Eskiden İstanbullular, kentlerinin dışına hiç mi hiç çıkmazlardı diye bir kanı vardı. Belki doğruydu belki yalandı. Şu bakımdan doğru olabilir. İç turizm denilen şey bugünkü yaşam tarzımıza değecek kadar önemsenmediğinden ve hatta gelişmediğinden bırakın İstanbulluları memleketin diğer şehirlerinden insanlar da kendi ülkelerini, yani Anadolu’yu, Trakya’yı görmek akıllarının kenarından bile geçmezdi. Elbette işin bir de ekonomi boyutu vardı. Ki sanırım hemen her türlü gezinin önündeki mânia buydu.
Çocukluğumdan çok iyi bilirim. Parası bol, hali vakti yerinde olanlar İstanbul’un sayfiye yerlerine giderlerdi yaz aylarında. Kamp yapmak o devirde daha çok zenginlerin işiydi. Yolculuk deyince de muhtemelen sadece Avrupa gelirdi akıllarına. 70’li yıllar ise büyük dönüşümlerin gerçekleştiği yıllardı. İç turizm denilen olay, ancak bu yıllarda patladı diyebilirim. Zira büyük göçlerin neticesinde kent ve çevresinde artık denize girenler arasına taşralılar da katılmaya başlayınca kentsoylu zenginler, küçük burjuvalar buralarda denize girmekten sıkıldılar. Ve soluğu aldıkları gibi Bodrum’a, Marmaris’e, Antalya’ya filan giderek tatil yapmaya karar verdiler.
Nedense gezi denilince hep deniz+kum+güneş geliyor insanların aklına. Çünkü insansı kafatasının arkasında hep bir tatil, dinlence mantığı oturuyor olmasından. Bu yüzden 70’ler kapılarını 80’lere açtığında bir yazlık furyası baş göstermiş, bu kez parası olanlar bu yazlık villa modasından pay kapmaya çalışmışlardı. Tarlalar, arsalar, hatta verimli araziler bile teker teker yazlık villaların, bahçeli dublekslerin, baş döndürücü triplekslerin yer aldığı ucube sitelere dönüştürülüyordu.
İlerleyen zamanda bu çılgın moda da yetmedi. İnsanlar bu kez yaşadıkları kentlerden uzak ikinci bir ev sahibi olmak için devremülk furyasına katıldı.
Herkesin hayalleri olduğundan hiç kuşku duymuyorum…
Ne var ki çoğunun, tatillerini geçirdikleri yerlerin güzelliğini gerçekten kavrayabildiği konusunda şüphelerim var. Çünkü bu tarz kişilerin başlıca iki kusurundan biri yaşama sevincinden yoksun olmaları. İkincisi de doğa sevgisinden yoksun olmalarıdır bence.
Çoğunluk, sebepsizce, küçük mutluluklara sıkı sıkı kapatıyor benliklerinin kapılarını. Neşeli, şen şakrak insanları sulu sayıyorlar. Dertlenecek bir neden bulamayınca bile, hep dertli takılmayı yeğliyorlar genellikle. Gerilimden beslenmeleri doğalarında var sanki. Doğa dedim de, asıl doğanın güzelliğini görmeye de pek meraklı değiller sanki. Boğaziçi’nde piknik yapmaya gidince, Kandilli tepelerine doğru biraz tırmanıp, dünyanın en görkemli manzaralardan birini seyretmezler. Küçüksu çayırının çukurunda kalır, öteki piknikçileri seyrederler. İstanbul’un deniz kıyısında gezmeye gidince, denize kıçlarını çevirir, yoldan geçen araba ve yayalara bakarlar. Çiftehavuzlar, Suadiye, Bostancı gibi semtler yapılaşmaya açılınca, ev ya da apartman dikmek için, imara uygun alanlardaki arsaları değil, Bağdat Caddesi’ndeki arsaları yeğ tutarlar. Yetmez deniz kıyılarını talan etmeye kalkışırlar.
Ne var ki, son yirmi yılda bu durum bir hayli değişti. İstanbul’da apartmanlar üst üste yığılınca, manzaralı yer merakı başladı. Hatta doğa sevgisi de başladı azar azar. Özellikle genç neslin bastırmasıyla, bunda onların öncü rolü olduğuna iddiaya girerim.
