Uzun yıllar kendimi nereye koyacağımı bilemedim. 2017’de emekli hayata geçiş yapınca farklı biri mi olmuştum? Büyük bir kararlılıkla edindiğim bisiklet, yollarda geçmesini dilediğim gezenti yaşantımı bütünüyle değiştirmeme yardımcı olacak mıydı? Oldu mu gerçekten? Bugün kendime ne diyebilirim ki? Ben bir bisiklet turcusu muydum, yoksa sırt çantalı bir gezenti mi? Bir bisiklet turisti mi, yoksa sırt çantalı bir turist mi? Şimdi fark ettim ki tam anlamıyla ikisi de değildim… Ben hayallerimin peşinden koşan bir hayalperesttim…
gEZENTİ şEREF ~ E-2022/011
Esinti Tarihi: Pazar, 20.02.2022
Yıllardır tur planları yapıyorum. Ama gelgelelim hiçbir zaman planlarım rast gitmedi. Yani arzuladığım gibi yürümedi. Kabahat bende miydi? Başka etkileyici oluşumlarda mıydı?
Şüphesiz bazen benden, bazen de benim dışımdan kaynaklanıyordu bu ertelemeler, gecikmeler veya tasfiyeler. Aslında en önemli nedenlerden biri aile ortamından fazla uzaklaşamamanın getirdiği mücbir sebeplerdi. Zaman zaman bunu kırıp onlara yakın olduğum yerlerde turlamak bir başarı gibi gözükse de benim hayallerimin uzağındaydı ve kesinlikle programın alt üst olmasıydı. O nedenle bugüne değin yaptığım İstanbul ve Trakya turları belki de en programatik olanlarıydı. Ancak bir türlü diğer bölgelere açılamıyordum. Ne Ege ne Akdeniz ne de Karadeniz.
En Kötü Program Bile Programsızlıktan İyidir
Bu yıl da yine heyecanla epeyce uzun bir program yaptım. Eminim yine planın küçük bir kısmını gerçekleştirecek ve büyükçe parçayı uygulayabilmekten mahrum kalacağım. Zira ben programı yapmaya oturduğum anda dahi bunu bana hissettiren ‘red’ alarmlar çalıyordu evin mistik havasında.
Her şeye rağmen umutsuz değilim. Ne kadarını icra edebilirsem edeyim yine de bir başarı olarak addedeceğim. Ayrıca şunu net olarak ifade etmeliyim. Eğer bu yılın programını en iyi şekilde sonuçlandırırsam, bundan sonra da aynı kararlılıkla devam ettirmeye karar vereceğim. Biliyorum ki, bu şekilde daha iyi motive olabilecek ve daha bağlayıcı kararlar alabileceğim.
Günceler Öncüdür
Hülasa bu yazıya bir günlük tadında devam edeyim… Gelecekte favorilerim arasında yer alması muhtemel bir anımsatıcı post olacağına kanaat getirdiğimden. Eh, öyleyse başlayalım:
Sevgili günlük;
Yansımalar döneminin mesaisi sona erdi. Zaman artık biriktirdiğim anıları sayfalarına dolmakalemimle ifşa etme zamanı. Biliyorum. Yeni bölümler kendiliğinden yazılmıyor. Kim bilir, fotoğraflı yol anılarının, yaratıcı düşünce bulutlarının altyazı olarak anlatılmasının zamanı gelmiştir belki de. 🌟📚✒️📘
Sevgili günlük;
2021 yılını şutlamaya az bir zaman kalmıştı! Nasıl da roket hızıyla geçmişti kocaman yıl! Senenin başında hayalini kurup da erişemediğim şeylerin arada piyangodan çıkan bir dizi maceranın yanına bıraktığı kâr misali gibiydi. Oysa neler düşlememiştim ki! Tarih yine tekerrür etmişti ve bisikletimle beni Türkiye turlarından mahrum eylemişti. Şaşırmamıştım tabi. Yetmedi ama. Bir de sinsice devam eden Covid19 virüs ortamı ve aile yakınlarımın hastalıkları ve rahatsızlıkları nedeniyle göz bebeği programım muhalefete takıldı. Malum memleketin bölgesel imajı pek hayırlı olmadığından, bir de Trakya kapısında çelme yemektense ben çelmeyi takayım dedim ve o keskin parlak zekamla yörüngemi tamamen kıymetli Babaeski yollarına çevirdim. Hudutlarında gittim-geldim, gittim-geldim… Çok da iyi yaptım. Geçen yılın kontenjanını fazlasıyla doldurmuş oldum. Ne demiştik. Neye niyet, neye kısmet!!! 🙈🙉😜🗽🤣
İşte bu yüzden bu yılın yolculuk programının altyapısını oluşturan Babaeski ve çevresi yine en şahane staj günlerimin uygulama alanı.
