“Doğada Tabana Kuvvet” Yolculuk Planı Yürüyüş Güzergâhım

Eee, Hemşerim yolculuk nireye?”…

Netçen?”…

Heeç, sordum işte.

Sorma kardeşim sorma… Hani adama “Sana ne!” diyeceğim de, necip kibarlığımdan söyleyemiyorum. Bir yolculuk esnasında en ifrit olduğum sorudur bu çengelli tabir. Gideceğim yeri kimseye söylemem. Neme lazım orada da bulurlar beni filan. Yok, anacığım bana kalsın. Ben gideceğim yere gideyim, göreceğim yerleri göreyim, bilahare anlatırım bunları ben sana…

Aslında ukalalık yaptığımdan değil gideceğim yörüngeyi söylemememdeki ısrar. Çünkü dünyanın en kolay sorusuna verilebilecek en zor cevabı olduğundan. Elde bir plan vardır, illaki, oraya odaklanılmıştır ama dürüst olmam gerekirse çoğu kere bu plan şaşar, değişir, bir ötekiyle yer değiştirir. Yıllardır yolculuk planları yaparım, ama bu planlara harfiyen uyduğumu söylersem yalan-dolanın daniskası olur. Çünkü çoğu kere yol güzergâhında ilerlerken kararlar verir, birinden ötekine atlarım. Sabit bir parkuru bile sırf hinlik olsun diye nerelere kadar uzattığım olmuştur.

Beni tanıyanlar çok iyi bilir

Bir keresinde eşim Emel’le çıktık, Saklıkent’e gidip kayak yapılan tepedeki şömineli bungalovlara bakacağız. Sonra oradan Döner Restoran’ın yer aldığı Tünektepe’ye geçip bir yudum acı Türk kahvesi yanında Antalya’yı panoramik fotoğraflayacağız. E, tabi böyle olmadı. Bastım gaz pedalına ver elini yaylalar filan derken Güzle Köyü üzerinden vardık Yazır Köyü sapağının bulunduğu Antalya-Denizli karayoluna. Keser mi? Kesmez tabii… Devam; oradan Antalya’ya dönüş yoluyla Düzlerçamı’na, sonra da Duacı yerleşkesine. Yaylalardan, dere tepe düz gitmelerden çok sonra bir gece yarısı vakti vardık Lara’daki konutumuza.

Güya bütün günümüzü Saklıkent’e ayırmıştık… (He-he-he!!)

Yani o toz duman içinde bunun gibi yüzlerce rota tufanı yazabilirim. Yola çıkarken kafama aldığım güzergâh programı ile varış noktaları arasında hedef ‘ana bölge’ dışında en ufak bir benzerliğin bile bulunması imkânsızdır. Bu nedenle plan yapmayı hem çok severim hem de plana uymamakla tur dosyasına fazla şeyler kattığını görmeyi sevinçle karşılarım.

Planlı plansızlık 🙂

Doğada, ve hatta dünya turunda, yapmayı planladığım güzergâh planların da bu yazgıdan kaçamayacakları aşikârdır. Sabit bir plan yerine esnek bir planlama yapmayı 2017 itibariyle daha tercih eder duruma geldiğimi söylemeliyim. Önemli olan parkurların yapılacağı beldeler, seçilmiş rotalar vesaire. Ancak güzergâha kusursuz uyulacak diye bir şey yok. Yeter ki gizil derinliklerde kaybolmayayım. Hoş ansızın kaybolsam da fazla önemsemem, ama yaban hayatın parıltılı güzellikleri bir tarafa, sevimli kurtlardan, çakallardan, ayılardan acayip tırsarım. Hele hele, bunların iki ayaklısı olanlarını da es geçmeyi yeğlerim. Maksat macera ise doğa zaten onu fazlasıyla tattırıyor insana.

Ekstrem rotalar

Geçen yıldan (2016) beri epey bir çalışma yaptım. Birbirinden çok farklı, çok güzel rotalar çıkardım. Bunların Türkiye bacağı ile ilgili olanlarını “GAZA GELDİM🚶” kategorisinin “Doğada Tabana Kuvvet” parçasında izleyebileceksiniz. Diğer sırt çantalı gezgin hallerimi ise ilgili kıtalar kategorilerinde bulmanız mümkün.

