Şu kış günlerinde havanın erken kararmasına bayılıyorum. Masamı pencerenin yanına taşıdım. Işıkları söndürüp bir mum yaktım, masamın üstüne koydum. Dostoyevski gibi… Geceleri mum ışığında çalışır, sabaha dek çay içermiş. Sanal hayat için hakiki hayatın fedasıdır bu. Onun gibi yazamasam da biçimsel olarak benzemişim demek ki… Bir de çay demleseydim bari… Onu da yaparım… Dışarıyı seyrediyorum. Kar yağıyor. Beyaz benekler gibi düşüyorlar. Sessiz bir müzik çalınıyor sanki. Kış çocuğu olmamdan ötürüdür herhalde. Kar beni hep etkilemiştir. Seni de etkiler mi, neler hissettirir?
gEZENTİ şEREF ~ E-2022/015
Esinti Tarihi: Salı, 15.03.2022
Sevgili GEZENTİ ŞEREF izleyicilerim…
Bir TRAKYA staj sahasının katkı sağladığı talimlerin sonu daha geldi çattı. “Türkiye Turları: İstanbul” yolculuklarımın zilleri çalmasına günler, saatler kaldı. Ve ben bugün geçmiş bisiklet turları kutlamalarına göre farklı tonda bir yazıyı kaleme alacağım…
Serde Umut Var’dan sonra bu yıla damgasını vuracak mİNİmİNİ Dizi’nin hemen öncesinde bu satırları yazmakla yazmamak arasında çok gidip geldim…
Düşüncelerin, daha öncekiler gibi, çağrışımların açacağı yolda, beklenmedik soruları ve unutulmuş gibi görünen yüzleriyle akacağına inanıyordum. Peki, öyleyse nedendi bu tereddüt?
“2022 öncesi” bir eskiyi ifade ediyor diye mi?
“2022 & sonrası” yeni bir yolculuğun tasviri diye mi?
Yolda, aslında çok iyi bildiğim o içe kapanmaya yeniden ihtiyaç duyabileceğimi mi hatırlamıştım?
Hâliyle turne defterlerimin arasından sızanlar farklı hikâyelerden gelmişti. Varlığını sürdürebilmek için son iki yıl boyunca yaşanmış sükût oyununu bozmamak gerekiyordu… Oyunun sürdürülmesine katkıda bulunanlar arasında “Eskiyi bir türlü unutturmayanlar” geleneğinden gelenler bile vardı.
Eskiyi bütünüyle unutmak mı?
Yooo, hayır, eskiyi nasıl unutabilirim ki; zaten uzun yıllar sanal dünyadaki lakabımın ön eki Nostalji İnsanı’nın tiryakilik yazgısı bu. Eskiyi çarşaf çarşaf gözler önüne sermek, unutturmamak adına. Ancak “2022” benim hayatımda taptaze bir milat. Ta on dört sene önce, web sitesini hazırlayıp, “Ah Şu Anılar” serisini dizayn ederken “2017 yılı & Sonrası” için “Şimdi Nereye Böyle?” diye sormuş, ardından da cevabımı yapıştırmıştım: “Perdeler ağır ağır iner, gezgin dünyaya açılmaya gider.”
Hakketen de öyle oldu, be ya…
Evet, zaman gezginin zamanıdır…
Çok, ama çok yakın bir zamanda bir devir sona erecek. Günlerce, saatlerce oturup yazılar döktürme zamanı tükendi tükenecek. Bundan böyle ağırlıklı olarak “Gezdiğim Yerler” ile ilgili yazıları ‘güncel’ olarak ekleyeceğim. Geçmişe dair yazılmış makalelerimi ise nostalji tadında zaman aralarına serpiştireceğim. Bir diğer deyişle, “2022” yeni bir ‘milat’ ise eski’ye dair tüm ilişkiler, tüm değerler eski zamanda kalacak demektir. Yeni olan her şey ise “2022” yılı ile birlikte gelecektir.