Bahsini yaptığım gibi hemen herkesin hayatta en çok yapmak istediği bir şey mutlaka vardır. 2016 itibariyle benimkisi de sırt çantamı alıp yollara düşmekti. Her seferinde özgür doğaya, farklı ülkelere, farklı kentlere… Haftaya nerede kimlerle olacağını bilmemek sonsuz olasılık evreninde kıyıdan açılmak…
2017’nin mesajı da bu:
Altından kalkabilirsem en az bir yıl boyunca “Doğada Tabana Kuvvet” yollarında olacağım. Rotada Trakya, Marmara, Ege, Akdeniz, Karadeniz ve Orta Anadolu var. Ne kadar gariptir ki en çok gitmek istediğim yer olan Güney Doğu maalesef rotamda yok. Doğu Anadolu ise şimdilik elimdeki gizli koz olarak duracak gibi.
Doğayı sevmemin nedeni de, genlerimde dolaşan gezgin ruhun gereği, ufacık yaşlarımdan beri İstanbul’un köylerinde hayat bulmam, Londra yıllarımda özgür doğaya tapan İngiliz romantik şairlerini, romancılarını sürekli okumamdır herhalde. Hani bakmakla görmek arasında büyük bir fark vardır, ya. Doğanın güzelliğine aval aval bakmak başka şeydir, bu güzelliği sahiden görebilmek başka şeydir. İşte İngiliz romantik şairleri, ince duygulu romancıları doğaya yalnızca bakmayı değil, doğayı görmeyi öğrettiler bana.
“Doğada Tabana Kuvvet” vasıtasıyla bakmayı değil, görmeyi bir kez daha yaşayıp içime sindireceğim. Safi bu yürüyüşler değil tabi. Araya sıkıştırılmış, serpiştirilmiş bütün “GAZA GELDİM🚶🎒” turları için de bunu söyleyebilirim. Ve o gün geldiğinde… Yani Dünya Turu’nun büyük serüveni yol almaya başladığında amacım tek yön bilet alarak bir çelebi gezgin gibi gitmek istediğim topraklara erişmek… O farklı kültürlerle paşa gönlümün istediği kadar haşır neşir olmak, kaynaşmak ve o toprakların havasını doyasıya solumak.
Tek yön bilet almak dünyanın en ekonomik olayı değil tabi ki. Bu nedenle çok farklı, çok çeşitli yöntemleri deneyeceğimden iyi bir planlama, detaylı bir hazırlık dönemine ihtiyaç duyuyorum. Bugün itibariyle ön hazırlıklarım %70 civarında diyebilirim. Bu yüzde diğer koşulların, sınırlandırmaların da elverişli hale getirilmesiyle bir anda % 99’a fırlayabilecektir.
İşime Şeytanın Kafasını Sokmak İstemem
Malum her şeyi sırasıyla yavaş yavaş acele etmeden yapmak gerek. Çünkü “Dünya Turu” bir dizi tatil serüveni değil. Öyle olsaydı herkes isterdi. Heyhat “Dünya Turu” yolculuğunun bir tatil olmadığını biliyorum. Kimi rahatlığının yanı sıra zorluklarını tahmin etmek hiç güç değil!
Büyük kentlerde oturanlar, tatil maksadıyla, temiz hava, kum ve deniz uğruna, epeydir Ege ve Akdeniz kıyılarına, gözlerden ırak sakin koylarına dadanmış durumdalar. Fakat, Anadolu’nun başka yerlerinde gezmek mazeretsiz hiç akıllarına gelmiyor. Oysa yabancı turist Ömer’ler oralara da akın ediyor. Misal aramızdan kaç kişi Göreme’ye gitti? Kaçı İshak Paşa Sarayı’nı, Sümela Manastırı’nı, ya da Hoşap Kalesi’ni, Erzurum Tabyalarını, Frig, Hitit eserlerini gördü? Ya kaçı Nemrut Dağı’na, Süphan Dağı’na tırmandı? Kaçı Toroslar’da bir baştan bir başa trekking yaptı? Kaçı Eğirdir Gölü’nün ya da Van Gölü’nün sularında yüzdü? Bilemem.
Ancak şu da var. Son yıllarda yurttaş turistlerinin büyük bir kısmı, gezilerini Ege ve Akdeniz kıyılarıyla sınırlı tutmamaya, tarihi ve kültürü yaşamak adına ülkelerinin başka bölgelerinde de gezmeye başladılar. Kampanyanın başını çeken tur firmaları bu yönde çok fazla atılım yaptı ve ayrıca taksitlendirme seçenekleriyle insanları iç turizme çekmeyi başardılar.