Doğada Tabana Kuvvet” için çıkardığım listeleri erite erite son hale getirmenin hazzı içindeyim. Elediklerim için üzüntüm sonsuz. Yeni eklediklerim içinse hayli memnunum. ‘Zaman kavramı’ ise her biri için bizim finansal matematik ile kantitatif analiz evreninde, PERT diyagramı çerçevesinde, gördüğümüz bir kavram olan ‘sınırlayıcı kaynak’ gibi en etkili ve fakat başa bela bir projeksiyon. Zamanla yarışmak gibi bir derdim yok. Yine de zaman boşluğu yetmeyen koşullarda hâlihazırda tasarımı yapılmış güzergâhlardan vazgeçme riski her zaman gündeme gelebilir.

1 no’lu “Çanlar Sırt Çantalı İçin Çalıyorsa Ütopya’ya Uğramadan Olmaz” makalemde ana hatlarıyla değindiğim gibi bir kısım yurtiçi gezilerim kapsamında büyük Trakya coğrafyası, İzmit ~ Sakarya ~ Yalova mıntıkası, Düzce, Bursa, Gönen ~ Balıkesir havzası, İzmir ve Manisa parkurları, Frig Yürüyüş Parkuru, Likya Yolu, Antik Kral Yolu, St. Nicholas Yolları, Trans Bolkar, Trans Kaçkar, Yedigöller bulunuyor.

Kimselerin konforlu yaşantısından uzaklaşıp benimle takılmayı göze alamayacağından dolayı ekseriyetle tek başıma yolculuklar yapacağımdan doğa yürüyüşlerime dair planlarım bir risk haritası dâhilinde tasarlanmış, mümkün mertebe şahsımın kaldırabileceği cinsten en konforlu biçime uygun hale getirilmiştir. Keyif almayacağım bir doğa yürüyüşü benden beklenemez. Zira maksat spor değil, keşifte bulunmak amacıyla serserice dolaşmak, sürükleyici fotoğraflı öyküler çıkartabilecek hatıra kırıntıları yaşamak…

Atletizmle ne alakam olur benim!

Çekiyor, çekiyor beni kendine doğa. Kimi kez korkutuyor, kimi kez dehşete düşürüyor. Yağmur, dolu, kar, tipi, çığ düşmesi, poyraz, karayel, yıldızpoyraz, lodos, sam yeli, hortum, kasırga, tayfun, tsunami dinlemiyor. Durmadan beni istiyor sanki. Gerçi önümüz yaz. Daha farklı tehditler olabilir: orman yangınları, deprem, vıcık vıcık insan sülalesi veaire…

Planlamanın en güzel tarafı araştırmak. Ama fazla detaya batınca boğulur gibi oluyorum. Sıkılıyorum. Tom Amca’nın kabininden çıkıyorum. Bir boy yürüyüp dönüyorum. Adımlarımı Arnavut taşlarını sayarak atıyorum. Adımlarımın altındaki taşlar sayılı. Günlerim –yaşam– gibi… Ne tuhaf! Kimi pürüzlü taşlar da çıkmıyor değil. Biri çıkıyor, sırayı bozuyor. Şaşırıyorum usumdaki sayıları, önümdeki taşları. Islak kumlara karşı batmamak için direndiklerini bile göremez oluyorum.

Nereye gidiyorsun hemşerim?

Sana ne!

Kafasını kırmalı bu taşın. “Puu” sana be taş! Bak nelere sebep oldun. Yaptığın bir sıra bozmak sence. Altı üstü bu. Ama değil işte. Bir onunla kalmadın daha neleri de bozdun. “Puu” sana! Yüz kere, bin kere “puuu!!” Dünyanın tüm “puu”ları senin olsun e mi!

