Topkapı Sarayı Müzesi: “Birinci Avlu”

Pire🚲 ile “TÜRKİYE TURLARI” Stanpoli Gezileri: Topkapı Sarayı

Bisikletim #pire🚲 ile Türkiye Turları ~ “İstanbul” gezilerimin kapsamında yer alan “Topkapı Sarayı Müzesi: Birinci Avlu” ziyaretinden notlar…

Saray-ı Cedid…  Yeni Saray Müzesi… Topkapı Sarayı Müzesi…

İstanbul’un birinci tepesi de denilen sarayın bulunduğu tepe, her antik Yunan kenti gibi akropolis olarak kullanılmış, yerleşme de onun etrafında gelişmiştir. Eski dönemlerde, önceleri krallık saraylarının olduğu akropolisler, daha sonraları bulunduğu şehrin dinsel yaşam merkezleri konumuna gelmişlerdir. Bizantion akropolisi de, sitenin dinsel işlevli bir bölgesiydi ve burada çeşitli tapınaklar yükselmekteydi. Tepeye o dönem bir bakış atsaydım, ilk gözüme çarpan yapılar Zeus, Athena, Apollon, Poseidon, Aphrodite ve Artemis adına yapılmış tapınaklar olacaktı.

Evet, öyle olmadı ama bugünün dünyasında başka bir âleme tanıklık edebilirdim. Tarihin sahnesine biraz geç de olsa girmiş bu eskinin yeni dünyasını keşfetmeden, turlamaya geldiğim kenti tam manasıyla gezdim diyemezdim. Sözün kısası, Topkapı Sarayı bisikletle İstanbul gezilerimin ilk tafsilatlı ziyaret merkezi olarak kura torbasından çıktı. Tabi ki planlarım arasında vardı elbet ama bu ziyareti yalnız değil eşim ve oğlum ile birlikte yapma arzusu içindeydim. Zaten bisikleti sarayın içerisine sokmama izin vermeyeceklerinden, bu işin en doğrusu, ziyareti yürüyerek gerçekleştirmek, ailece gaza gelmekti. Sağ olsunlar, onlar da beni kırmadı ve bu hayalimi gerçekleştirmeme destek vereceklerini söylediler.

İşte bugüne ait gezinin kararı böyle gerçekleşmiş oldu.

Yola Çıkış

Mecidiyeköy’den Sultanahmet’e ulaşmak çok kolay. Önce Yenikapı yönüne giden M2 hattını yakalamak için atlıyorsun metroya, Şişhane’de iniyorsun ve sonra kısa bir yürüyüşle Tünel’e varıyorsun. Beyoğlu-Karaköy bağlantısını sağlayan tarihi tünel füniküler hattı olan F2 ile Galata Köprüsü’nün yanı başında iniyorsun. Artık bundan sonrası gerçekten kolay. Kabataş’tan kalkıp Bağcılar yönüne T1 hattından çalışan tramvaya bindin mi ver elini Sultanahmet.

Topu topu bir saat içerisinde gerçekleşiyor bu yolculuk. Şimdi huzurla Topkapı Sarayı müzesine doğru ilerleyebiliriz. Ama önce ufak bir işimiz daha var. Süresi dolmuş T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı – Müze Kartlarımızı yenilememiz gerekiyor. Türkiye’nin her tarafında bu kart sayesinde indirimli gezebiliyorum birçok tarihi yapıları, müzeleri.

Biraz Mirasyedi Lügat Dağarcığımızı Tazeleyelim

Fatih Mehmet, İstanbul’u fethettiğinde eski Bizans sarayını harap halde bulmuştu. Bu saray daha Latin işgali sırasında (1204) yıkılıp yağmalanmış, Bizanslılar şehri yeniden ele geçirdikten sonra kullanılmamıştı. Onun için de Türkler tarafından özellikle yıkılmadı. Fatih ilkin, bugünün Beyazıt semtinde ve şimdi üniversitenin merkez binalarının bulunduğu yerde Yeni Osmanlı başkentinin yeni sarayını yaptırmaya başladı.