Ben ise, daha henüz çok küçük yaşlarımdayken, Anadolu’ya merak saldım. Ne yazık ki o dönemin iktisadi ve bir takım coğrafi sınırlamaları yüzünden o günkü hayallerimin gerçekleşmesi yetişkin dönemime, özellikle de İngiltere dönüşü iş hayatına atıldığım yıllara kaldı.
2017 yılı bu yüzden istisnai bir yıl benim için…
Velespit turneleri haricinde sırt çantalı olarak uzun soluklu organizasyonlar peşindeyim. (Ha, belki de bu turları birleştirme imkânına da sahip olabilirim. Sırt çantalı bisiklet yolculukları; hiç de fena fikir gibi görünmüyor. Böylesi daha şahane bir düş gücü olabilir.) Rotamdaki yolları bir de böyle aşındırmanın keyfini yaşayacağım. Sırası geldiğinde yaşadıklarımı anılar tadında hem yazılı hem görsel olarak hazırlamaya ve “gEZENTİ bİSİKLET” içinde aktarmaya çalışacağım.
Bu makaleyi daha fazla uzatmadan hemen konuya gireceğim. Çünkü iki hafta kala yapmam gereken en önemli çalışma aşağıda olduğu gibi sırt çantasının içine girecekleri son şekle getirip yola hazır hale getirmek. Aslında bu mevzu daha önce yayınladığım “Tembelliği Saklayan Çürük Bedenler ve Sırt Çantasına Tıkıştırılmış Yürüyüş Azmi” isimli makalemin devamı niteliğinde.
“DOĞADA TABANA KUVVET” ÇEKİ LİSTEM
Ne yalan söyleyeyim. “GAZA GELDİM🚶🎒” proje planlamasında çalışmaların en stresli tarafı şu sırt çantası ve muhteviyatının listesini hazırlamaktan geçiyor. Zira yurt içi ile yurt dışı arasında büyük farklılıklar var. Birinde belki bir yerde belki farklı yerlerde konuşlanacağım karargâha (yönetim merkezine) kısa (günübirlik ile maksimum 20 gün arasında değişen) turlar sonrasında geri dönüşler olacakken diğerinde uzun süreli yolculukların yapılması ve U-dönüşlerin mümkünse hiç olmayacağı. Dolayısıyla yanımda taşıyacaklarımın muhteviyatı her iki durumun özelliklerine göre değişecektir.
Bu yazıda sadece Türkiye sınırları dâhilindeki turlarıma yönelik bir hazırlıktan söz edeceğim.
Yalnız olduğumda dizginleyebileceğim bir konu olmasına rağmen sırt çantası yükü aile bireylerimle birlikte yola çıkacaksam hemen abartıya kaçabilir endişesini taşıyorum. Çünkü Emel tam bir valiz canavarıdır. Sanki dünyanın tüm valizleri kendisi için üretilmiştir. Aşırı doza kaçmaktan asla kaçınmaz. Birkaç günlüğüne bile gidilecek yere üç beş valiz götürülür. Biri haricinde diğerleri açılmasa da dert değildir. Ne olur ne olmaz garantisi ile her şeyi ejderha ağızlı çantalara tıkıştırmaktan, evi seyahate taşımaktan geri kalmayız. Böyle olunca endişe katsayısı, nabız atışı azalıyor mu, bilmiyorum. En ufacık şey hayat kurtaracakmış gibi hareket edildiğinden koca bir yükle gidilir, koca bir yükle geri gelinir. Tabii araçla olunca sorun olmuyor. Ama gel bakalım aynı şeyi özgün bedeninde dene. Giyimi zor olan gömlek bu. Öldürücü etkisini unutmamak lazım.
Muhakkak buna da ölçülü bir mazeret bulunur; ihtiyaç olmayan malzemeler geri kargolanabilir filan diyerek…
Yalnızsam hiç büyütülecek mesele olamaz böyle şeyler…
“Doğada Tabana Kuvvet” Turları Boyunca Yanıma Alacağım Malzemeler Ne Olmalı?
(*) Sırt Çantası:
En fazla 40-45 litrelik, su geçirmeyen omuzlarımı acıtmayacak (çok da ucuz olmayan cinslerden) bir çanta olmalı. Sırt desteğinin kaliteli olması, sırt bölümünün uzunluğunun sırtıma uygun olması (artık çoğu ayarlanabilir şekilde zaten), bel desteğinin kalça kemiğime iyice oturması ve çantanın kendi ağırlığının çok fazla olmaması önemli.