Nereye gittiğimi öğrendin ya, sırt çantalı gezgin olduğumu, kimi zaman hiker (günübirlik doğa yürüyüşü yapan kimse), kimi zaman trekker (kâh kısa kâh uzun ama konaklamalı doğa yürüyüşü yapan kimse), kimi zamansa backpacker (omzunda yüklü bir sırt çantasıyla her yere seyahat eden kimse) olduğumu da öğrendin ya, rahatlamışsındır belki. Yok, yok, yüzündeki ifadenden pek de rahatlamış gibi görünmüyorsun.

Kaç ülke gezdin birader?

Muhabbeti uzatırsak biraderden öteye sıçrayabiliriz de mevzu bu değil. Soruya bak soruya. Tebessüm mü etsem acaba, şirin mi gözükmeye çalışsam? Soru mu şimdi bu. “Puu” sana!

Harbiden böyle bir soru gezgin adama sorulmaz, ancak turist kılıklı sıvışık adama sorulur. Hadi yine “Sana ne!” diyeceğim, kibarlığımdan diyemiyorum işte… Yahu dünya âlemin kaç rakamlı ülke gezdiğini, nerede konakladığını, kaç rakamlı geceye sahip olduğunu, nerelere girip çıktığını, neyi fotoğraflayıp neyi fotoğraflamadığını, ne yiyip, affedersiniz ne kaka yaptığını, ne içip nasıl sarhoş numarası yaptığını ne yapacaksın, sana ne!

Yerdeki Arnavut taşlara bakıyorum. Birbirleriyle çok sıcak ilişkiler kurmuşlar gibi yan yana dizilmişler. Ama soğuklar işte. Buz gibi. Aralarında çirkin bir rekabet var belli. Yarış… yarış… yarış… Nereye kadar arkadaş?

Yahu bu bir yarış mı? Gezmekten bir yarış çıkar mı? Bak bir taş bile komşu kardeşine neler ediyor. Allak bullak tüm evren. Sanki sayıların üstüne kurulmuş bir evren. Birinden kaçsan diğerine takılıyorsun. Evren böyle saçmalıkları sahiplenen “bak nah bu kadar ülke gezdim” diye böbür böbür böbürlenen insan yaratıklarla dolu. Ulan beş kıtayı yiyip bitirsen ne olur!

Bütün dünya paramparça. Duygular savruk. Sevgilerin yerinde, anlayışların yerinde yeller esiyor. Yetmezmiş gibi bir de şunu sormayı kendisine hak görüyor:

Peki kaç şehir gördün birader?

Çüşşşş… Yok daha neler… Herifçioğluna saplantı yapmış, ülke yetmiyor bir de şehir eklemliyor. Hani utanmasa, kaç tur köy kasaba dağ ova nehir filanın da istatistiğini isteyecek. Mübarek sanki Turizm Bakanlığı’nın DPT şefi…

Çivisi çıkmış bu kozmosun. Yani ben şimdi Türkiye’nin 81 ilin 60’ını, İngiltere’nin, İskoçya’nın, Galler’in neredeyse tamamını gördüm diye adım Guinness Rekorlar Kitabı’na mı girecek? Olur mu böyle bir şey!

Yok yetmez anacığım, her birinden fotoğraf isterim valla, salla facebook’a, instagram’a, beden beden, boy boy profil kostümleri biçsinler sana…

Yarış mı istiyorsun? Yarışı yap kendinle o zaman. Hem bir halta benzersin belki. Kendinle gurur filan duyarsın. Ama bundan elâleme ne? Spor müsabakası mı bu, 12-0, 99-71, skor peşinde koşturayım. Dostlara mı şov yapıp, çalım satacağım? DOSTLAR mı? Ooo… Onlar dünden bırakıp gitmiş. Bak şu bir tanecik Arnavut taşın işine neler yapıyor. Al bir taş anacığım, çal başına. Bir daha, bin daha, on bin daha…

Havalar karlı, karla karışık yağmurlu… Yakında güneş piyasa yapacak. Eminim. Ben de şaşırdım, havalar da. Bir yağmur, bir güneş ardından sinsi Bir kar. Ne olduğu belli değil. Bu yıl evrenin her tarafına şahane kar yağdı. Oldu da geçip gitti galiba.

İşte bu sıkıntılı havalarda başladı bende doğada sırt çantalı yürüyüş hastalığı. Bu da kendini bilmez havaların bana kattığı bir şey.

