Zaman Zaman İçinde: “Kökler”

Ah, neler vermezdim aradıklarımı bir bulabilseydim! Bir kavuşabilseydim gönülden arzuladığım detaylara. Gönül çok istiyor. Ama elde olanlar bir incir çuvalını dolduramayacak kadar çok kısıtlı. Kalıtsal olarak taşıdığım kanda onların mevcudiyetini buluyorum bulmasına da… Bedenimi yarılmış gibi hissediyorum onlar hakkında yeterli bilgilere ulaşamayınca. Fragile, kırık dökük, bölük pörçük bir hal durumundayım.

gEZENTİ şEREF ~ E-2022/016

Esinti Tarihi: Pazar, 20.03.2022

Geçenlerde, mİNİmİNİ serisinin “Zamanın Ruhu” makalesinde anons yaparcasına sözünü ettiğim bu mini dizi jeneriğini paylaşıma açmadan önce biraz geçmişe gidip manalı bir korelasyon yapmak istiyorum.

mİNİmİNİ Dizi Öncesi Upuzun Bir Öndeyiş– 1

Babamın dedesi, Mustafa dedemin; babaannesi, Münevver ninemin; babası, Mehmet dedemin; annesi Cemile babaannemin… Annemin dedesi, Şah İsmail dedemin; babaannesi, Hüsniye ninemin; babası, Ahmet dedemin; annesi Saliha anneannemin… Ve; annem Nevin ile babam Nurettin’in bu canlı diyarlardan göç etmelerinin üzerinden epeyce zaman geçti. Benimle birlikte benden büyük iki kardeşime filiz veren köklerimin yerleşikleri artık kuru çam yapraklarının gölgelediği topraktırlar. Toprak olmasına toprak oldular ama arkalarında çok köklü dallar ve fidanlar bıraktılar. Bu fidanların her biri de yeni tohumlar ekerek başka topraklara kök salmaya devam ettiler…

Kesintisiz süreç tüm doğurganlığıyla böyle ilerliyor. Evet… Bir zamanlar, Nostalji İnsanı’nın KÖKLERİM serisinde yazdığım gibi o dizinin yazın tekniğinde biyografik ‘masallar’ vardır. Şundan dolayı:

Bugüne anlam kazandıran geçmiş zaman göndermeleri de o makaleler içerisinde yer alan yazıların can damarlarındandır…

Cumhuriyet’in yapılandırılması yıllarında Sayman ve Mumcular ailelerini, onların yaşam mekânlarını ve sonrasında da hepimizi anlatmayı denerken anlatılanların perde arkasında kuşaklarım üzerinden ülkemizin siyasi mevsimleri ve fırtınalı havalarıyla ruh kırgınlıkları, umuda umuttur, demiştim…

Söylemeye çalıştıklarımı daha karmaşık hale getirmeden şöyle sadeleştireyim…

Belki bahaneyle bu uzun öndeyiş bölümü tamamlandığında Gezenti Şeref web-sitemde ve facebook blog’u içinde paylaşacağım yeni metinlerde mİNİmİNİ dizimin yazı içeriğindeki şifreler de ancak böyle çözümlenebilir.

Köklü” Kökleri Yazabilmenin Sırrı

Hiç kuşku yok benim ezelden beri hayatla, dünyayla ve insanla ilgili sorunlarım, sorularım hep olmuştur. Şimdi de yok diyemem. Hâlâ var. Yoksa bu yaşımda, daha rahat, daha güvenli ve güvenceli işler dururken neden onca yıl uğraşıp sonunun ne olacağı belirsiz yazılar yazmalıyım? Tıpkı yaşam anılarını yazma icraatındaki gibi. Bir kere, meselesi olmayan biri böylesine hummalı bir hatırat yazma işine girişemez, yazdığı olsa olsa başka bir şey olur!