Özellikle çanta seçerken alt bölümlere ulaşabilmem için orta ve alt bölümü fermuarlı bir sırt çantası istiyorum. Çantanın altında ayrı açılabilen bir bölmesinin olması iyi, ayakkabı, uyku tulumu vs. buraya koymak rahat oluyor. Sırt çantasının yukarından açılması, yani dikey çalışması biraz dert. Alttan bir şey almak istediğimde her şeyi boşaltmak gerekiyor. Bazı çantalar uzunlamasına fermuarlı oluyor. Yatay bir şekilde açılabiliyor. Ama modelleri çok değil, yine de araştırmakta fayda var… Çantayı satın almadan önce mutlaka içini hıncahınç doldurup birkaç dakika mağazanın içinde kendisine kur yapmalı. Flört etmeli. Çantanın rengi, ufak cepleri, hayatı kolaylaştıran bölmeleri arkadan geliyor. Çanta yağmurluğu da önemli bence, yağmurdan korunmak için nadir olarak kullanılsa da kirlenmelere karşı faydalı.
(*) Günlük Çanta:
Peki ya günlük çanta? Günlük hayatın yanı sıra yolculuklarda elektronik eşyaları ve anlık ihtiyaçları taşımak için öne takarak kullanılacak çantayı seçerken benim en çok baktığım şey çantanın çok ağır olmaması ve bel ve göğüs üzerinde desteklerinin olması. Cafcaflı çok renkli çantalar dikkat çekeceğinden ona da dikkat etmeli 10-15 litre ideal. Bazen günübirlik, birkaç günlüğüne ya da haftalığına kısa gezilere çıkarken büyük çantayı bırakıp küçükle gitmek rahat olacaktır. Böyle zamanlarda uyku tulumunu küçük çantanın dışına asmak yer kazandırır.
(*) Mangır Çantası:
Atlet üstü takılan bu çantalar rahatsız edici olsa da özellikle yol halindeyken gerekli. Kimlik tarzı şeyleri, (belki lazım olur- pasaport) ve parayı su/hava geçirmeyen naylonlara koymak, çantanın kendi materyalinin çok terletici olmaması önemli.
Çantama neler almalıyım?
Ne kadar az eşya, o kadar rahatlık, özgürlük. İhtiyacım olan şeyler düşündüğümden çok daha az!
(*) Çadır:
Sırtımda gezeceği için 3 mevsimlik kurulumu kolay hafif bir çadır işimi görür. Kışa epey zaman var. Kış gelince belki 4 mevsimlik çadıra ihtiyacım olabilir. Yürüyüş bitip kamp alanına gelince, yorgunlukla kurulum yapacağımdan kurulumun kolay olmasını tercih ederim.
(*) Çadır Malzemeleri:
Paketlendiğinde çok yer tutmayan, 3 mevsimlik ama hafif bir uyku tulumu (600 gr, 12 derece civarı konforlu iyi seçim) ve iyi bir mat. Köylerde, kamplarda, kirli, mikroplu görünen otel, motel, pansiyon yataklarında, yataklı trende vesaire oldukça faydalı. Çok soğuk yerlerde üstüne bir battaniye takviyesi yaparım, şahane!
(*) Kılık Kıyafet:
İhtiyacıma bağlı olarak niteliğini ve niceliğini belirleyeceğim T-shirt, geceleri yorgunluktan üşüme nöbeti için uzun kollu çantada ağırlık yapmayacak polar tarzı sweatshirt, eşofman, iç giyim takımı, deniz veya outdoor şortları, birkaç çift çorap, şapka. Yağmurdan korunmak için panço. İcap ettiğinde çamaşırlarımı sudan geçirip çantamın dışına kurumaları için de asabilirim. Elbette seçerken hızlı kuruyan materyalleri seçmek faydalı. Diğer taraftan sırt çantasının içi çuval gibi olduğundan eşyaları küçük çantalara bölmek yararlı…
Hadi biraz daha spesifik olayım:
- 3-5 T-shirt (Trakyalıyız ya illa üc-beş olacak)
- Trekking pantolonu (şorta dönüşebilen fermuarlılardan olursa sıkıntı olmaz)
- Yedek pantolon (trekking, kot, keten bana kalmış)
- 1-2 Eşofman
- Polar ceket
- İnce uzun kollu (yaz geceleri sivrilerden korunmak için)
- Maksimum 5 günlük iç çamaşırı ve çorap
- Mayo, şort
- Islak, nemli ya da soğuk hava şartlarında kullanmak için alt ve üst içlik
- Hafif bir rüzgârlık/yağmurluk
- Şapka
- Eldiven, atkı
Devam edelim…
(*) Ayakkabı:
Ayakkabı en önemli malzeme denebilir. Kolay su geçirmeyen, terleme problemi az olan, hafif (Gore-Tex ürünleri gibi), burkulmalara karşı konçlu, çarşak bantlı kaliteli bir bot. Orta seviye botların 1 haftalık yürüyüşle pert olacağından eminim. Ayrıca su toplama, vurma gibi problemler en can sıkıcı olaylar. Yedek ayakkabı, botlarım kaliteli olacağından gerek bile olmaz. Bunun yanında bir adet sandalet ve bir çift flipflop. (Asla vazgeçilmezler!)