Abi, madem yola çıkmaya karar verdin, bak şuraya, şuraya da kesinlikle ama kesinlikle gitmelisin.

Hay hay, seni mi kıracağım. Seni kıracağıma şu ayağımın altındaki taşı kırarım. İyi de sana göre güzel olan bakalım bana da güzel görünecek mi? Sen beğenir seversin belki. Benim beğenip beğenmeyeceğimi, sevip sevmeyeceğimi nerden bileceksin?

Tıpkı Ahmet Kaya’nın dillendirdiği gibi: “Üstüm başım toz içinde.. Önüm arkam pus içinde.. Sakallarım pas içinde.. Siz benim nasıl yandığımı.. Nereden bileceksiniz.. Bir fidandım derildim.. Fırtınaydım duruldum.. Yoruldum çok yoruldum.. Siz benim neler çektiğimi.. Nereden bileceksiniz.. Taş duvarlar yıkıp geldim.. Demirleri söküp geldim.. Hayatımı yakıp geldim hey.. Siz benim neden kaçtığımı.. Nereden bileceksiniz..

Bilemezsiniz tabii. Çokbilmiş gezgin abimiz, gezgin ablamız o değişik toprağa ayak basmış, feci bayılmış, ben şimdi gitmesem, ayılıp bayılması eksik kalacak, öyle mi?

Nah öyle!

Ben şimdi ‘imam bayıldı’ seviyorum diye herkes mi seviyor olmalı? Kız belki soğandan, sarımsaktan nefret ediyordur…

Yine karla karışık yağmur başladı, yağıyor ince ince… Böyle alelâcayip sorular, kıyaslamalar bombardıman yapınca kaskatı kesiliyorum. Bunalımlar içine giriyorum. Cam buğu içinde. Bir imza atıyorum. “Aman!” diyorum içimden. Bir korku. Bir dehşet. Boşluğa da imza mı atılır. Ne kadar tehlikeli. Atmaz olsaydım. Hadi bir el darbesiyle sil imzayı. Silinen aralıktan çıkacağım yol görünüyor. Yola çıkmak! Karlı karışık yağmur suları sızıyor camlardan.

Yola çıkacağım… Ama bana ait olan yola…

Ne demek şimdi bu?

Yahu, ‘ne demek’ de ne demek? Herkese uyacağım diyerek yola çıkmıyorum demek. Böyle bir kaide yok. Yola çıkmışsın, istersen yanında bir ordu olsun. O yolculuğun ancak sana özel bir anlamı olabilir. Yani senin yaşadığını, senin gördüğünü, senin beğendiğini yanındakiler yaşayamaz ki. Senin gördüğün gibi görmezler ki. Diyeceğim o ki kimseler benim aklımı karıştıramaz. Birilerinin aklıyla asla hareket etmem. Elbette dinlerim. Hani kırılmalar olmasın diye inci dişli tebessümler de gösteririm. Ama ben yine kendi yapacağımdan ayrı kalmam. Bir masalı on kişi değil tek bir kişi yaşar, bir çuvala bir kişi sığar ancak.

Şimdi internet var ya; herkes birbirine ayar çekmekte usta. Kurum yağıyor sanki. Kapkara sular. Sular insanların içi gibi olmuş. Kapkara. Korkunç…

O kadar da sordum durdum şu gezgin ablaya… Abla sen nasıl şeyttin bunca ülkeyi, şunca kenti filan, hangi parayla?..

Cyrus Yachts’da çalışırken Hollandalı taşeron-ortaklardan yaşlı olanı, kendisiyle sohbet ederken yaptığım bahis üzerine, benim dünya turu projemi kıskanmış olmalı ki “Nerden buldun bu kadar serveti? Dünyayı gezmek için multi-milyarder olmak lazım!” gibisinden soru-yorumları bombalamıştı daralan yüreğime.