Ama kısa zamanda düşüncesini değiştirerek, bugünün Topkapı Sarayı’nın bulunduğu alanda bazı binalar yaptırmaya girişti. Böylece Beyazıt’taki bina çok erken bir dönemde “Eski Saray” olarak anılmaya başlandı. Daha çok ölen padişahların haremlerinin oturduğu yer olarak kullanıldı.

Resmi yazılarda, Topkapı, yeni yönetim kuramı anlamında “Saray-ı Cedid-i Âmire” veya daha yaygın olarak “Saray-ı Hümayun” (Padişah Sarayı); Beyazıt’takine de “Eski Saray” anlamında “Saray-ı Atik” denmesi kural haline getirildi. 1826’dan sonra, Harbiye Nezareti, yani şimdiki İstanbul Üniversitesi yapılırken ortadan kalktı.

Sarayın bir başkentin tam ortasında yer almasının en bilinen örneği Beijing’deki (Pekin) “Yasak Kent”tir. Fatih ilk düşüncesine göre devam etse İstanbul da böyle bir gelişme gösterecekti. Ama Pekin’de saray bir kare plana göre inşa edilmiş, kent de onu saran daha büyük bir kare olarak oluşmuştu. İstanbul’da bu mümkün olamazdı. Şimdiki yere ikinci sarayı yaptırırken Fatih herhalde buradaki manzaranın güzelliğinden etkilenmiş olmalıdır.

Byzas’ın karşı kıyıda (yani bizim Kadıköy yakasında) oturanların kör olduğuna inanmasına yol açan manzara!!!

Ama Fatih, büyük ihtimalle güvenliği de düşünmüş olmalı. Burada deniz oldukça uzun bir mesafeyi koruma altına alıyordu.

Saray’ın Padişahları, Padişahların Sarayı

Osmanlı padişahları I. Abdülmecit’e kadar bazı istisnalar dışında sürekli Topkapı Sarayı’nda yaşadılar. Dolayısıyla yaklaşık 400 yıl boyunca kullanıldı. (Dolmabahçe Sarayı’nın yapımına kadar, aralıksız 380 yıl imparatorluk sarayı olarak faydalanılmıştır.) Bu süre içinde de, sürekli değişti. Kimi binaları, yangın gibi nedenlerle ortadan kaybolurken, her zaman yeni binalar da eklendi.

Bu ortaya ilginç bir durum çıkarıyor, neredeyse organik bir şekilde büyüyen, gelişen bir saray, Batıdakiler gibi önceden yapılmış bir plana göre bir seferde inşa edilen ve bazı kazalar dışında değişim geçirmeyen saraylardan farklı olarak, bir türlü statikleşmeyen Topkapı, geçen zamanın etkilerini yansıtır.

Birinci etmen, imparatorlukla birlikte sarayın sürekli büyümesidir. Ama bu, imparatorluğun büyümesi durduktan sonra da devam eder. Örneğin, sarayda yaşayan insan sayısı arttıkça onlara yatacak yer gerekir. Aynı zamanda daha büyük mutfak gerekir. (Son zamanlarda sürekli sakinlerinin oluşturduğu nüfus kalabalığı 4000-5000 civarında olduğu anlaşılıyor.)

Dolayısıyla bu tip binalar büyütülür veya yeniden yapılır. Hatta olana yenileri eklenir.

Sultanların Ödlerinin Patlaması

Binaya yansıyan bir başka tarihi yönseme padişahların gitgide güvensizleşmeleridir. İmparatorluğun durakladığı, gerilediği dönemlerde padişahların otoriteleri zayıflarken sarayın koruyucu dış duvarları takviye edilir. Buna paralel bir süreç daha sezilebilir. Sultanlar saraya kapandıkça, başka bir deyişle, doğadan uzaklaştıkça, minyatürün, çininin stilizasyonları yoluyla doğayı içeriye, çeşitli avlulara, bina duvarlarına taşıma çabası görülür.

Topkapı’da son binayı yaptıran sultan, ilk olarak buradan, yaptırılan yeni saraya taşınan Abdülmecit’tir. Bundan sonra ihmale uğrayan Topkapı, kendi kendine eksilmeye başlar. Cumhuriyet’ten sonra sıkı bir onarımdan geçirilir ve müze haline getirilir. O zamandan beri İstanbul’un en çok ziyaret edilen yerlerinden biri.

