Sırt Çantamı Alıp Yola Koyulmama 5 Hafta Kala: Ne Yapmalıyım?

Hava güneşli ama soğuk. “Ama”sı fazla. Hava soğuk! Güneş damın tepesine çıkmış tekerlek gibi parlarken, sırıtıyor olabilir ve elbette hava da soğuk olabilir. Esintili. Buz gibi. Belki de bana öyle geliyor. Heyecandan olmalı. Gerçekten beş hafta sonra evsiz yurtsuz mu kalacağım?

Duyan da pek şaşırır; sanki 2016’dan beri kıçımın üstünde oturduğum, düzenli yerleşik bir hayatımın olduğu bir evim yurdum varmış gibi. Ev tabi ki var da… Neyse konu bu değil. Zamanın uçuşuna tanıklık etmek beni çok şaşırtıyor. Her dakikasını, saniyesini havada uçuşurken yakalamaya çalışmak ise farklı yetenekler istiyor. Bir yıllık emeklerim tebessüm eden güneşin altında nar gibi kızarmaya başlayacak. Ne emeği be? Hangi emekten söz ediyorsun sen? Bakarsın bozarıverir. Körpe körpe, hışır hışır dökülüverir dallarından.

Bu yıl farklı zeminde yolculuklara girişeceğimi söylemiştim. Bisikletle Türkiye’ye ve belki sınır kapılarından öteye, Dünyaya ve hatta sırt çantasıyla yurt dışı maceralarıma tam manasıyla açılmadan memleket sınırları dâhilinde “Doğada Tabana Kuvvet” projelerimi gerçekleştirmeliyim. Gaza gelmek öyle yabana atılacak mesele değil. İşte beş hafta kadar yakınım buna. Gerçekten olacak! Şu anda işim başımdan aşkın. Çok yoğun ve baskılı bir hazırlık dönemin içinden geçiyorum. Lakin araştırmalarımı derinleştirdikçe, programlarımı ortaya koydukça kendimi daha iyi hazırlıklı hissediyorum. Misal geçen hafta oldukça verimliydi. Bunu rahatlıkla söyleyebilirim…

En zor olan gidilecek rotaları en uygun mevsim şartlarını göz önünde bulundurarak belirlemektir. Liste o kadar uzundu ki bana değil bir yıl yeri geldiğinde 10 yıl bile yetmeyebilir. Kocaman ülke. Ama gidilebilecek yerler var, gidilemeyecek yerler var. Malum ülke koşulları pek öyle iç açıcı değil gezginler için.

Geleneksel yürüyüş parkurlarında bile ne muazzam cinlikler, hinlikler oluyor. Millet sırf zevk için çeşit çeşit icatlar yaratıyor. İşaret tabelalarını yerinden sökenler mi istersiniz, kökünden kazıyanlar mı? Burada çadır kurulamaz diyen magandalar ise parkurun neo-fedaileri. Sırf eşrafa ticari destek olsun diye mi yapıyorlar bunu bilemem. Ama bizim memleketin kültürü öyle aşırı sanıldığı gibi çok misafirperver filan değil. Hangi iyimser pencereden baktığınıza bağlı. Açgözlülük ve hırs almış başını gitmiş. Bir kaşık suda boğmak için bile yarışanlara şahit oldum. Bir de son yılların softaları cirit atıyor her meydanda. Tam kılıksız bir tehdit yani. Şimdi iyi insanlar hiç yok demiyorum. Kuşkusuz onlardan da bol miktarda var; gelgelelim kiminle karşılaştığınıza o an karar veremiyorsunuz ki.

Üstelik memleketin derdi tasası bir tas şehriye çorbasından fazla olduğundan sizin gezmeniz birçok kara gözlüye batıyor haliyle. İnsan insana bunu yapar mı gibi saftirik bir düşünceye kapılmaya gerek yok. Bakın örneğin “Walking Dead” dizisinde insanlık önce zombilerle savaşıyor, yaşam mücadelesi veriyordu, sırf hayatta biraz daha fazla kalabilmek için. Bu enteresan, sürükleyici dizinin bilhassa yeni bölümlerinde insanlık insanlığa karşı mücadele veriyor. İnsan türünün sürekliliği onlar için bir anlam taşımıyor, varsa yoksa inançları bir tufanda zedeleyen iktidar mücadeleleri. Herkes Romalı. İki kişi kalınca da eminim biri diğerini yok etmek isteyecektir. Habil ile Kabil’i anımsayan var mı?