Sevgili günlük;
Kendime dair hatırladığım önemli şeylerden biri “Bahçenin ötesinde ne var?” sorusuydu. Her zaman komşu bahçede hangi çiçeklerin açtığını, hangi ağaçların ne meyve verdiğini, yan sokaktaki evlerin nasıl göründüğünü, öbür mahallede kimlerin oturduğunu merak edip durdum. Durmadım aslında, gidip baktım. Hatta bu keşiflerime çoğu zaman arkadaşlarımı da dahil ettim. Öyle ki komşu evlerdeki, apartmanlardaki anneler bir anda gözden kayboluveren ve başka bir mahallede ortaya çıkan çocuklarını benim kavalımın sesine kapılmamaları için el birliğiyle korumaya aldılar. Bahçemizde oynamaya çıktığımızda mutlaka perdelerin ardında beni gözleyen bir komşu anne oluyordu. Kendi çocuklarını değil beni kesiyorlardı çaktırmadan. Bizlere çizdikleri sınırlara ne zaman azıcık yaklaşsak bir bahaneyle arkamızda biten bir anneyle karşılaşıyorduk. Ama bedeniyle ya da çığırtkan sesiyle. Bu nedenle annem gözlerimin bahçe sınırlarından çok uzaklara baktığını fark etmedi ve bana hiçbir zaman “gitme” demeyi aklına getirmedi.
Ne kendisi ne de diğer aile büyüklerim bilemediler ki benim kendi bahçemizi aşan sınırlara yaptığım yolculuklar aslında sonraki yıllarda keşif amaçlı yapacağım gezilerin belirleyici başlangıçlar olabileceğini.
Sevgili günlük;
Şimdi anımsamaya çalışıyorum da… Benim gezenti dünyam nasıl şekillenmişti diye. Çok basit. Bir paket gibi taşındığım o çocukluk yılları bir tarafa, yakın akrabalarımın bana açtığı ödüllü kapılar ufkumu fazlasıyla açmaya yetmişti. Mahallem Erenköy dışında İstanbul’un diğer köyleri, özellikle Kadıköy, Mecidiyeköy, Hadımköy ve Karagümrük benim bol miktarda kaçamak yaptığım başat yerlerdi. Kozyatağı İlkokulu ve Suadiye Orta Okulu sıralarında dirsek çürütürken oynadığımız komşuculuk oyunları aynı zamanda sınıfça yaptığımız toplu gezi dünyasına adım attığım yıllardı. Lise yıllarım ise İstanbul’un çeşitli semtlerini özgürce dolaştığım ve detaylı tanıma fırsatı bulduğum en verimli takvim yapraklarıydı. Ama asıl etkileyici dönem ise hemen peşinen gelecekti. Öncesinde yabancı dilimi geliştirmek, sonrasında yüksek öğrenimimi yapmak için ilk kez çıktığım yurtdışı deneyimim 9 yıla damgasını vuran gezenti dünyamın tavan yaptığı dönemdi.
Sevgili günlük;
Geçmişte İngiltere’deki yaşamım ve eğitimim bana araştırma yapmayı öğretti, seçtiğim meslek ise geniş ölçekli düşünme ve detaylara takılma yetisi kazandırdı, içimdeki seyahat tutkusunu planlı bir düzene evrilterek var olana yön verdi. Hiçbir zaman piminden fırlamış fişek gibi sadece gitmek için gitmedim. Her zaman bir merak geliştirdim ve üzerinde bir proje gibi çalışarak seyahat ettim, peşime takılanları da bu çizdiğim sisteme angaje etmeyi başardım.