Saray’a Hoş Geldiniz

Topkapı Sarayı’na Ayasofya ve III. Ahmet Çeşmesi’nin bulunduğu taraftan, “Bâb-ı Hümayun” kapısından gireceğiz. Yani “Saltanat Kapısı”ndan.

Amanın. Kapının dışında büyük bir topluluk evreni var. Rehberleri toplamış bir şeyler anlatıyor. Evet daha sabahın körü sayılmasa da biz biraz geciktik gibi sanki. Saat tam 10:30… Galiba içeride büyük bir yığınlaşma bizi bekliyor olacak.

Ne desem? Topkapı Sarayı’nı gerçekten çok özlemişim. Hesapladım en son 2005’te Çarli’nin sünnet etkinliği döneminde gelmişiz. Aradan geçmiş tam on yedi sene.

[📷 Sultan III. Ahmet Çeşmesi, Sultanahmet Meydanı, (Mart 2022).]

Sarayın ana kapısından girmeden önce buradaki çeşmenin önünde biraz oyalanalım.

Uyy, ortalık ana-baba günü. Miskin köpekler oralı değiller ama. Miskin miskin yatışıyorlar.

Fetihten sonra Osmanlılar İstanbul’un su tesisatını genişletip geliştirmiş, bütün mahallelerde birçok çeşme yapmışlardı. Zira daha yakın zamanlara kadar evlere su verilmez, halk suyunu çeşmelerden doldururdu. Bunların büyük bir kısmını devlet, bir kısmını da hayırsever özel varlıklı kişiler yaptırırdı. Birkaç tip çeşme vardı. An yaygın olanı, bir duvara sırtını vermiş, çoğu zaman kitabeli ve oymalı bir taş ve yalaktan oluşan “duvar çeşmesi” idi.

Bazı çeşmeler sokak köşelerinde olurdu ve “köşe çeşmesi” denilen bu tipe genellikle biraz daha özen gösterilirdi.

Bir de “meydan çeşmesi” vardı ki, özellikle 18’inci yüzyılda bunları bir anıt gibi süsleyip püsleme âdeti yaygınlaşmıştı. Bu tarihler, Osmanlı mimarisine Batı’dan barok etkilerin yoğun bir biçimde geldiği tarihlerdir.

Topkapı Sarayı’nın girişindeki III. Ahmet Çeşmesi de barok üsluplu erken 18’inci yüzyıl meydan çeşmelerinin en çarpıcı örneğidir. Dört yüzünde birer çeşme, dört köşesinde de birer sebil var. Zamanında burada, Bizans döneminde, ağızlarından su akan turna ve yılan figürleriyle, bir çeşmenin varlığından söz ediliyor.

[📷 Ayasofya, Sultanahmet Meydanı, (Mart 2022).]

Burası Sultanahmet tramvay durağından sonra geldiğimiz Kabasakal Caddesi. Sağımda Ayasofya bütün görkemiyle selamlıyor halkı.

[📷 Saray Kapısı, Topkapı Sarayı, (Mart 2022).]

Topkapı’nın kulesiz girişi, Bâb-ı Hümayun, Fatih zamanından kalmadır ama sonraki dönemlerde sık sık onarım görmüştür. Orta kapıda olduğu gibi burada da zaman zaman idam edilenlerin kelleleri sergilenirdi. Bâb-ı Hümayun’u Kapıcılar Bölüğü korurdu. Buradan girilen birinci avluda, sarayın dışsal işlevlerinin görüldüğü binalar vardı. Hastane, fırın, darphane, silahhane gibi binalar ve kapıcıların, burada görevli saray hizmetkârlarının koğuşları vb. Birinci avluya halk da girebiliyordu.

E, biz halkız. Öyleyse biz de girelim bakalım şu Saltanat Kapısı’ndan içeriye.

[📷 Bâb-ı Hümayun, Topkapı Sarayı, (Mart 2022).]

Maskeler kuşanılmış; hazırız.

Maske takmayanlar da var. Ben de onlara katılanlardan. Kapalı alana girdiğimizde neyse de havadar alanda çok sıkıcı oluyor bu maske işi.