(*) Yiyecek~İçecek:
Genellikle köylerden geçeceğim için yemek konusunda ciddi sıkıntılar yaşamam diye düşünüyorum. Yok, illa ağırlık olsun ben buna razı gelirim diyorsam yanımda ocak, tencere gibi malzemeleri götürüp götürmemek bana bağlı. Her halükarda açlığımı bastırıp, enerji verebilecek 2-3 avuç kuruyemiş bulundurmaya özen göstermeliyim. Ayrıca yanımda en fazla 3 öğün yemek bulundurmayı not düşüyorum. Zaman zaman bazı köylerde bakkal olmayabilir. Üç öğün derken sabah kahvaltı, akşam yemek ve ertesi sabah kahvaltısı anlamında… Yemek olarak yanıma klâsiklerden yağı süzülmüş ton balık, barbunya veya patlıcan konserve, bayatlamayan lavaş ekmeklerden, helva veya tüp Nutella alabilirim. Ayrıca çok ağırlık yapmayan içecekleri toz halinde (nescafe), poşet halinde (çay) bulundurabilirim. E, sanırım, köyde yaşayanlar da yardım etmeyi severler. Belki çok fazla para harcamadan yeme-içme ihtiyacımı rahatlıkla karşılayabilirim. Bazen de güzel bir manzaraya karşı bir yemek yemeyi isterim; yanımdakiler her türlü yetecektir.
Kontenjan Dışından Kontenjana Girenler
(*) Diğer Gerekli Malzemeler:
Dâhice bir liste yaparsam, ama içimden geldiği gibi rasgele sıralasam…
- Su Matarası
- Yürüyüş Batonları (kesinlikle gerekli)
- Şarj Aletleri
- Haritalar, paftalar ve yolculuk öncesi notlarım
- Çakı
- Diş Fırçası – Diş Macunu
- Küçük Sabun – Şampuan
- Islak Mendil
- Müze Kart
- Led Lamba
- Kibrit veya Çakmak
- Pil
- Poşet veya Buzdolabı Poşeti (küçük ve orta boyda birkaç adet alabilirim; kirlilerin, çöplerin içine konması ve çanta düzeninin sağlanması için faydalıdır)
- Paket Lastiği (elbise ve eşyalarımı bir arada denk halde tutmak için faydalı olabilir)
- GPS (Cihaz isteğe bağlı. Ancak akıllı telefonlarda offline çalışan bir harita üzerinde rotanın bulunması olası bir kaybolmaya karşı güvencedir. Likya Yolu, Karia veya Frig Yollarında gerekiyor.)
- Köpek Kovucu (her rotada, her şartta)
- Ipod/Radyo (Müzik ruhun gıdası)
- Güneş Kremi
- Güneş Gözlüğü
- Hızlı kuruyan çok büyük olmayan bir vücut havlusu
- Kirlileri koyacak büzülen bir kese
- Çamaşır ipi (kıyafetleri havalandırmak ve kurutmak için)
- Saç, cilt bakımı ürünleri (nasıl olsa kişisel)
- Gerektiğinde çamaşır da yıkayabileceğim sabun, çamaşır tozu / deterjanı
- Tırnak makası
- Tıraş takımı
(*) İlaçlar:
Efendim, abartmaya gerek yok şunlardan olsun yeter: kas gevşetici, vitamin, aspirin, pudra, bandaj & yara bandı. Yok, yetmez, illa fazlası olsun dersem soğuk algınlığı, diş ağrısı, antibiyotik, kaşıntı ve haşere ısırmalarına karşı antihistaminik, ishal ilacı, mantar tedavisi, bulantı kusmaya karşı, mide ilaçları, pomat, tentürdiyot, oksijenli su, amonyak vesaire… Reçete; yaz, yaz, yazmakla bitmez.