Bahçenin ötesinde ne vardı sahi?! 🙄🤭😇
Sevgili günlük;
Bu makalenin giriş paragrafında yazdığım gibi, ben uzun yıllar kendimi nereye koyacağımı bilemedim. Bir gezgin miydim, yoksa en hafifinden bir turist mi? Sonradan fark ettim ki ikisi de değildim… Ben hayallerinin peşinden koşan son derece meraklı bir hayalperestim.
Ben çocukken filmlerde, dergilerde, belgesellerde gördüğüm; gidilmesi, ulaşılması imkansız gözüken ama bu küçük çocuğun zihninde yer etmiş, hayallerini süslemiş yerlere kısmen gidebilmiştim. O küçük çocuk büyümüştü, hayallerinin peşinden koşuyordu. O nedenle bana “Sana göre gittiğin, gördüğün en iyi yer neresiydi?” diye sorduklarında hiçbir zaman ayrım yapamadım. Çünkü hepsi benim hayallerimdi.
Türkiye coğrafyası ne kadar kocamansa benim çiftteker tur hayallerim de o kadar kocaman. Bir ucundan başlasam arkası çorap söküğü gibi gelecek. Biliyorum ve hissediyorum bunu.
Dünya ne kadar kocamansa benim sırt çantalı gezenti hayallerim de o kadar kocaman. Daha gidip görmem gereken o kadar fazla yer varki! Yeter ki akıl, beden ve cüzdan sağlam olsun, ve de karşıma vize engeli gibi saçma bariyerler çıkmasın. 🙈🙉😜🤣
Sevgili günlük;
Aile Olmadan Asla… 🙅
Bisiklet mevzuu bambaşka bir hadise ama ailece araba kullanmaya karşı yorulmayan bir sevgimiz vardı. Tencere misali yuvarlanıp bulduğum eş kapağımla birlikte her tatili fırsat bilip tüm Ege, Akdeniz ve Karadeniz’i dolaştık. Aile büyüklerini ziyaret bahanesiyle Trakya’yı arşınladık. Yaşam koşullarının ve iş hayatının değişen dengeleri arasında Londra ve İstanbul’dan sonra en uzun yerleşim alanı olarak Antalya’yı önerdiğimde kim bilebilirdi ki ömrümüzün 15 yılını bu kadim şehirde geçireceğimizi?
Herhalde bu yıl da “çivi çiviyi söker” sözüne güvenip Babaeski – İstanbul – Saros arasında yuvarlanıp gideceğiz. Ama ne yuvarlanmak!! Yarının ne getireceğini bilemesem de benim çok uzun yıllar önce reddetiğim “yerleşik düzen” teorisi en kılcal damarlarımda dahi halen işliyor. Demem o ki, sevgili günlük, ben sabit bir yere çakılıp içimde fıkırdayan kurdu öldüremem. Mümkün değil. O yüzden kanımda kaynayan o kurtla gezi dünyasına devam. Ama bisikletle, ama arabayla. Ya da herhangi bir diğer ulaşım aracıyla. Üstelik peşimden gelmeyi çok arzu edenleri de arsızca sürükleyerek. İşte benim hikayem böyle bir şey.
Zannımca seyahat tutkusu doğarken veriliyor olmalı. 😆
Sevgili günlük;
Cesaretin “C”si bende 5 yaşıma “cee” dediğim günden beri var. Şimdi izninle bunu biraz açayım…
Bahçe duvarını aşabildiğim yaşta Amerika’yı yeniden keşfedemezdim ama önümdeki o duvarı aşmayı denemek, bana keşfetme cesareti kazandırdı. İngiltere yıllarımı ayrı bir yere koyuyorum fakat Türkiye’deki asıl gerçekçi seyahat denemeleri, önce tek, sonra iki çocukla kendimizi organize edip edemediğimizi sınadığımız, adı tatil olsa da yorgun argın bir biçimde koşarak işe döndüğümüz günlerdi. Yine de bu sayede değişen şartlar ve ortamlarda yaşadığımız sıkıntıları öğrendik. Ailece yurtdışına açılmak ise alıştığımızdan farklı yaşam koşullarına sahip geçici bir düzene uyum sağlamak demekti. Öncelikle bizim dışımızda gelişebilecek sorunların en az seviyede olacağını düşündüğümüz Avrupa ülkelerini seçtik. Bir kereliğine uyguladığımız istisna haricinde paket tur programlarıyla seyahat etmedik. Deneyimlerimize güvenerek gezilerimizi her zaman biz kendimiz planladık ve hep kendi kafamızın doğrultusuyla hareket ettik. Açıkçası çok da keyif aldık.