O halde, Pandora’nın ‘yenilik’ veya ‘iç başkalaşım’ kutusunu şöyle bir arayalım bakalım…
Yenilik şimdi değilse ne zaman? Ölümlere karşı direnmeyi, daha da önemlisi tüm yaşananlara rağmen hayata sarılmaktan vazgeçmemeyi nasıl da derin bir isyanla dile getiriyordu bu sözler… Şimdi… Şimdi ne yapıyorum öyleyse? Doğup büyüdüğüm bir coğrafyayı tüm kaybetmelerimle ırak gözlerle bir daha görmeye, anlamaya çalışırken… Belki beni bana birçok kez gösteren haksızlıkların karşısına, kaybettiklerimin öğrettikleriyle bir daha çıkmak istiyorumdur. Belki de karanlık bir mağaraya yeniden, kimlerle, nasıl karşılaşacağımı bilmeden inmek.
Ne yalan söyleyeyim? İkincisi bana çok daha fazla heyecan veriyor. Zira sadece geçmişte bıraktıklarıma yazıklanma kandırmacasına sığınarak, bugünden kaçmak için değil. Bu yenilik hedefini hem hayatıma katacağım her yeni şeye, hem de kendime, hissettiklerimin ve dile getirmek istediklerimin beni yine birilerinin gözünde geleceğini hayal kurmaya saplanmış bir yazı yolcusu yapacağını bildiğim halde göstermek istiyorum.
Ah Mazi
Geçmişte dile getirilenleri önemsememeye çalışacağım artık. İçimden artık bu gibi kolaylıklarla savaşmak gelmiyor. Hikâyelerin dışında kim kalırsa kalsın. Zaten zor da olsa köklerimle başlattığım uzun anılar yolculuğunu “1992” yılına kadar sabırla taşıdım. “1992” sonrası yazılır mı, gerçekten yazmaya vaktim olur mu, çekintilerim var. Büyük zamana bırakıyorum. Geçelim, buraları da geçelim öyleyse.
Titresin bir mum alevinde o eski günler…
Şimdi, büyülü sözümün durduğu yerdeyim. “2022” ve sonrasının hayaletleriyle karşılaşma ihtimali beni tedirgin etmiyor değil. Bu duyguyu çok iyi biliyorum. Ancak Nostalji İnsanı’ndan bana devredilen mirasta, tüm yaşananlara rağmen yürümekten, yol almaktan vazgeçmeme inancı da var. Aksi halde buralara kadar gelmezdim. Vardığım yeri biraz daha net görebiliyorum artık. Bazı değerler ısrarla kaybettirilmek istendi. Dahası kaybettirildi. Başrol oyuncuları sürekli yer değiştirerek. Kimi zaman ben, kimi zamansa başkaları tarafından. Yıllar boyunca inşa edilenlerin üzerinden kocaman bir dalga geçti. Kimi farkına vardı, kimi umursamadı bile. Oysaki tabloda kalan kaldı, kalmayansa sürüklendi gitti demeyi ne çok isterdim…
Bu derin, üstelik birçok rol kesenin görmek istemediği için göremediği toprak kaymasına nasıl gönül indirebilirim? Ne yazık ki, artık ihtiyaç duyulmayan incelikler de var bu değerler arasında, bilinmeyenler âlemine karışmış tatlar da, kırgınlıklarını, gülümsemeleri, yitiremedikleri umutlarıyla taşımaya çalışan o şahsiyetler de, yerleşik bir mekânın dilinin ve başka dillerinin derinlikleri de, bu akışta hep dışarıda tutulmak istenmiş tüm öğrettikleri de, yeterince nefes alınmasına imkân tanımayan hayat tarzları da…
Bu sözlerin içine herkes kendinden, adını dilediğince verebileceği bir şeyi koyabilir. Görmek istediği ölçüde elbet. Ya ben? Şimdi… Bugüne dek görebildiklerimin daha ilerisini görebilecek miyim? Hayallerim var, umudum var. Ama görüp göremeyeceğimi bilemiyorum. Nicedir planlanmış bu derin yolculuğu göze almadan sorunun cevabını vermem. İşte bu yüzden eskiyi tamamen yıkarak yeniye, ileriye doğru yürüyüşe geçiyorum. Kim ne derse desin, çok büyük bir hamle bu!
