PROFİLİM

SEN SENİ BİL SEN SENİ..

SEN SENİ BİLMEZSEN EĞER..PATLATIRLAR ENSENİ..

Bir insanın kendini anlatması çok zor mudur? Kimine göre “evet, öyledir”; zordur… Kimine göre ise “hayır, öyle değil”; kolay. Şimdi ben size kendimi, öz kişiliğimi, şartsız şurtsuz tanımlayabileceğim, her mevsim içinden doğan muhlis bir profilimi aşağıda kısa notlar halinde veriyorum.

KARAKTERİSTİK ÖZELLİKLERİM:

Bu ŞAHSIMA AİT çevrime verdiğim isimden de anlaşılabileceği gibi seyyah gezegende kültürler arası ilişkilere çok sevdalı ve bir o kadar da hatıratlara duyarlı gezgin bir kişiliğim vardır…

Bu hassasiyetlerimden dolayı hemen hemen her şeye, olumlu veya olumsuz, değerli veya değersiz, tutarlı veya tutarsız, övücü veya kırıcı, sevecen veya hüzünlü, neşelendiren veya melankolik ama illaki bir şekilde tepki veririm…

Aslında genellikle olumlu ve yapıcı yönleriyle ele alırım meseleleri…

Ancak kafama yatmayan, hayat tarzıma karışan veyahut bir şekilde tehlikeye sokan, inandığım değerlerle çelişen konularda da muhalif yanımı tüm ‘patlayıcı sigortalarımla’ devreye sokarım vesaire… vesaire…

İyi bir şey midir siz karar verin: son derece mütevazı ve sakin ruhlu bir görünüşüm vardır…

Öyle gerekmediği sürece de huysuz, kavgacı, sert, şiddet eğilimli, külhanbeyi değilimdir…

Hayal güçlerim sınırsızdır…

Ancak düşüncelerim son derece akılcı ve sezgiseldir…

Belki genetik belki kendi yaradılışımdır; lüzumundan fazla inatçı ve dik kafalıyımdır…

Önüme getirilen bir şeyi kolay kolay kabul etmem…

İnsanları dinlemeye bayılırım ama yine de kendi bildiğimi okumaktan geri kalmam…

Bazen burnum havada ukalalık kayıtlarda dolaştığım olur, kibirle “Biliyorum” der geçiştiririm…

Her şeye rağmen, hayatta en basit şeylerden bile zevk almaya çalışan biriyimdir…

Din, dil, ırk, renk ayrımı yapmadan tüm insanları severim…

Dolayısıyla her şeye, herkese karşı içi her daim sevgiyle dolu olan bir yüreğim vardır; yeter ki zararsız, masum ve kendi halinde, incitmeyen şeyler olsun…

Damarıma basan, kendime ya da insanlığa faydası olmayan tüm zararlı nesnelerden nefret ederim. Sırf bu nedenle bile dünyadaki ülkelerin saçma ayrımlarından, kalın çizgilerle çizdikleri sınırlardan, yücelttikleri milliyetçilikten, taptıkları dincilikten ve kendini bir şey sanan kültürel zorlamalardan hazzetmem, karşılarında ayak diretirim…

Kendimi bildim bileli toplumculuk ütopyasına aşığımdır…

Bilimsel dünya görüşü olarak sosyalizmi çok severim, her daim toplumculuğu daha iyi anlamaya çalışır, insanlık için, eşitlik, özgürlük ve demokrasi gibi yüce insani değerler için toplumcu mücadele verenlerin saflarında gönüllü yer alırım…

Otokrasiyi, monarşiyi, teokrasiyi, totalitarizmi, faşizmi ve her türlü saltanatı reddeden devrimci muhalif bir yanım söz konusudur…

Dolayısıyla insanlığın aydınlanması, çağdaşlık, medeniyet gibi kavramlar karşısında olan her türlü felsefi ve ideolojik akımlara soğuk ve ısırıcı bakarım; bunları savunanlara ilgisiz kalır, muhalif davranmayı yeğlerim…

İnsanlığı ezen, insanlığa zulmeden otokrasiye, oligarşiye ve her türden diktatörlük yapılara meydan okumayı kendime borç bilirim…

Din ile ilgili her çeşit akımdan uzak dururum… Din propagandası yapanları ciddiye bile almam…

Din konusunda kimseyle bireysel tartışmaya girmeyi kabul etmeyecek kadar kendini mantıklı sanan bir ateistim…

Din ile mücadelenin katiyen bireysel değil bir devlet, bir hegemonya sorunu olduğunu savunurum…