Peki dert etmeyelim. Hadi şu büyük kapıdan bahçeye girerken Cihat Aşkın’ın yorumladığı, güzel bir sultan bestesi dinleyelim, neşemiz yerine gelsin: Hicazkâr Sirto (Beste: Sultan I. Abdülaziz)…

Sarayın Dış Görünümü İçinin Yansıması mı?

Dünyanın gelmiş geçmiş en ilginç ve en etkileyici saray müzelerinden birisidir Topkapı. Bugün gördüğümüz saray, muazzam bir yapılar topluğudur. Saray’dan çok, kendi iç düzenekleriyle ile küçük bir şehirdir adeta.

Topkapı Sarayı, padişahların Dolmabahçe’de yaşamaya başlamasından sonra da kullanılmış, bazı görevliler burada yaşamaya devam etmiştir. Her yıl Ramazan ayında, kutsal emanetleri ziyaret törenleri sürdürülmüş, zaman zaman da yabancı ziyaretçilere gezdirilirmiş. Yukarıda belirttiğim gibi, 1922’de saltanatın kaldırılması ve 1924’te sarayın müzeye dönüştürülmesine karar verilmiş.

Yeni Saray’ın yer seçiminde Ayasofya Kilisesi’nin önemli bir rol oynamış olabileceği çok açık. Çünkü, Sur-u Sultani, Ayasofya’nın yakınından geçirilerek geleneksel İslam kentinin çekirdeğini oluşturan saray-ulu cami birliği, İstanbul’un yeniden kuruluşunda ifadesini bulmuş. Ulu camiden de kasıt Ayasofya bizatihi kendisidir. Bugüne kadar bu kilise mi, kiliseden devşirme cami mi tartışması hep süregelmiştir.

Karmaşık Şema

Sarayın dış görünümü, Sarayburnu’nun her iki cephesinden, Karaköy’den, Üsküdar’dan ve Marmara denizinden bakınca son derece büyük, ihtişamlı ve etkileyicidir. Fatih’in İstanbul’da ikinci bir saray yaptırmak kararının ardında kentin Marmara, İstanbul Boğazı ve Haliç’e egemen burnuna, göz alıcı bir yapı oturtarak Osmanlı Devleti’nin gücünü çarpıcı biçimde vurgulama isteğinin yattığı o kadar belli ki.

Sarayın planında olduğu gibi, ihtişamında da Edirne Sarayı’nın etkisi olur. İç içe avlular ve farklı işlevlere sahip binalardan oluşan Topkapı Sarayı, oldukça karmaşık bir plana sahip. Padişahın yaşaması için ayrılan yapının dışında mutfak, köşkler, idari binalar, saray görevlileri için ayrılmış çeşitli müştemilatlar var.

Bu gezide sarayın binalarını tek tek anlatacak değilim elbet. Ancak bunların bazı özelliklerinden söze etmek faydalı. Yoksa bu müzenin boyutu beni aşar. Öyle bir günde gezilip anlaşılacak ve bir gezi-anı yazısı ile özetle kaleme alınacak bir yerden söz etmiyoruz. Açıkçası çokça gezmeli, hakkında çok şeyler okunmalı diye düşünüyorum. Şüphesiz değişik dönemlerini ve o dönemlerin ruh hallerini de hissetmek önemli. Yoksa “Muhteşem Yüzyıl”ın Hürrem Sultanı ile Valide Sultan, Mahi Devran ve Pargalı İbrahim kavgasından ibaret bir tarih sayfasına indirgeriz ve bu çok ayıp olur.

[📷 Bâb-ı Hümayun, Topkapı Sarayı, (Mart 2022).]

Kapı, Sarayla şehri ayıran, surların iç tarafına geçtiğimiz yer. Saltanat Kapısı’nın, Konstantiniyye Fatihi ve fethin babası, Sultan Mehmet Han emri ile Kasım 1478’de yaptırıldığı yazıyor kitabede.

Eski gravürlerde bu kapının üzerinde görülen ahşap yapı 19’uncu yüzyılda yanmış. Bir diğer husus da, Bâb-ı Hümayun, Osmanlı Dönemi’nde sabah ezanı ile açılır, yatsı ezanı ile kapatılırmış.

Kapının girişinde II. Mehmet’in tuğrasının yanı sıra, Sulta Abdülaziz tarafından 1867’de yeniden inşa edildiğine dair bir kitabe de yer alıyor.