Bazen yazdıklarım anlaşılmadığından dem vurularak şikâyet konusu oluyor. Doğrudur. Fazlasıyla metafor kullanıyor, ve/veya şifreli, gizemli yazıyorum. Eski ve yeni’ye yönelik yazdıklarımdan artık kim neyi nasıl anlıyor, üzerine neyi nasıl alınıyorsa!
Devam ediyorum…
Her yola çıkış hem coşkuludur hem de hüzünlü. “Nasıl yani?” demeyin. Bir tür bilinmeyene çıktığınız için heyecanlısınızdır, geride bıraktıklarınız yüzünden de hüzün kaplayacaktır içinizi. Bu kadar basit. Ben “geçmiş”i bütünüyle arkamda bırakmaya kararlı olduğum için omuzlarımda çok az hüzün taşıyor, yola çıkışımın coşkusunu yaşıyorum.
Yola çıkışın sevincini yaşamak…
Bu dizeyi neden değiştirdim şimdi? Hayat verdiği hüzünlü şarkıya yeniden dönme ihtiyacını duymadığımdan mı?
Kim bilir?
Ah Nerede Hani?
Sıradanmış gibi görünen bazı sözlerin bile artlarında zaman zaman çok anlamlı hikâyeler gizlediği söylenir. Benim yol hikâyelerim ise yeni öyküler yazacak gibi sırıtıyor. Bu hicivli duyguyu belki de karşılaşma ihtimali verdiklerimin daha şimdiden hissettirdiklerini yaşatıyordur. Yaşamayı hayal ettiğim anları da derinleştiren sözüyse hani neredeyse bir pusula olarak kabul edeceğim. “Gezginler”in tarihinde benden önce yol almış birçok yolcunun vardığı yerde duracağımı ifade etmekten çekinmeyerek… Dile getirmeye çalıştıklarım bende bir nostalji geleneğine ait olma ihtiyacı doğuruyor sonuçta. Mevcudiyetimin sesini nasıl taşıyabilir ve duyurabilirim? Bu sorunun cevabını da gideceğim yere kadar gitmeden veremeyeceğim galiba.
Şimdilik sizinle tek paylaşmak istediğim, eski yılların (2017 & öncesi) içime sinebilecek karşılığını bulamadığım, bulmak da istemediğim duygu: hüzün… Eskilerin, kendilerini bu yaşlı yıllara ait hissedenlerin, birlikte yaşamaktan, dahası çoğaltmaktan, birbirlerine aktarmaktan gizli bir haz duyduklarına, çok derinlerde içselleştirdiklerine inandığım hüzün… Çaresizliklerini örtme, hayata daha sıkı bağlanma, hatta anlam katabilme umuduyla… Kederin içine bir gülümseme de koyarak… Çünkü hüzün bu gülümsemeyi de bekler…
Tıpkı benim on yıldır Nostalji İnsanı vasıtasıyla yaşadıklarım gibi. Bazı gecelerde, o yalancı ışıltıların çok uzağında kalan karaltılarda yürüyebilmek, yanlışları taşıyabilmek, yazmak istediklerimi sessizce doğurabilmek için… Gelenekten ve köklerimin umarsızca bana devrettiği yegâne mirastan dem vurmaya çalışırken, belleğimde en çok bu duygunun ve çağrıştırdıklarının resimlerini canlandırıyordum.