Yıllar sonra aldığım bisikletle yaptığım ve yapmaya çalıştığım Türkiye turları ise çocukluktan gelen cesaretime cesaret katmaya yetmiş, artmıştı bile. 🎯🚴
Sevgili günlük;
Maalesef dünyamız her geçen gün çok daha kötü bir yere doğru gidiyor. Çevremize baksana. Barış ve huzur ve dostluktan uzak yangın yeri. Kan ve gözyaşı bir türlü dinmek bilmiyor. Çok üzülüyor ve endişe duyuyorum haliyle. Ve de aklıma ister istemez Yugoslavya geliyor…
Yugoslavya’yı hatırlıyor musun?
90’larda yazdıklarıma bakarsan belki anımsarsın. Şimdi kastım rakı sofrasında saz çalıp türküler söyleyen nostaljik solcular gibi Kızılyıldız futbol takımı güzellemesi yapmak ya da efsanevi Tito öyküleri anlatmak değil… Birinci Emperyalist Dünya Savaşı sonunda “Güney Slav Milletlerinin ülkesi” niteliğinde bir krallık olarak kurulan, İkinci Emperyalist Dünya Savaşı sonunda kralı halledip kendince sosyalist bir “federal halk cumhuriyeti”ne dönüşen, kolaylıkla “Üçüncü Emperyalist Dünya Savaşı” olarak niteleyebileceğimiz Soğuk Savaşın ardından da yedi ülkeye bölünerek ortadan kalkan ülkeyi (ve bittabi nasıl dağıldığını) gerçekçi bir biçimde hatırlamaktan, bu tarihten günümüze dair dersler çıkartmaktan bahsediyorum.
O Yugoslavya ki benim 80’lerde ekonomik olduğu için Londra-İstanbul-Londra uçuşlarında en fazla kullandığım JAT havayollarının aktarmalı seferlerinde Belgrad kentinde havasını soluduğum güzel ülke. Üstelik uçaklarındaki fıstık güzeli hostesleri ve yakışıklı erkek kabin görevlileri (host) eşliğinde free kahvaltı veya içkili yemek servisiyle… THY’nin ise henüz erkek kabin görevlisinden bihaber olduğu o yıllarda…
Ve şimdilerde küllerinden türeyen şu birbirinden sorunlu yedi ülkeye (biri Shengen vizeli) JAT’tan mahrum sırt çantalı yolculuklar yapmak ne acayip bir şey!! 🐽
Sevgili günlük;
Gezgin, kelime anlamıyla seyahat eden kimse demek. “Turist” sözcüğüne bakarsanız o da tıpatıp aynısı. Ama günümüzde nedense ıssız coğrafyalara, dünyanın ücra köşelerine, kalabalık insan gruplarının doluşmadığı yerlere zamansız giden, dönme kaygısı yokmuş gibi dolaşanlar “gezgin” olarak algılanıyor da belirli sürelerde tur şirketleriyle veya bağımsız olarak seyahat edenlere “turist” deniyor…
Kendimizi hiçbir sıfata yakıştırmıyorum. Bir ara böyle bir saplantım vardı ve “Gezenti” etiketine meyil etmiştim. Ama şimdi bundan da vazgeçtim. Günümüz anlamıyla ne ben ne de ailem “gezgin” değiliz. Hayatımızı sırf buna adamış değiliz yani. Üstelik ülkenin içinde bulunduğu koşullardan ötürü olanaklarımız kısıtlı. Daha doğrusu belirli. Buna karşılık bir program çerçevesinde belirli yerlere sürüklendiğimiz, ne gösteriyorlar ona bakmak zorunda olduğumuz “turist” gruplarına da dahil değiliz. Sadece merak ediyoruz ve meraklarımızın peşinden gidiyoruz.
Onu bunu bilmem. Eğer konu sadece bisiklet turları ise ben şahsımı bisiklet turisti olarak algılayabilirim.