Herkesin bir düşü var nihayetinde. İşte benimkiler de geldiler, oturdular, çay kahve içtiler, bana sormadan anlattılar, anlattılar, sonra kimi düşlerimi masa üstünde bırakıp, birçoğunu yine bana sormadan alıp gittiler. Büyük umutlarımı, büyük ütopyalarımı, günü kurtarma, kendilerini kollama telaşının zavallılığıyla takas ettiler.

Ve dediler ki: “İşte bu, senin ütopyan olsun 2017 yılı için, bu umutla yaşa.” Sonrasını seneye bakarız deyip çekip gittiler. İnandırdılar…

Düş-doğa… Tabana kuvvet doğa… Gerçek dünya ülkelerinin, var olan ülkelerin dayattığı çok kültürlü değerlerle paramparça…

Biraz hayat felsefesi yapacak olursam; zenginliğe dair düşlerim hiç olmadı. Mutluluk düşlerim ise hep kural dışı platformlarda sahneye çıktı. Kâh çatışarak, kâh uzlaşarak insansal özümü kaybetmeden sarıldım ben bunlara. Aradığım ne kasalara sığmayan rengârenk banknotlardı, ne özel bir statü, ne de kariyer tutkusu. Varsa yoksa özgürlüktü.

Çılgınlar gibi özgür bir gezgin…

Yoksa öyle aman aman maddi zenginleşme, elektronik dünyanın dayattığı çeşitli konfor, altyazısız dizi filmlerin vıcık vıcık köpüğü, reklam filmlerinin çizdiği modern kafa-kol’cu tabloları, gezegen üstü hayaller şahsen benim için büyük geleceklerin ancak kara-mizahı, kara-ütopyaları olabilir.

Hiç işim olmaz…

Ama, kısıtlanmışlık… Ya vazgeçiş… Bitmek, tükenmek bilmeyen erteleyiş… Yalnızca ütopyalarımın damarlarında değil, yıllardır dayatılmaya çalışılan suç damarlarında da var. Bu yüzden mi hayallerimi kurarken, hep günün oluşumlarına göre, başımı gövdesiyle bastıran kavramlarına göre mevzilenmek ihtiyacı duyuyordum? Kim bilir?

Ve şimdi bir umut, bir gelecek dünya turu umuduna bağlanış, bir kendine güven gelme duygusu yaşıyorum. Damarlarımda kol gezen asil ütopya bu.

Herhâlde bu yüzden olsa gerek, terli avuçlarımın içindeki ya da bol kremli ellerimi uzatsam dokunabileceğim koca bir dünya, bana bir dilek, bir temenni, bir mutluluk düşü gibi geliyor. Sınırlar ortadan kalkabilir; paranın saltanatı yıkılabilir; kültür, yangında ilk kurtarılacak olabilir; rüşvetsiz bacakların, sabıkasız ellerin, kültürler arası miras paylaşımının, bazen yalnız başına, bazen de birlikte yaratma coşkusunun, karşılıksız bir tutam çiçek özünün, bir kaşık balın günleri gelebilir; insan dilediği gibi dilediği yollarda yol alabilir, görmek istediği, gitmek istediği yerleri görür, gezer, paylaşır… Hem de açıkta kalmadan…

Üstelik bu bir ütopya bile değil günümüzün dünyasında. Ha, ütopya gibi geliyorsa hâlâ, yalnızca düşler değildir kaybedilen, demek lazım. Bakmak da kaybedilmiştir, görmek de kaybedilmiştir demek lazım…

İşte böyle bir dünya, böyle bir Türkiye ve böyle bir coğrafyada sınırsız düşler…

Ben Venüs’e güveniyorum. O benim akşam yıldızım, çoban yıldızım, kervan yıldızım, kervankıranım, zührem o benim… Her gece istisnasız onu seyrediyorum düşlerimi büyütüyorum.

Ah bir de ihtiyacım olan teknolojiyle kendimi barıştırabilsem!

Kim bilir belki o da olur günün birinde. Şimdilik bir itiş kakış sürsün bakalım, buna da tanıklık etmek bir hayli zevkli.