Birden bir üşüme almıştı vücudumu. Buzlu suların üşütmesi gibi. E, arkadaş, elbette sıfır mangırla dolaşacak halimiz yok. Biz de paramıza, bütçemize göre gezeceğiz. Çok parası olan çok kral gezi yapabilir, ya da öyle yaptığını sanabilir. Para bol ya, har vurur, harman savurur, dağıtır kasayı. Ama o zengin gezgin şahsiyetin servetli dünyasıdır, kim ne diyebilir ki? Bizim ağzımızı yormamıza, tadımızı kaçırmamıza lüzum yok. Nasıl gezilmesi gerekiyorsa öyle gezeriz. Az bütçeyle, hudutlu olanaklarla, ama gezeriz babacığım. Nihayetinde tek bir ülkemiz yok, tek bir yurdumuz yok, tek bir evimiz barkımız yok. Her yer bizim evimiz, her yer bizim ülkemiz, yurdumuz, toprağımız. Evren bizim. Dünya bizim. Biz ne Türk’üz, ne Hollandalı, ne Alman, ne de İngiliz. Fransız hiç değiliz. Biz Dünya vatandaşıyız. Tamam, belki tek cüretkâr bir pasaportumuz var, o da ay-yıldızı üzerimizde koyu bir kambur olabilir, ama kafasına dünyayı gezmeyi koymuş bir gezgini bırakın bir gümrük kapısındaki memur, koskoca devlet adamları bile durduramaz. İlla bir delik bulur girer içeri, girdiği gibi dilediği gibi çalışır, ama günlük, yevmiyeli, ama haftalık, edindiği kazançla yoluna devam eder, aç kalmaz. Yeter ki aklını, yüreğini, dilini, ellerini ve ilişkilerini kullanmasını bilsin.

E, zaten bunları hakkıyla yapamıyorsa varsın çıkmasın yollara… Avrupa’nın merkezlerinde nereye gidersen git WC’ler parayla. Adamlar çakal. Ekonomik çarkı ‘iyi’ kurmuşlar. Su da ucuz değil ama, mahalli çeşmelerde içme suları kelek olduğundan şişe suyu almak ihtiyacını duyuyorsun, diyelim ederi 1€, içiyorsun suyu sonra çişin geliyor, gidiyorsun kenefe o da 1€. Yani su içtikçe idrar boşaltma sana günlük kim bilir neye patlıyorsa artık!!!

Demem o ki, kesenin ağzını bozmadan hareket etmek lazım. Yoksa üşümeye devam edersin. Tir tir titrersin. Elin ışıtaçlara koşar yakalayamazsın bir türlü. Ana kucağı değil ki her gittiğin yer sana kucağını açsın, sıcak olsun, ısıtsın seni. Alsın, bassın bağrına. Yüreğinin aklığıyla sarsın sarmalasın… Yine yanmıyor işte. Nereye gitsen topluyor paraları. Ceplerin boşalıyor. Barınma, beslenme, üreme bedava değil. Hepsinin bedeli var. Parasız asla gezilmeyeceğini bilmelisin.

Yola çıkacağım planım tastamam…

Güzergâhlarımı nişanlamışım, her şey istediğim gibi… Nicedir hayalini kurduğum bir hayatı yaşadığımı fark ediyorum. Şimdi herkes kalkıp bana başarımı anlatsa neredeyse buna bende inanacağım… Daha ortada başarı maşarı yok oysa… Hele bir sırt çantamı alayım, içini asıl gerekli olan malzemelerimle doldurayım, yola bir koyulayım, birini bitirir bitirmez ötekine başlayayım, gezi-yaşam-anılarımı öykü tadında “gEZENTİ bİSİKLET”e aktarayım, belki o zaman başarımı bir başka turne ile kutlayabilirim…

Yola çıkmaya sayılı günler…

Yola çıkıyorum…

Ne mutlu…

Gözüm aydın…

İcabında “Doğada Tabana Kuvvet” en derin sevgi ve saygılarımla,

Gezenti Şeref

***…***

(*) Önceki Makale: “Sırt Çantasıyla Seyahat İdmanları

(*) Sonraki Makale: “Sırt Çantamı Alıp Yola Koyulmama 5 Hafta Kala: Ne Yapmalıyım?

>>> [iÇERİK dİZİNİ]

error: Content is protected !!