Kimilerine bir zaaf gibi gelebilir, ama devrimciliğim de son derece romantiktir…

Sanatçı ruhluluğu pek severim ve sanatın her türlüsünden övünç duyarım…

Oldukça sevecen tavırlar takınmayı ilke edinmiş biriyimdir…

Bencilliği hiç kaldıramam… Edindiğim her şeyi birileriyle paylaşmayı yeğlerim… Her zaman karşılıklı anlayışa, gösterilen toleransa ve güvene inanırım…

Sosyal yönüm çok güçlüdür…

Herkesle çok çabuk arkadaş olurum…

Hiç tanımadığım biriyle bile sanki kırk yıllık eski dostmuşuz gibi oturur saatlerce muhabbet ederim…

Ancak en yakın bulduğum insanla bile aramda belirli bir mesafe bırakırım…

Sevgiye ne kadar değer veriyorsam, saygıyı da o denli yüceltirim…

Özgürlüğe taparım ve özgürlük adına hemen her şeyden vaz geçebilirim…

Kişisel özgürlüklerim benim için o kadar önemlidir ki sırası geldiğinde en yakınımdakileri bile ikinci sıraya koyabilirim…

Özgür olduğum kadar özveriliyimdir de (fedakâr, sadakatli, özgecil kişilik)…

İnançlarım, hayallerim, ilkelerim, ütopyalarım, uzun erimli sevdalarım, mahremiyet duygusu ve müebbet özgürlüğüm uğruna gösteremeyeceğim özveri yoktur…

Bundan dolayı derin duygusallığı, romantizmi, önsezi yeteneğini, geçmişi, damarlarımda yaşatan nostaljiyi de özgürce ve hassasiyetle savunurum…

Sadece iki kişi arasındaki işlenen bir duygusal mesele olarak bakmadığım aşkı her sevdiğim her beğendiğim şeyler için gösterilen en yüce ve en yüksek tutku olarak nitelendiririm…

Aşkın sonsuzluğuna inanırım ve her anımı namütenahi aşklarımla yaşarım… Seyahat aşkı, yollarda, doğada olma sevdası da böyle bir şey olmalı…

Tabiri caizse sevdanın sınırsızlığı ölçüsünde kesinkes marjinalimdir de…

Toplumun çeşitli kesimlerinden birbirinden farklı muhtelif bireyleriyle ters düşecek kadar çok zağlı marjinal ve radikal fikirleri taşırım…

Mesela özgürlüğe kilit vuran ‘klasik aile jenerasyonu’ anlayışını reddeder, ipe sapa gelmez ‘evlilik’ formalitesine muhalif tavrımı sürdürürüm…

Sembolik iki yüzük takıp da kendini evli görenlere, dışarıya karşı kendilerini nikâhlı hissettirenlere güler geçerim…

“Evlilik” hadisesini hiç tasvip etmediğim gibi, iki insanın gönüllü birlikteliğine daha çok inanırım…

Peki, kurumsal olmayan, yani ‘evlilik dışı’ gönüllü bir ilişkiye girme durumunda insan neslinin devamlılığı için özgürce evlat sahibi olmak nasıl olacak?..

Bu hassas konunun da bir gün hukuk güvencesi altına alınması gerektiği düşüncesi yürürlüğe girince; kiminle, nerede, ne zaman ilişkiye girebileceğine karar vermekte başına buyruk hisseden insanların daha da özgürleşeceğine inanırım…

Netice itibariyle; resmi anlamıyla ve devletin dayatmasıyla akdedilen aile kurgusuna hiçbir şekilde sıcak bakmam… Sadece ‘Medeni Kanunu’nun bile bile bir borçlar hukuku olduğunu hatırlatmak isterim…

Benimle hayatı paylaşmaya çıkanların tam bir demokratiklik içerisinde ‘özgür bireyler’ olmasını, bunu bir hayat tarzı olarak benimsemelerini savunurum: demokrat bir ailede paylaşılan ekonomik özgürlük, açık sözlü dobra dobra bir ilişki, güvenilir sadakatle yaşanan bir sevda ve vefalı bir yoldaşlık

İlle de bir kuşağın devamlılığını sağlayacağım diye bir aile kurmak için değil, ortak zevkleri birleştirmek, birlikte yaşayıp hayatı bir şekilde paylaşmak için bir arada olmayı tercih ederim…

