor ama İS 4’üncü yüzyıldan daha eski olduğu tahmin ediliyor.

Teodosius Surları yapılmadan önce bu bölge sur dışı sayıldığından ismi “şehir dışı”, “kırlık alan” anlamına geliyormuş. Eski kilisenin yerine yapılan bugün gördüğümüz yapı 11’inci yüzyılda I. Aleksios Komnenos’un kayınvalidesi Maria Dukaina tarafından 1077-1081 yıllarında yaptırılmış. Latin istilasında (1204-1261) harabeye dönmüş. 14’üncü yüzyılda tadilattan geçirilerek bugünkü şeklini almış.

Teodoros Metohitis, döneminin aydını, devlet adamı, diplomatı, şairi, filozofu, astroloğu ve sanatların korucusuymuş. Bizans’ta imparatora yakın bir görevde de bulunmuş. İmparator onu öldürtmemiş ama sürgüne yollamış. Metohitis, sürgün yerinden imparatora bir mektup yazmış. Siyasete bulaşmayacağını, yalnızca keşiş olarak yaşamak üzere İstanbul’a gelmek istediğini söyleyerek kendisine izin vermesini dilemiş. İS 1330’da keşiş olarak yaşaması koşuluyla bu izin çıkmış. Metohitis İstanbul’a dönmüş. Bu manastırda iki yıl kendisini mozaiklerin yapımına adamış. Mozaikler tamamlandıktan 15 gün sonra ölen Metohitis, yakın dostu tarihçi Nikiforos Grigoras’la birlikte manastırın avlusuna gömülmüş.

Vitray

İstanbul’un en önemli Bizans yapılarından birisi olan Kariye, fetihten sonra kullanılmamış.

Metruk halde iken 16’ncı yüzyılda Atik Ali Paşa yapıyı camiye çevirmiş ama mozaikleri yok etmemiş. Hattı zatında üzerlerini sıvayla kapattırarak cami için gerekli eklemeleri yaptırmış.

Kariye 1948’den bu yana müze olarak kullanılıyor.

Kariye müzesinin karşısında yol çeşmesi ve hemen yanın başında kurulmuş kafe.

Şimdi Edirnekapı’ya doğru pedal çevireceğim. Ya da gözümün yiyemediği yokuşta bisikletimi itekleme yöntemine başvuracağım. Bazen o beni taşımaya, bazen de ben onu taşımaya gönüllü olarak. Karşıma çıkan Neşter Sokağı’nı atlayıp Kalfa Efendi Sokak’tan Fevzi Paşa Caddesi’ne çıkacağım.

Karşımda Edirnekapı Surları göründü bile… (11:30)

EDİRNEKAPI

Fevzi Paşa Caddesi’nin karşı tarafındaki Mihrimah Sultan Camisi’ne doğru hareket ettiğimde yeniden vır-vır uğultulu trafikle buluşmanın ıstırabını yaşamadım diyemem.

[📷 Mihrimah Sultan Camisi, Edirnekapı, Nisan 2022.]

İstanbul’da iki tane Mihrimah Sultan Camisi var. Biri Üsküdar’da, İskele Meydanı’nda. Diğeri burada Edirnekapı’da, şehrin 6’ncı tepesine hâkim.

İçine girmeyeceğim ama dışarıdan bakınmam da zarar yok.

Mihrimah Sultan (1522-1578) Kanuni Sultan Süleyman ve Hürrem Sultan’ın kızları, güçlü devlet adamı Rüstem Paşa’nın karısı. Fakat aralarındaki büyük yaş farkına rağmen Mimar Sinan’ın âşık olduğu kadınmış. Bu tarihi dedikodu hep anlatılır. Böyle bir aşk gerçekten yaşandı mı? Bilmek zor ancak anlaşıldığı kadarıyla Mihrimah Sultan eğitimli, zeki ve güzel kızmış. (Hürrem’den olacak kız herhalde akıllı ve havalı olacaktı, değil mi ama?!) “Muhteşem Yüzyıl” da buna uygun tipleme çizmemiş miydi!!!

Tarihçiler arasında, Mihrimah Sultan’ın, Kanuni’nin tek kızı olduğu söylenirse da, kimileri bunun doğru olmadığını iddia ediyorlar. Eh şöyle bir rivayete de kulak vermenin tam zamanı:

“Mihr-ü Mah” güneş ve ay demekmiş. Mimar Sinan Mihrimah Sultan’a o kadar âşıkmış ki, ikinci Mihrimah Sultan Camisini yapmış. Üstat yapı için öyle bir hesaplama yapmış ki, Edirnekapı’da görünen şu yapının tek minaresi arkasından güneş batmaya başladığı anda Üsküdar’daki Mihrimah Sultan Camisi’nin tam arkasından ay doğarmış.

Bu hikâyenin bir başka versiyonunda da Mimar Sinan öyle bir hesap yapmış ki, her yıl 21 Mart günü ay ve güneş iki caminin minarelerinin tam hizasına gelecek şekilde gökyüzünde karşılaşırlarmış.

