Tembelliği Saklayan Çürük Bedenler ve Sırt Çantasına Tıkıştırılmış Yürüyüş Azmi

Düştüm dünya yoluna açtım kilometre saatimi gittim gittim bir de dönüp arkama baktım ki bir arpa boyu yol gitmişim. Sırt çantalı olmanın bin bir hali var. Ben burada sadece uygulama alanıma tahsis edeceğim üç tanesinden kısaca söz edeceğim. Bu arada sırt çantamın içinde amansız bir yer kavgası başladı onun da müjdesini vereyim istedim.

Türkiş kahve, neskafeye kafa tutmuş senin gibi zebaniler ne anlar faldan deyip kuru kahve egemenliğini ilan etmeye çalışıyor. Ben ikisini de çok sevdiğim için ayrım yapmıyorum. Gerçek şu ki Türkiş kahveyi günde bir, neskafeyi üç dört defa içebiliyorum ancak. Tabii komşuları çay kardeşten sıra gelirse kendilerine. İş fal mevzuuna gelince değişiyor elbette ve bunun için özel minik bir fincanın da kendisi çantanın içinde keklik değil hani.

Neyse varsayalım bütün ekiple yola çıktım. Bir ağaç gölgesinde dinlenmek isterken canım kendi yolcağzıma kahve falı bakmak istedi. Yaktım çalı çırpı ateşini, koydum bizim bakırdan mütevellit Kapalıçarşı cezvesini, karıştır babam karıştır. Kaşığı tabii. Bu arada bol köpüklü, ağzıma tam layık, enfes aromalı kahveyi yudumlarken göl kenarında birikmiş leylekleri de seyretmek hayli mutluluk verici. E, şimdi sırada ne var? Tabiatıyla kahve falı… Harbiden, kahve falı benim için fevkalade eğlenceliktir. Ne inanırım ne de ciddiye alırım, ama fincan içinde birikmiş edebiyat ruhunu okumaya bayılırım. Öyle herkese fal mal bakmam. Sadece kendi fincanıma bakarım. Sonra ciddiye middiye alırlar; uğraşamam kimseyle.

Türk kahvesine olan ve geçimsiz sınırları zorlayan bir merakım vardır. Bu merak aslında Hadımköylü Zehra teyzemin yanında kaldığım çocukluk yıllarından bana sirayet etmiş bir hastalıktır. Üstelik bak içersen kara bıyıkların çıkar filan demeyen yegâne kişilikti benim teyzem. Keşke yaşasaydı da biz yine karşılıklı Türkiş kahvesi içip falımızı okusaydık. Neyse yıllar sonra farkına vardım ki, özellikle çalışma hayatının içinde kahve içmeden ayık duramıyorum; gün ortasında öğle yemeği sonrasında Türkiş kahvesi içmeyi iptal ettiğim dakikalar, bende göz seğirmesi, köpürme, celallenme, çarpıntı, soğuk ter basması belirtilerinin başlamasına sebebiyet veriyor. İşi tadında bırakamıyorum yani!

Çalışma hayatı bitip gezgin hayat başlayınca da değişen bir şey yok hani…

Biz gezginlerin hareket halinde olması, kahvenin sırnaşıklığından uzak durması, bir parmak telve çalıp fincanın içinde ne varmış ne yokmuş diye merak edeceğine, yeni yerler keşfetmesi, bebek eli kadar fincana el değmek yerine, el değmemiş coğrafyalara gitmesi lazım. Da dinleyen kim?

Buna sebebiyet veren Türkiş kahvenin arkasındaki harmanlanmış Brezilya çekirdek tanesi olmalı. Nitekim Latin Amerika denilince benim kalbim duruyor; yok yok, hop oturuyor, hop kalkıyor. Hoş kokusu bir yana, kenarından kıyısından geçen horoskop frekansına ilgi duymamak imkânsız. Ne var ki, birçok kahve heveslisinin tersine, kahve falı dendiğinde benim yüzümde takılgan bir gülüş beliriyor!

Bana hep saçma gelmiştir. “Filanca mahallenin filanca süper teyzesi acaayiiip süper kahve falı bakıyormuş” dediklerinde. Meğer bir de dükkân açmış bu teyze. Öyle önüne bir kuru mendil sererek filan değil, basbayağı kesesinin ağzını açarak beklermiş sıraya girenleri. Bazen de huysuzluğunda mı nedir, durup şöyle dermiş: “Ay hanımlar valla yoruldum bugün, arka arkaya bakınca sırtıma ağrılar saplandı. Hadi şimdi gidin, yarın gelirsiniz yine.” Sonra pattadan kepenkleri indirirmiş.

Şahsen o teyzenin kombine tapınma seremonisiyle içilen kahve bulaşığına bakarak savurduğu atmasyonlarını bilemem; ancak ben kendime bakmak istediğimde hep doğru çıkıyor namussuz, nedense kahve telvesinin fincanda bıraktığı izlerin, gelecek yollarımla ilgili ipuçları vadettiğine, adım kadar emin oluyorum!!!

Mesela kendimi hep bir yolda, ama hep bir yerlerde görüyorum. Yanımda ne internet, ne telefon… Sadece kitaplar, göl, orman ve sessizlik… Bir insanın kendisinden ve yaşamından hoşnut olması için aslında çok da fazla şeye ihtiyaç olmadığını düşündürten birkaç kaçamak yer… Peki, bu pek mümkün mü gerçekten? Yani falım ne söylüyorsa olma olasılığı çok mu yüksek?

Evet. Üstelik teknoloji harikaları olmadan…

Teknolojik ürünler olmadan hayat birçok insan için nasıl olurdu bugün? Böyle bir soruya muhatap olanlar için mesela internet birdenbire hayatlarından çıksa, kaybolsa, sırra kadem bassa, eminim onların yaşam alanı epey karışırdı. Hatta kendi içlerinde isyanlar bile çıkardı.