Vazgeçişe Artı Zaman
Peki, öyleyse neden vazgeçiyorum tüm eskilerden? Kırılma, infial, nefret duygusu mu, öfke mi hissettiğim? Tiksinti mi? Bıkkınlık mı? Yoo, hayır, hiçbiri değil. Eski olan hiçbir şeye kırgın değilim. Kızgın da değilim, bıkkın da. Ben yalnızca “Gezenti Şeref”in hayatına yeni bir yön verme yolundayım. Aynen on yıl önce tasarladığım gibi. Eskiler OUT, yeniler IN…
Hiç kuşku yok ki, Gezenti Şeref’ten kastım aynı zamanda kendi reel hayatımdır. Yeni yaşantı yolculuğumda ancak yenilerin var olabileceği. O kapı aralandı; eşikten içeri giriyorum, giriyoruz.
Fikstür bu ya; yepisyeni biriciklerle derinliklere birlikte gidebiliriz. Görebileceklerimiz bize bir de bakmışız en sahici dokunuşların sınırsız coğrafyalarda yaşanacağı ve yaşatılacağı, sınır kapılarıyla örülmüş dünya topraklarının bu coğrafyaların içinde ne kadar yapay kaldığı gerçeğini bir daha hatırlatabilir, onca hüzünlü şarkının, şiirin ve hikâyenin hafızalarımızın derinliklerinde neden bu denli yer ettiğini bir nebze anlamamızı sağlayabilir.
Eskiye dair ne varsa… Eski yurtlar, çok eski şehirler, eski semtler, köhnemiş mahalleler, eski sokaklar ve o kıdemli bahçeler, eski evler… Mazideki kökler, akrabalar, eski sülale parçacıkları… Eski arkadaşlar; kimi mahalleden, birileri komşu kapısından, kimileri okuldan, bazıları çalışma hayatından, birtakım askerlikten, bazıları da aracı vasıtasıyla… Antika eşyalar, eski ölümler, eski göçler, eski savaşlar, direnişler, yokluklar, yitirilenler… Eski aşklar, eski flörtler, eski mücadeleler… Ne kadar eski ne varsa… Doğudaki batı, batıdaki doğu… Kuzeydeki güney, güneydeki kuzey…
Bütünüyle sırra kadem basmış neferler gibi tuhaf bir biçimde geriye düşmüşler, yeni’nin ardındaki sisler içinde yok olmuşlar…
Peki, kabahat kimde?..
Bende, sende, onda, bizde; hepimizde…
Yolculuklara açılan sınır kapılarının farklı yerlere bakan çift başlı kartalı gerçeği, oradan oraya göç eden göçmen kuşlar misali. Ben aslında biraz buralı ancak artık en fazla ‘yeni’ Dünyalı. Şarkılar, şiirler, öyküler, ama özellikle şarkılar, bana yola çocukluğumdan beri çıktığımı anlatıyor… Fotoğraflar da aynı hikâyelerin içinden çoğaldığımı anlatıyor…
Gezenti Şeref’in yeni senesinin eşiğindeyiz ve şimdi bir ses önüne vardığım gizemli bir kapıyı açmamı istiyor. Kimin sesi bu? Nereden geliyor? Çıkaramıyorum. Yıllardır duymadığım, kendime bile duyuramadığım bu ses benim sesim olabilir mi? Bilmiyorum. Söyleneni yapıyorum ama. Kapıyı açıyorum. Bir ‘yenilik’ gıcırtısı. Ama hepsi bu. O kadar da zor değilmiş. Karşıma bir sokak çıkıyor. Başka bir yerlerde bıraktığım sokaklardan birine ne kadar çok benziyor. Buraya nasıl geldim? Şimdi nereye gidiyorum? Kim bilir… Başka bir soru sormadan içeri giriyorum. Kulağıma inceden inceye fısıltılar geliyor. Yaklaşıyorum…
Çok yakında yepisyeni mİNİmİNİ Dizi’de buluşmak üzere…
Bir sonraki esintide görüşmek üzere…
Mürekkebe banmış esintili Sevgilerimle,
Gezenti Şeref
***…***