Sultan, 1539’da Rüstem Paşa ile evlendirilmiş. Paşa da bu sayede sadrazam olmuş. Mihrimah Sultan, babasından sonra, tahta geçen kardeşi II. Selim ve onun oğlu III. Murat zamanında da “Hala Sultan” olarak saygı görmeye devam etmiş.

Bugünkü gezimin sonuna gelmiş bulunuyorum.

DÖNÜŞ YOLU

Toparlandıktan sonra Fevzi Paşa Caddesi üzerinden Fatih’e kadar durmaksızın pedal çevirdim ve sağdan girip Saraçhane İBB Arkeoloji Parkı’ndaki aynı bankımda yerimi aldım.

Termosumdaki sıcak suyla neskafemi hazırladım. Yanında da bir enerji barı ve kuruyemiş güzellemesi… Kendi kendime ısmarladığım bu nevaleyle hafiften iştahımı bastırdım.

Suratım Çanakkale domatesi gibi olmuş ama ne gam!

Yola çıkmadan önce malzemeleri toparladım ve parkın içindeki birkaç arkeolojik eseri görüntülemeye başladım.

Saraçhane İBB Arkeoloji Parkı
Valens Su Kemerlerine karşı arkeolojik pozlar…
Saraçhane ve Bozdoğan Kemeri
T.C. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı

Mecidiyeköy’deki eve vardığımda (13:30) nereden bakarsan bak çok uzunmuş gibi gelen ama sadece 17 km dolanmış bir turdan söz ediyorum gene de. Ehh biraz olsun birkaç günün miskinlik pası çözülmüştür, değil mi?

Biraz oyalandıktan sonra (duş, internet, bu yazının notlarının taslağı vs) ailece yemeğe oturma halleri. Kuzu ciğer kavurma, pirinç pilavı, piyaz ve şaraplama durumları. 

Yarın Maçka Parkı gezimle devam edeceğim.

TUR ile İLGİLİ DETAYLAR

Tur Tarihi: 01.04.2022; Cuma

ROTA: Mecidiyeköy >> Şişli >> Okmeydanı >> Hasköy >> Ayvansaray >> Eğrikapı >> Edirnekapı (V)

Güzergâh Seyri: Mecidiyeköy >> Çağlayan Kavşağı Alt Geçidi >> Şişli >> Şişli Meslek & Teknik Lisesi >> Piyale Paşa Bulvarı & Diş Polikliniği >> Okmeydanı >> Nişangâh >> Hz. Ali Cami Camisi >> Hasköy >> {Hasköy ~ Ayvansaray Haliç Hattı Motor} >> Ayvansaray >> Dervişzade Sok. >> Vlaherna Meryem Ana Kilisesi >> Kazasker İvaz Efendi Cami >> Mimar Mustafa Ağa Çeşmesi >> EĞRİKAPI >> Eğrikapı Cad. >> Şişhane Cad. >> Hocakapı Cad. >> Tefkur Sarayı >> Kuyulubahçe Sok. >> Kariye Müzesi >> Kalfa Efendi Sok. >> Yeşildirek Sok. >> Fevzi Paşa Cad. >> EDİRNEKAPI >> Edirnekapı Surları >> Kaleboyu Cad. >> Mihrimah Sultan Camisi >> Fatih / Saraçhane >> Saraçhane İBB Arkeoloji Parkı >> Fevzi Paşa Cad. >> Aksaray >> Atatürk Bulvarı >> YENİKAPI >> {Yenikapı ~ Hacıosman Metro Hattı} >> MECİDİYEKÖY (V)

Turun Niteliği: Bisikletim Pire🚲 ile Stanpoli Gezileri

Toplam Kat Edilen Tur Mesafesi: 27 km

Bisiklete Binme Mesafesi: 17 km

Toplam Araç Mesafesi: 10 km (1. Hasköy >> Ayvansaray: 1 km) & (2. Yenikapı >> Mecidiyeköy: 9 km)

Kullanılan Ulaşım Aracı: Haliç Hattı ve M2 Metro Hattı

Toplam Tur Zamanı: 6 saat (07:00~13:30)

Toplam Bisiklete Binme Zamanı: 1 saat 45 dakika (07:00~13:30) Yürüyüş, Molalar & Ziyaretler: 4 saat 45 dakika

Hava Sıcaklığı: 23°C (Parçalı ve az bulutlu)

Tarihi Derlemeler: Ayşegül Kaya, “İstanbul Bitmeden”, İnkılap Kitabevi, 3. Baskı, İstanbul, 2018

***…***

(*) Önceki Makale: Bisikletle “STANPOLİ” Gezileri ~ BAŞLARKEN

(*) Sonraki Makale: İSTANBUL TURLARI ~ Maçka Parkı

Bir sonraki “İstanbul Gezileri” ajandasında görüşmek üzere; sevgiyle kalın,

Gezenti Şeref

**GBT~2022/067**

>>> [iÇERİKdİZİNİ]

error: Content is protected !!