Biliyorum bir gün bu değerlendirmem de değişecek ve bağımsız gezen karavanımsı bir doğal hayata doğru seviye atlayacaktır. Hayaller boşuna değil. 🚙🏞️🏕️😎🤞🙏💙🥰
Sevgili günlük;
“Doğal ülke” diye bir şey yoktur. Bugün var olan (ve artık olmayan) her ülkenin mevcut haliyle değil de başka bir şekilde, görece geniş ya da dar bir coğrafyada, farklı bir politik çerçevede hatta isimle kurulmuş olabileceğine yönelik zihin egzersizleri yapmak mümkündür. Ne var ki önceki gün sözünü ettiğim örnekte olduğu gibi Yugoslavya, ne krallıkken ne de “piyasa sosyalizmi” denen oksimoron ekonomik sistemi benimsemiş bir federasyon olduğu yıllarda, parçaların bir bütün oluşturmadığı yapıntı karakterini üstünden atabilmişti.
Farklı milletlerden oluşan bir krallığın, kral şu ya da bu milletten olacağı için ister istemez ayrılıkçı milliyetçi eğilimler barındıracağı iddia edilebilir. Ama Yugoslavya federal bir halk cumhuriyetine dönüştükten sonra da milletler arasındaki ayrımlar hiç ortadan kalkmadı. Çünkü ekonomisi sözde sosyalist olsa da özünde piyasacı ve özel mülkiyetçiydi. Tito Yugoslavya’sı kelimenin gerçek anlamıyla sosyalist olup, öncülüğünü Sovyetler Birliği’nin yaptığı sosyalist ülkeler bloğunun bir parçası olmaya direniyor; sosyalizm ile emperyalizm arasındaki mücadelede tarafsız kalıp, bu iki sistemin arasındaki gri bölgede kendisine bir bağımsızlık alanı bulabileceğini sanıyordu.
Sonuç: Pek fena yanıldı ve bugünkü 7 parçaya bölündü. Peki, günümüzün bu 7 “bağımsız” ülkesinde sorunlar bitti mi? 🤔 Tabi ki HAYIR!
Sevgili günlük;
Güncesiz bir hayat çok eksik olurdu. Sana atfettiğim bu günce notlarını, yaşamımdan damıtılmış anılara borcumu ödeme adına yazıyorum. Anlayışımı, estetik duygumu geliştiren her yeni gezi köşesi gibi, her kitap, her film, her kavuşma, her vedalaşma, günlük yazmaya bir borcum olduğunu düşündürtmüştür bana. Zira günlük farklı bir tarih yazma ve okuma imkânı da sağlar. Anıların backup hafızasıdır çoğu kez.
Bildiğin üzere yaşam anılarım üzerinde yıllardır çalışıyorum. Anı yazma modası olduğu için değil elbet, yazmaya başladığım günden itibaren hep aklımda olduğu için yazmak istiyorum.
Tıpkı seni yazdığım gibi… ✍️
Sevgili günlük;
Teknoloji, düşlerimizi de kontrol eder hale gelmeden, gerçekten özgür insanlar olarak yaşayabilmek için bize oynanan oyunları bozmamız ve her an uyanık olmamız gerekiyor. Karşımızda, bizi koyun 🐑 yerine koyup istedikleri gibi şekillendireceklerini düşünen efendiler var. Zor bir mücadeledir bu… Ama insan olarak kalmak isteyenler için bu mücadeleyi vermekten başka çare yok.
Sevgili günlük;
Bahçemde dolaşmaya çıktığımda bazı tanıdık yüzlerle karşılaşınca nutkum tutuldu…
Aralarında Cervantes’in Don Kişot’u, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Huzur” romanından Mümtaz ve İhsan… Dostoyevski’nin “Suç ve Ceza” romanından Raskolnikov… Balzac’ın romanlarından Goriot Baba, Eugene Grander, “Vadideki Zambak” romanın kahramanları Felix de Vandanesse ve Henriette… Tolstoy’un “Anna Karenina” romanından ayrıca Levin ve Kity, “Savaş ve Barış” romanından Prens Nikolay Andreyeviç Bolkonski, Dostoyevski’nin “Karamazov Kardeşler” romanının kahramanları, Stendhal’ın “Kırmızı ve Siyah”ından Julie Sorel kış çiçeklerine sığınmış yan yanaydılar.
Romanlardan çıkıp gelmiş bu kahramanlarla aynı yerde bulunmak tarihi bir olaydı.