Çok enerjik, çok faal, çok üretici ve yaratıcı yeteneklerim vardır… Uzun saatler çalışmayı ve çalışkanlığı abartılı severim… Ancak çalışma/meşguliyet hayatıma işkoliklik kavramını katiyen sokmam… Ne zaman başlamam gerektiğini bildiğim gibi, ne zaman durmam gerektiğini de bilirim…

Kendi başına buyruk bir ‘Dünya Vatandaşı’ olarak yollarda olmayı, özel aracımla ve elbette bu bloga konu ettiğim yoldaşım bisikletimle kısa menzilli turlar veya uzun mesafeli yolculuklar yapmayı, gezmeyi, tozmayı, sosyalleşmeyi, ılgınca eğlenmeyi, sosyal faaliyetlere zaman ayırmayı çok önemserim…

Gezenti ruhumun kışkırtıcılığıyla sürekli seyahat eder, her daim yeni yerler, yeni bir takım şeyler keşfetmek için uğraşır dururum…

Hayatımı, hayat tarzımı, hayata bakışımı sürekli yenilerim ve yaşamıma yeni bir şeyler katmaktan keyif alırım… Her daim güzellikleri arar, bulur, canlı ve renkli kalarak hayattan çok daha fazla zevk alırım…

‘Hayal Kırıcısı’ düşünce katillerinden uzak durur, içimdeki çocukluk ruhunu kimsenin öldürmesine katiyen izin vermem… Mutlaka bir fırsatını yaratır, sadece gençlerden oluşan kitlesel “gençliği” organize eder kendileriyle kepçe kazan gezintiler yapar, çoklu eğlencelere katılır, yüreğimin bu sayede genç kalmasını sağlarım…

Ekseriyetle düşünce dünyamda, sosyal alanda dışadönük ve yenilik arayışında olurum…

Atalet mi? Tembellikten hiçbir zaman haz etmem, fazla uyku uyumam, hatta çok uyumanın ömür tükettiğini düşünürüm…

Genellikle çok zor ve yalnız yapmam gereken işlerde sessiz sedasız davranmayı tercih ederim…

Zaman zaman kendimi hayli tafsilatlı, ayrıntılara dikkatli, çok çalışan biri olarak addetsem de detaylara takılmam ve gereksiz her bulduğum detayı atlamaya çalışırım… İlle de detay olacaksa baştan ilgiyle izler, anlamaya çalışır, ama sonra topyekûn değiştirmeyi arzulayan yanımı çalıştırırım…

Hep öğrenen biri olduğumu düşünür, ölçüsüz bir sürü hatalar yaparım ama bu hatalarımla kendim yüzleşir asla kimselerin üzerine sallamam… Her zaman hatalarımdan ders çıkartmayı görev edinirim…

Oldukça cömert olmakla birlikte bilgim dâhilinde ihtiyacı olan herkese elimden geldiğince ve ne olursa yardımcı olmaya, sorunlarını çözmeye çalışır, elimden geldiğince kendilerine maddi/manevi destek vermeye bayılırım…

Başkaları tarafından, bunun adı ‘övgü’ de olsa, gaza gelmeyi hiç sevmem ama insan ilişkilerinde gerek konuşma dilimle, gerek hal ve davranışlarımla oldukça etkileyici bir sanatımın olduğunu bilirim…

Normalde namuslu davranmaktan geri adım atmam, kontrast tavrımı göstermek zorunda kaldıklarımın dışındakilere dürüstlükten zerre ödün vermem…

Yalanı dolanı, hileyi, üçkâğıt çevirmeyi, kumarı bilmem… Yalan söyleyemem. Çünkü yüzüm kızarır hemen kendimi ele veririm… Başkalarını zorda bırakacak, onları gücendirecek hikâyeler üretmem, üretemem (ama şaka yapmaya bayılırım)…

Derin bilgi birikimine ve her türlü yaşam tecrübelesine çok önem veririm ve kendimi her zaman yeni bir şeyler öğrenebileceğime inandığım bu hayatın sürekli bir öğrencisi gibi görürüm…

Dedikoduya gelemem hatta dedikodu yapmaktan, fısıltılı veya uğultulu dedikodu sesinden ifrit olur, gammazlığın her türlüsüne kulaklarımı tıkarım…

Çevremdekilerin beni fazlasıyla hayalci ve radikal bulduklarını söylemelerine rağmen, “uçuk-kaçık” aykırı ve orijinal görüşlerime doğma büyüme önem verir, onların bu metruk eleştirilerine kulaklarımı ilelebet tıkarım…

***…***

error: Content is protected !!