Birinci Avlu

Bâb-ı Hümayun’dan Birinci Avlu’ya giriyoruz. Bu avluya “Alay Meydanı” da deniliyor. Halkın biletsiz girebileceği ve serbestçe dolaşabileceği tek bahçe.

İmparatorluk döneminde de Saray’ın halka açık tek alanı burası iken biz bugün Cumhuriyet yurttaşları olarak Saray’ın iç kısımlarını ve tüm avluları serbestçe ziyaret edip anlamaya çalışabileceğiz. İşte alın size saltanat ruhu ile cumhuriyet ruhu arasındaki en belirgin farklardan birisi. İyi ki cumhuriyet var.

Atlı sipahiler de geçit yapıyorlar. Hemen herkes basıyor deklanşörlere tabii. 😊

Bâb-ı Hümayun, Saltanat Kapısı’nın iç kısımdan görüntüsü.

Geniş bir bahçeye ve saraya uzanan ağaçlıklı yol, ihtişamlı geçitlere sahne olmuş. Elçi alayları, beşik alayları ile valide sultanların saraya taşınması sırasında gerçekleştirilen alaylar, törenler, merasimler hep burada yapılırmış.

[📷 Eski Karakol Binası, Topkapı Sarayı, (Mart 2022).]

Bâb-ı Hümayun’dan içeri girer girmez, duvarlara paralel olarak sol tarafa bakınca, ilk bina eski karakol binası, sonra Aya İrini Kilisesi, yanında da Darphane-i âmire binası var.

Ancak Nika ayaklanması sırasında yakılıp yıkılan Sampson Hastanesi’nin yazık ki sadece yeri görülüyor. Bildiğim kadarıyla hiçbir kalıntısı kalmamış. Bu hastane çağının önemli bir sağlık kurumuyken yoksullara da hizmet veriyormuş.

Şimdi biz sol taraftan başlayalım. Eski Karakol Binası bugün onarılmış durumda ve Topkapı ziyaretçilerine lokanta hizmeti veriyor.

Gene aynı yerde, Ayasofya’dan önce patriklik kilisesi olarak kullanılan, Konstantinopolis’in en eski kiliselerinden Aya İrini var. Buradaki “irini” de bir insan adı değil, “Kentsel Huzur” veya “Barış” anlamındadır.

[📷 Aya İrini Kilisesi, Topkapı Sarayı, (Mart 2022).]

İlk avluda kendini hemen belli eden bu kilise, Bizans’tan kalan en eski yapıdır. Ancak müze statüsünde ziyarete açık olan yapı bugün kilise olarak kullanılmıyor. Akustiği çok iyi olduğundan zaman zaman kimi konser ya da sanat etkinlikleri için de bir salon işlevi görüyor. (İstanbul’da yaşasaydım müzik dinlerken mekânın ne kadar önemli olduğunu test etmek ister, burada mutlaka bir konser dinletisine katılırdım.)

Yalnız buraya giriş ilave ücrete tabi. Müze kartı geçerli değil. Aya İrini Müzesi bileti Topkapı Sarayı ile birlikte satılıyor.

Kilise genişletilmiş biçimini I. Konstantin ya da oğlu II. Konstantin zamanında alır. (4’üncü yüzyıl başları.) O dönemde Ariusçu ve Ortodoks Hıristiyanların kavgalarında bu kilise de önemli ve hatta bazen kanlı bir rol oynar. Nika ayaklanmasında o da yıkılır ve I. Justinianus tarafından tamir ettirilir. Son şeklini de bu tamirde alır.

Aya İrini, İstanbul’da atrium kısmı ayakta kalmış tek Bizans kilisesidir. Planı bazilikadan Yunan haçına geçişin iyi bir örneğidir. Orta neften sütunlarla ayrılan yan neflerde, orta yerde ana kubbeyi ve doğudaki küçük kubbeyi tutan kalın duvarlar belirmekte. Apsisteki sade haç İkonoklazma döneminden (İS 726-842), narteksteki mozaik kalıntıları ise muhtemelen Justinianus zamanındandır.

[📷 Aya İrini Kilisesi, Topkapı Sarayı, (Mart 2022).]