(*) Elektronik Eşyalar:
İşin doğrusu bu reyonun da sonu gelmez, pek çok şey alabilir veyahut hiçbir şey de almayabilirim, bu tamamen bana, o turun seyrine, ruh haline falan kalmış. Bir de sonradan hüzün olmasın, taşıdığım her şeyin kaybolma, çalınma veya kırılma riskinin olduğunu, janjanlı donanımın daha dikkat çekici ve yankesiciler için kolay lokma olduğunu kendime bir kez daha hatırlatmak isterim.
- Müzik çalar ve kulaklık takımı (bazen içinde olduğum ortamdan firar etmek bazen de tam aksine keyfini çıkarmak için mutlaka gerekli)
- Fotoğraf Makinesi (Aşırı fotoğraf merakım var ancak yalnız yolculuklarda özellikle riskli bölgelerde en temizi ufak bir şey taşımak.)
- Notebook – Netbook – Tablet (Tabletler hafif olduğundan avantajlı. USB girişi olan, Windows işletim sistemli program indirip yükleyebileceğim bir tablet, fotoğraf işlemede, harici diske atmakta, mp3 çalar müziklerini değiştirmekte hem de film vesaire izlemede çok işe yarıyor biliyorum. Notebook ise elbette her şeyi yapıyor tam bir canavar ama oldukça pahalı, backpacker modeli değil. Diğer alternatif Netbook tabletin yaptığı her şeyi fazlasıyla yapıyor; hem ayrıca tablete göre avantajı ucuzluğu ve sağlamlığı, dezavantajı biraz daha ağır olması.) Ben kumanda merkezi haricinde, yol güzergâhlarımda yanıma hiçbirini almayı planlıyorum.
- Akıllı Telefon (Ne kadar çok işe yaradığına inanıp inanamama konusunda kimseyle tartışacak değilim. Alet tek bünyede her şeyi çözüyor, daha ne diyeyim: Foto çekebilir, edit edebilir, blog yazabilir, film indirip izleyebilir, müzik dinleyebilir Skype, WhatsUp ve diğer Sosyal Medya avantajlarını kullanabilir, vesaire. Lakin en çok faydası olan şey ise kuşkusuz GPS’i. Wi-fi varken Google Map’ten gideceğim yerin haritasını yükleyebilir, kalacağım/göreceğim yerleri haritadan işaretleyip kaydederek çevrim dışı iken harita üstünden nerede olduğumu görüp hangi yöne gideceğimi takip edebilirim.) Ben yine uzun soluklu gezilerime başlamadan telefon kullanmayı düşünmüyor ve bu konudaki katı inadımı ısrarla sürdürüyorum.
Almak Ya da Almamak İşte Bütün Mesele Bu
Bir yarışma düzenlesem ve kendime haftanın 100 puanlık sorusunu sorsam: 1 yıl boyunca “Doğada Tabana Kuvvet” rotalarını planlıyorsun. Ama hiçbiri bir ötekinin devamı değil. Yani her turun sonunda kısa, birkaç günlüğüne istirahat amaçlı kumanda merkezine geri dönüşler var. Peki, her seferinde, diyelim en fazla üç hafta boyunca, bir yerde yürüyüş yapacak olsan yanına ne alırdın (ne almazdın)?
Aslında sorunun cevabı parantez içinde saklı. Bu hazırlıkta önemli olan ne alacağım değil ne almayacağım, çünkü iş eşya edinmeye gelince azami doyumsuz türüz ve zaten her şeyi almak istiyoruz.
(***) Aklım başımdan çıksa, bir anda kendimi kaybetsem, ya da tıpkı kimileri gibi, her şeyi ama her şeyi götürmek istesem, 16.07.2017 tarihli “Heybeleri Dolduralım Birazcık Yer Yeter Bana” makalemdeki listeye bakar hepsini almaya çalışırım. Ama o zaman değil bir sırt çantasına, sağlam dört çeker bir karakaçana ihtiyacım olur… (Güncelleme tarihi: 20.07.2017)
İcabında “Doğada Tabana Kuvvet” en derin sevgi ve saygılarımla,
Gezenti Şeref
***…***