Gelecek hafta içinde aynı yoğun program çizelgeme uymalı ve aynı üretkenliği göstermeye çabalamalıyım. Listem şöyle:

  • Yurt dışında kullanacağım sırt çantası ile yurt içinde kullanacağım sırt çantası birbirinden farklı olacak. Özellikle “Doğada Tabana Kuvvet” seyahatlerim içim mevcut sırt çantamı kullanabilirim. Zira öyle büyük hacimli bir çuvala ihtiyacım yok. Ne kadar az ağırlık, o kadar çok gezi.
  • Bu meseleyi halleder halletmez yanıma ne alacağımdan çok NE ALMAMALIYIM’ı düşünüp karar vermem gerekiyor.
  • Bir “çeki listesi” müsveddesi hazırlamalıyım. Bu tür yolculuklar için dünyalar kadar enformasyon, sızma bilgi, çöp malumat dolaşmakta internette. Yüzlerce örnekler. Ben de geçen yıldan beri hep bakıyorum ama en iyi tecrübe insanın kendi tecrübesi. Yani nerede ne kadar neye ihtiyacınız olacağına başınıza gelerek de karar verebilirsiniz. Ben almam gerekenleri rotalarıma göre iyice ayıklayacağımı tahmin edebiliyorum. Özellikle neler almayacağımı da şimdiden kestirebiliyorum.
  • Benim için çok daha önemli olan gideceğim güzergâhlarda nelerin olup olmayacağı. Örneğin bir haraketliliğe rast gelmek istiyorsam festivallerin, şölenlerin yapıldığı tarihlere göre turlarımı düzenleyeceğim. Yok, mümkün olduğu kadar sakin bir havada, tenha, ıssız ve yaban bir hayat içinde olmak istiyorsam buna göre mevsimi kollamam gerekiyor. Sonuç olarak doğa yürüyüşleri kıtır kıtır yürümekten ibaret değil.
  • Ola ki esintiler oldu, başım rüzgârgülüne döndü ve ben aniden yurtdışında doğaya açılmak istedim. Olmaz olmaz diyemem. Malum memleket tehditleri, risk oranı tavan yaparsa, cengâverce inatlaşıp önceden kararlaştırdığım rotaları ziyaret edecek değilim. Toplarım pılımı pırtımı ver elini uzak diyarlar diyebilirim.
  • Bu nedenle ‘olacakmış gibi’ hareket edip hazırlıklarımı ayrıca yapmalıyım. Tedbirli olmakta fayda var. Nerelere vize ihtiyacım olur, nerelerde sağlık sorunuyla karşılaşmamam için aşılar yaptırmam gerekir önceden detaylı çalışmasını yapmalıyım.
  • Tabii en önemli kısım: bütçe hedeflerimden şaşmamak için iyi bir planlama yapmam şart.

Kim ne derse desin pazarı olmayan bir “Doğada Tabana Kuvvet” projesi bu. Nasıl yani demeyin? Gülün gül ile tartıldığı, gül alınıp gül verildiği bir dünya değil tabii ki. Ayrıca bunu çok isterdim. O da güzel bir düş. Almak ve satmak sözcüklerinin en az kullanıldığı bir yolculuk projesi niye mümkün olmasın? Keşke gül sunulsa sadece. Tartısız, ölçüsüz. Hadi gül olmadı gül şurubuna, gül reçeline de razıyım. Çarşısız, pazarsız, gül…

Hava güneşli; ama soğuk. Üşüyorum. Güllerin üşüttü beni. İçimde fırtınalar. Yoksa fırtınalar içinde ben mi? Ve patlayan bir bulut… Güneşi saklayan bulut patladı sonunda. İçi küme küme, su damlacıklarından saçmalarla doluymuş. Tüm güller döküldü dallarından. Yedi veren olmalı. Olsun. Arkası sağlam. Yine çıkar gelir. Bir ölür bin tomurcuk açar. Her yanım bir kırmızılık. Korkutan, sevindiren, heyecanlandıran bir kırmızılık.

Saçmalardan biri yine güneşi kapatan buluta değdi. Bulutun ipleri gevşedi, koptu. Güneş kurtuldu, vurup yükseldi.

Üşümüyorum artık.

Önümde yoğun bir hafta daha var ve ben umut ediyorum ki planımdan şaşmayacağım. Her şey planlandığı gibi sürecek…

İcabında “Doğada Tabana Kuvvet” en derin sevgi ve saygılarımla,

Gezenti Şeref

***…***

(*) Önceki Makale: “<Doğada Tabana Kuvvet> Yolculuk Planı Yürüyüş Güzergâhım

(*) Sonraki Makale: “Durmadan Karar Değiştiriyorum Ne Yazık ki Bu Sübjektif Eylemi Durduramıyorum

>>> [iÇERİK dİZİNİ]

error: Content is protected !!