Eski zamanlarda, Aya İrini Kilisesi’nin bulunduğu yerde bir pagan tapınağı varmış. Daha sonraları bu pagan tapınağın üzerine kentin ilk Hıristiyan kilisesi olarak Aya İrini Kilisesi inşa edilmiş.

Az önce değindiğim gibi, İmparator Konstantin, kendi adına bir forum, saray ve hipodromun yanı sıra, İS 330’larda, eskiden Roma pagan tapınaklarının bulunduğu bu alana Aya İrini Kilisesi’ni yaptırmış.

Rivayet o dur ki… Ona atfedilen “Kutsal Huzur” ya da “Barış” görüşünün karşıtlarına göre ise, “Aya İrini” Hıristiyanlığı yaymaya çalışırken, putperestlerce katledilmek istenen inançlı bir kadınmış. Dininden dönmesi için her türlü zulmü yapmışlar. Yılanlarla dolu bir kuyuya atılıp taşlanmış, atlara bağlanıp sürüklenmiş. Ama o bir türlü ölmeyi bilememiş. Bu işkenceler sonunda, İrini’ye gaddarlık yapan putperestler Hıristiyan, İrini ise bir Azize olmuş. İmparator Konstantin, bu olağanüstü atfen yaptırdığı tek-tanrılı dinin ilk tapınağına “Aya İrini” adını uygun görmüş.

Söylentiler Biter mi?

Aya İrini, fetihten kısa bir süre sonra saray alanı içinde kaldığı için hiçbir zaman camiye çevrilmez. Yapıda herhangi bir değişiklik olmaz. Topkapı Sarayı’nın etrafını çeviren Sur-u Sultani’nin inşa edilmesinden sonra Aya İrini ile Ayasofya’nın bağı kesilir ve fakat kilise sarayın bahçesinde kalır.

Birinci Avlu’da bulunan bu kilisenin camiye çevrilmemiş olması muhtelif rivayetlere yol açar. Bunlardan biri Müslümanları en fazla kızdırmış olanıdır. Fatih Sultan Mehmet’in annesi daha sonradan Huma Hatun ismini alan Mara Despina adlı bir Rum kızıymış ve Hristiyan’mış. Huma Hatun son dönemlerini Aya İrini Kilisesi’nde geçirmiş ve bir Hıristiyan mezarlığına defnedilmiş.

Sarayın dış avlusunda yaşayan yeniçeriler, yeniçeriliği kaldırılmasına kadar, yaklaşık 4 asır boyunca, binayı silahhane olarak kullanırlar. Bu arada yapının kullanılmasına uygun bazı ilaveler de yapılır. Örneğin, merdivenler ve ana kapıdaki 1726 tarihli kitabe eklenir. 19’uncu yüzyılda, Türkiye’de “müze” bilgisinin doğmasıyla, burası kısmen boşaltılır, bazı eski silahlar saklanır ve ilk askeri müze burada açılır. Daha sonra silah koleksiyonuna sahip bu müze Harbiye’ye taşınır.

[📷 Darphane-i Amire, Topkapı Sarayı, (Mart 2022).]

Aya İrini’nin yanından dar bir yol, bir zamanlar saray bahçesinin bir kısmını oluşturan şimdiki Gülhane Parkı’na çıkıyor. Az sonra bu yol, Arkeoloji Müzesi ile Çinili Köşk’ün karşı karşıya durdukları alana varıyor.

Not: Eski Mısır’dan yakın tarihlere kadar bu topraklarda var olmuş uygarlıkların uzun zamanlar içinde yarattığı değerlerin temsil edildiği Arkeoloji müzesine ziyareti daha sonraki turlarımda gerçekleştireceğim. Müze son derece zengin eserlere sahip, görülmesi gerekiyor.

Ayrıca Arkeoloji Müzesi’nin yanında, İslam öncesi Arap eserleriyle Asur, Babil ve Mısır’dan ilginç parçaların sergilendiği Yakın Şark Eserleri Müzesi var.

Şimdi devam edelim…

Burada Birinci Avlu içerisinden görülebildiği kadarıyla yer alan ilginç binalardan biri de eski Darphane’dir. Terk edildikten sonra bakımsızlığın bütün sonuçlarıyla karşılaşan Darphane kendi kendine çürürken birileri el atar ve restorasyona sokar.