Söz gelimi benim “Yaşamımdan Damıtılmış Anılar” içinde kök büyüklerimi bu denli geniş boyutlarda yazmama neden olan meselelerimden biri, bana göre farklı olan, bana benzemeyen ‘öteki’ ve ‘öteki’nin bu topraklar üzerinde hayat bulmuş her şeye, iktidara, bu yaşama dair her şeyin, iktidarın ‘öteki’ne karşı duruşuyla ilgilidir. Köyden, köylülükten kentliliğe sırlı bir serüveninde olduğu gibidir.

Kentlilik… Ya da büyük kentli olmak… Küçük-burjuvalaşmak… Veya proleterleşmek… İşte geçmişe dair yazılarımda kuşaktan kuşağa hatıratların asıl damarlarından biri olarak ortaya çıkıyor. Çünkü bu kök kuşaklarımın yaşam sürdüğü bu ‘cennet’ mekânlar bir anlamda, ‘sınırları son derece kesin çizilmiş özgürlükler sistemi’ diye tanımlanabilir.

Onların yaşadıkları bu yerler aslında hep bu ihtiyaçtan ve devletlerden önce kurulmuştur. Özgürlüğün buradaki temel anlamı farklı kalabilme, kendi olarak yaşayabilmek iznidir. Özgürleşme, demokrasi, özerklik, yenilik, aidiyet, genişleme ya da ‘dallanıp budaklanma’, fazlasıyla önem kazanıyor…

İşte kitlesel bir ‘imece’ yaşam biçiminden farklı kalabilme özgürlüğüne sahip olarak yan yana ama eşit haklarla yaşama kültürüne bir tercihtir kentlilik; böyle bir tercih olmalıdır İstanbulluluk. Dedelerim ve ninelerim onlarca yıldır bir anlamda farklı kalarak yan yana yaşamak pratiğini başarmış kimselerdir.

Bu farklılıklardan kazanılmış zenginlikler bu sürekli ‘canavar’ gibi büyüyen şehrin kozmopolit ruhuna sıkılan kurşun gibidir.

İstanbul’un kapıları meşhurdur:

Topkapı, Edirnekapı, Kumkapı, Yenikapı, Ahırkapı, Bahçekapı vesaire. Modernitenin ve şehrin sınırlarından gidiş ve gelişlerin ‘kapı’sıdır bunlar. Erenköy nasıl Anadolu yakasında ‘baba’ atalarıma kapı olmuşsa… Çilingir Köyü de Rumeli yakasındaki ‘ana’ atalarıma bir kapı olmuş mekândır. Buralardan girmişiz ve yine buralardan çıkarak dağılmışız.

Dipnot:

[Sürekli hareket halindeki durumumuz kadar yerleşik bir yere bağlılığın da, klostrofobinin de ruh hâli kılığında bir karakter olduğu iki yaşam merkezini ve bu merkezlere yaslanan insanları yazdım yıllarca. 21’nci yüzyılın ‘medeniyetler çatışması’ veya ‘terörden korunma’ ambalajı içinde bize dayatılanın aslında dünyanın her yanında yükselen fanatizmin, şiddetin ve bağnazlığın bunalttığı, sıkıştırıp, baskı altına aldığı psikolojinin paranoya ve klostrofobi olduğunu söylemek yanlış olmaz, sanırım. Bu yüzden o yazdığım hatıratlara konu olan geri dönüşlerin mekânları da hep kapalıdır. Bizlere büyüklerimiz tarafından bahşedilen zenginlik olarak bildiğimiz değerler şimdi düşmanlık, tehdit ve sorun olarak önümüze konuyor ve bizden de bunları böyle okumamız isteniyor.]

Bir sonraki mİNİmİNİ esintisinde görüşmek üzere

Mürekkebe banmış esintili Sevgilerimle,

Gezenti Şeref 

***…***

(*) Önceki Makale: Önde Giden… Geride Kalan…

(*) Sonraki Makale: Zaman Zaman İçinde: “Kahramanlar”

>>> [iÇERİKdİZİNİ]

error: Content is protected !!