Sevgili günlük;
Hani madem ki, kocamış şu eski yıl görevi bebek şampuanlı yeni yıla devretti bütün gazete karikatürlerinde. Hem madem ki, her yeni yılın ilk gününde eylediğim gibi sabır çekip umutlar tazeleyeceğim diye bir tahammül mekanizması icat etmiştim insanımsı bir varlık olarak… E, öyleyse huysuzluk abartısıyla çemkirmenin kimseye fayda getiremeyeceği gibi bana da getirmeyeceği net! Hiçbir şey değişmeyecek! Aman iyi ki söyledim. En azından, ekmeğin, sütün, gazın, elektriğin, suyun fiyatı değişecek… Hangi yılı gördün ki, zamla girilmemiş, n’aaber!
Bak bugün yılın ikinci ayının yirminci günü… Zamlara zamlar gelmiş, yine yolculuk hayallerine baltalayıcı hakaret gibi bir eylem teşebbüsü bu.
Sevgili günlük;
Ve madem yeni olana, gerçeklik payına bakılmaksızın umut tazeleme vesilesidir diye hımkırıp öyle yapacağım ve yeni yılın bu günlerini şahanemsi sabırlar çekerek gibi davranacağım. Sırt dayadığım umudun kendiliğinden yeşermeyeceğini bilsem de…
Mesele maksi erimli işler ve uzun yolculukların kapının eşiğinde olma durumu ise… Hayalperestliğimi zorlayan bisikletle Türkiye yolculuklarının uygulama projesi ise… Yenilir yutulur gibi değil ama… Her şey bende başlayıp bende bitecek, adım gibi iliyorum.
Tamam, allı pullu bir küfür gibi sallanacak elimde belki şu yollarda pedallarken kaldıracağım ama şu ama bu kadehi, istersem de şu su, soda veya çay bardağı. İhtimaldir belki; bir ara hiddet sınırlarımı da zorlayacak… Dünya halklarının kardeşlik oyununu bozacak, caz, blues, pop hop müziği hüznü kadar benziyor olacağım yine Türkiye’ye. Ama olsun, var olacağım ya. Ne kaldırsam kabulüdür tarihin!
Kim bilir belki de, gururla ışıklarla sarstığımız ve halen ortadan kaldırmaya kıyamadığımız evin yılbaşı ağacına bön bön bakarken, mavi gözleriyle ışıldayarak hayata merhaba diyerek bakan, Nâzım’ı anımsayacağım.
Sevgili günlük;
Elveda küçücük ama koca bir zaman. Sulu gözler içerisinde, içime akıttığım neşeler ve hüzünler ile elveda Ocak’lar ve Şubat’lar. Bu bir sitem, bu bir uçarcasına geçip giden onca zamana haykırış… Değişmeyen onca şeye, küçük insanlara ve değişmeyen onca kaba saba insanlıktan kısmetini almamış adamlara elveda. Ne çakma siyasetten tat aldım… Hem dene boyalı gazete okumaktan… Ne de TV’de yayınlanan onca saçma sapan, basmakalıplara sığdırılmış tartışma programlarından. İyi ki yine kendimi yollara attım. İyi ki yine binlerce defa tekrarladığım gibi kendi bildiğimi okudum. Kendi aklımı kendime sakladım. Duygularımı da… Gezerken uzaklaştım, uzaklaşırken gezdim. Kimi zaman sele üstünde pedallarken buldum kendim… Kimi zaman da bir yürüyüş batonunun konforlu ve destekli değnekliğinde…
Az önce biten haftanın rakamını yazarken içime bir hüzün çöktü. Az değil yılbaşından bu yana tam 50 gün geçmiş. Şimdi aklımla akıldışı eğlenen program ağacıma inat kıyasıya hazırlanmak zamanı. Zaman çizelgemin ilk uzun yolculuğuna günler kaldı. Günler sonra kafam kıyak biçimde İstanbul’a gireceğim. Önceki günlerde dile getirdiğim temenniler dizisini canı gönülden dileyerek.
Şimdi buradan senin aracılığınla sevdiklerime seslenmek istiyorum: “Varsın her şey gönlünüzce olsun. Varsın her şey benim de gönlümce olsun. Kazasız, belasız, hayırlı yolculuklar!!!”
Bir sonraki esintide görüşmek üzere…
Mürekkebe banmış esintili Sevgilerimle,
Gezenti Şeref
***…***