Arkeoloji Müzesi’ne komşu Çinili Köşk ise asıl sarayını burada kurmaya karar veren Fatih’in yaptırdığı ilk köşktür. Dönemin en güzel binalarından biridir. Ve benim de gezi listemin üst sıralarında yerini almaktadır.

[📷 Sosyal Yapılar, Topkapı Sarayı, (Mart 2022).]

Aya İrini’den sonra bahçenin sağ tarafındaki su yapılarına doğru ilerleyelim. İlk göze çarpan şu ilginç kapı. Kim bilir ardında ne var? Ama tahmin etmek güç değil. Muhtemelen sosyal yapılardan oluşan birimlere açılıyordur: Has Fırın, Kimyahane filan… Ötesinde Barutluk Sarnıcı, Sultan Ahmet Nişan Taşı, Lahana ve Bamya Sütunları, II. Mahmut Çeşmesi… Daha da ötesinde Hodegon Manastırı, Mangana Sarayı ve tabi ki Marmara Surları, İncili Köşk, Ahırkapı ve sahil boyunca uzanan Kennedy Caddesi…

Arkamızdan gelen büyük bir ordu…

[📷 Birinci Avlu Su Terazisi, Topkapı Sarayı, (Mart 2022).]

Has Fırın avlu duvarı boyunca Topkapı Saray ikinci avlu girişine doğru ilerlerken 100 metre kadar sonra su terazisi ve terazi duvarına yapılmış çeşmeyi görüyoruz. Çeşmeye ait özel bir isim göremedik. Bu sebeple Birinci Avlu “Su Terazisi ve Çeşmesi” olarak isimlendirmek yanlış olmayacaktır.

Çeşme, Su terazisinin iki sütunu arasına mermerden yapılmış, ayna kısmı dikey, ayna üstü kitabe kısmı ise yatay dikdörtgen şeklinde olmak üzere sert köşeli bir yapıya sahip. Kitabesi bulunmuyor. Kitabenin üst kısmında ortada rozet, yanlarda defne yaprağı benzeri kabartmalı süslemeler bulunuyor. Çeşme en iyi tahminle 1650-1750 tarihleri arasında yapılmış gibi görünüyor.

Çoluk çocuk herkes bugünü bulmuş sanki… Ama hafta içi de olsa burası her zaman böyle… Hava da iyi, güneşli olunca…

Saraya doğru yaklaşıyoruz. Müze mağazasını geçtikten sonra bilet gişelerini görüyoruz.

Kuleli Saray Kapısı… Yani Bâb-üs-Selam…

[📷 Birinci Avlu Açık Hava Su Kültürü Teşhiri, Topkapı Sarayı, (Mart 2022).]

Gişelerin hemen yanında açık hava Osmanlı çeşme modellerinin sergilendiğini düşündüğüm çeşme modellerini görüyoruz. Kocaman çınar ağaçlarının arasında avlu duvarına yaslanmış haldeler. Bir tanesi var ki önceden bir örneğini görmedik. Piramit şeklindeki taş tabelada yazılanlara göre eski sahil sarayından gelme höyük şeklindeki selsebil usulünde fıskiye taşı.

Bir diğer anlamlı çeşme ise, daha çok “Cellat Çeşmesi” olarak anılan çeşme. “Siyaset Çeşmesi” diyenler de var.

İbretlik Kelle Taşları

Eskiden, çeşmenin arkasında cellatların sürekli barındıkları yerler varmış. İnsanın tüyleri ürperiyor. Neyse ki ülkemizde artık görevlerini aşkla ifa eden cellatlar da, ölüm cezaları da yok. (Başka türlü cellatlar var, fakat konumuz bu değil şimdi.) Osmanlı’da kimi ceza şekilleri adam asmak, boğmak ve kelle koparmakmış. Bu cezaların yerine getirilmesi için de sarayda merhametsiz cellatlar bulundurulurmuş.

İnfaza her an hazır olan cellatlar, saraydaki çeşmenin arka tarafında yaşarlarmış. İnfazlar ise çeşmenin ön tarafında icra edilir, cellatlar kanlı baltalarını, kılıçlarını ve ellerini burada yıkadıktan sonra kesilmiş kafaları çeşmenin sağ ve sol yanında bulunan taşların üzerine koyarak teşhir ederlermiş. Bu taşlara “kelle taşları” veya “ibret taşları” denilirmiş.

Sıfatlı Sıfatsız Cezalandırmalar

İnfazlarda en önemli şey, idam edilecek kişinin konumu, mevkii ve de rütbesiymiş. Örneğin, Osmanlı hanedanından olanların kanları kutsal sayıldığından yere akıtılmaması gerekirmiş. Bu sebeple de boğdurularak ölüme gönderilirlermiş. Cezalandırılacak kişi, hanedan dışından birisi ise kellesi ya kopartılabilir ya da ipe asılabilirmiş.

Ve tabi cezaları icra eden cellatlar sağır ve dilsizlerden seçilir, sağır ve dilsiz değillerse dillerinin kesilmesi icap edermiş. Cellatlardan bazıları bayağı ün salmış. Velhasıl, İstanbul’da yerleri bilinen iki cellat mezarlığı var. Birisi Ayvansaray’a inen surların yakınında Eğrikapı’da diğeri Eyüp Mezarlığı’nda, meşhur Pierre Loti kahvesinin yakınında bulunuyor.

Cellatlar her ne kadar saray ve imparatorluk için önemli bir görev yüklenmiş olsalar da itibar görmezlermiş. O kadar ki mezar taşları olmazmış. Cellat mezarlarının başına yontulmamış bir taş konulur, üzerine herhangi bir isim ya da ibare konulmazmış. Bu yüzden hayatta olsunlar olmasınlar her zaman toplumdan dışlamış kişiler olarak anılırlarmış.

[📷 Bâb-üs-Selâm Kapısı, Topkapı Sarayı, (Mart 2022).]

Nihayet Saray’ın kuleli Bâb-üs-selam Kapısındayız. Orta Kapı da denilen Bâb-üs-selam, müzenin de resmi girişidir. Artık buradan sonra gezinin ücretli giriş kısmı başlıyor. Biz müze kartımızı kullanarak geçeceğiz.

***Birinci Avlu’nun Sonu***

Pire🚲 ile “TÜRKİYE TURLARIStanpoli Gezileri kapsamında uyguladığım program çerçevesinde bugün Topkapı Sarayı’nı ziyaret etmek söz konusuydu. Ailemi de yanıma alarak bu önemli ve kıymetli geziyi olabildiğince tüm ayrıntılarıyla gerçekleştirmeye karar verdiğimde hiç yanılmadığımı anladım. Hem keyifli hem de kafayı, bedeni meşgul tutarak enerjimizi yükselten bugünkü serüvenimiz “GAZA GELDİM🚶: Topkapı Sarayı”, yayan İstanbul ziyaretlerimizin süper bir başlangıcı olsun ve tabi devamı da gelsin diyerek tamamlayalım.

TUR ile İLGİLİ DETAYLAR

Tur Tarihi: 31.03.2022; Perşembe

ROTA: Mecidiyeköy >> Sultanahmet >> Topkapı Sarayı (V)

Gezi Seyri:

1) Birinci Avlu

Topkapı Sarayı Birinci Avlu

2) İkinci Avlu

Topkapı Sarayı İkinci Avlu

3) Üçüncü Avlu

Topkapı Sarayı Üçüncü Avlu

4) Dördüncü Avlu

Topkapı Sarayı Dördüncü Avlu

Turun niteliği: Günübirlik tarih, kültür ve müze ziyaret etkinliği

Toplam kat edilen araç mesafesi: 18 km

Kullanılan ulaşım aracı: Metro, Tramvay

Toplam ziyaret zamanı: 3 saat 45 dakika (10:00~13:45)

Bir sonraki Topkapı Sarayı ~ İkinci Avlu” etkinliğinde görüşmek üzere; sevgiyle kalın,

Gezenti Şeref

***…***

(*) Önceki Makale: Topkapı Sarayı Masalları

(*) Sonraki Makale: Topkapı Sarayı Müzesi: “İkinci Avlu”

**GG~2022/002**

>>> [iÇERİK dİZİNİ]

error: Content is protected !!