Ya da bir sabah uyandıklarında el-göz bağımlısı oldukları cep telefonların tümünün bir hayal ürünü olduğunu, sokak başlarında eskisi gibi jetonlu telefon kulübelerinin belirdiğini görseler…

Sanırım peş peşe intihar vakalarının atıldığı manşetlerle dolardı gazete sayfaları…

Gezdiğim tatil yörelerinde rastlantısal karşılaştığım “gamestation café”lerin ağzına kadar tıklım tıklım dolu olduğunu görünce, insanın teknolojiyle arasındaki sorunlu ilişkinin bilimkurgu yazarlarının hayal ettiğinden öte bir şey olduğunu daha iyi anlıyorum. Bunun için fal bakmaya filan gerek yok.

Aslında zaman zaman havamı bulmak için bu arkadaşlara da kahve falı bakabilirim. Hatta kendilerini havaya sokabilecek çok isabetli tahminler fısıldayabilirim. Tek endişem beni şıppadak bir “medyum” maymununa çevirip çevirmeyecekleri. Bundan gurur duyacak değilim.

Keşke, teknolojik prodüksiyonlar gibi insanlar da gelişebilse… İnanılması zor fallar gibi yeni model insanlar türese mesela… Vicdan ve akıl kapasitesi artmış, daha eşitlikçi ve özgür insan modelleri… Tamam, fala inanmayan ama falsız da kalmayan. Gerçi etten ve kemikten kültürel bir canlı olarak insanın değişimi, pek de öyle kolay olmuyor. Hatta teknolojik gelişmelerle birlikte insanın doğa üzerindeki hâkimiyeti ve gücünün artmasının, insanın aleyhine işleyen bir sürece dönüştüğü kesin.

Bu fal mevzuunu kesmezsem sabaha kadar sürer. En iyisi mi ben bugünün konusuna gireyim. Yoksa bir türlü çıkamayacağım fincanın içinden…

Gündem Doğada Tabana Kuvvet Faaliyetleri

Dünyanın en şirin yollarına hazırlıyorum kendimi. Şirinlik elbette her yörenin kendi iddiasıdır ama benim kastettiğim her yolun çekiciliği. Şimdi bahis yaptım ya hep bir yerlere gitmeliyim diye. Doğaya açılmalıyım diye. Yapmazsam eğer içim içime sığmaz, dertlenirim ve bir yanım hep eksik kalır. Bu nedenle özellikle “Dünya Turu”ma ilişkin her geçen gün zorlaşan vize alma süreçleri, o özenle koruduğum fotoğraf makinemi, laptopumu vesaire kırılma, çalınma pahasına valizde taşıma zorunluluğu gibi engeller bana her geçen gün dünyanın sonuymuş hissini veriyor. İşte tam da bu nedenle biraz hızlı hareket etmek istiyorum planlarımda. Daha önce hiç tasarlamadığım “Doğada Tabana Kuvvet” aktivitelerimi hayata geçirmek istiyorum bir anda. Daha önce yakından görmediğim, havasına, toprağına, suyuna temas etmediğim kimi coğrafyaları keşfetme adına.

Dünyanın en şirin yollarında, ki şirinlik sözcüğü her yörenin kendi kimliğinde hemen aidiyet hissi uyandıran bir duygudur, sabahın erken saatlerde günün ilk ışıklarıyla uyanmak, çadırımın içine kurulmuş sıcacık uyku tulumunu bırakıp yüzüme çarpan gündüz ayazıyla birlikte spor kıyafetlerimi giyip kendimi dışarı, yollara atmak bir gezmen olarak bendeniz için tamamen bir tercih, bir öncelik işi.

Üstelik derdim ne spor yapmak ne kilo vermek ne de böyle sağlıkla ilgili varsayışlara kendimi koşullandırmak. Zaten uzun çaplı yürüyüş meraklısı olan biri için sporu düşünecek ne halim kalıyor ne vaktim. Sağlıksa en güzel sporlardan birini yapıyorum sayılır. Ayrıca yürüyüşlerimin her bir parkuru bir saatle de sınırlı değil. Benim ideallerim başka. Bunu sporcu kimliğimle değil gezgin kimliğimle yerine getirmeye çalışıyorum.

Elbette bazı araştırmalar var ve şunu ortaya koyuyorlar: Her kişinin metabolizması farklıdır, ancak farklı olsa bile ortalama olarak bir insanın metabolizmasının harekete geçmeye başladığı süre, 30-35 dakika gibi bir süredir. Öyleyse köy, kasaba veya şehir içi turlamalarında, doğa yürüyüşlerinde, 30-35 dakikadan kısa sürecek yürüyüşlerin kişiye çok bir fayda sağlaması pek mümkün görünmemektedir.

Dediğim gibi sporu öne çıkartan kişilere seslenen bir esintidir bu, gezgini pek alâkadar etmez. Çünkü gezginin abidevi yürüyüşünü sürdürmekteki asıl amacı daha önce görmediği yerleri keşfetme, gezip görme ve yaşadıklarını fotoğraflama ve anılara dökmesidir. Bu sanatsal olayın içine bir de serüven dizisi ilave etmesidir.

Şüphesiz yürüyüşün kendisi sanattır. Ve zorluklarla başlayan ilk günler, ilk haftalar, kısa bir zaman sonra normale döndüğünden eğer yürümeye ‘stop’ denilirse bedenin isyan etmesine neden olacaktır. Zira bünyede sadakatsiz bir huzursuzluk başlayacak ve metabolizma dengenin bozulmasına kadar vardıracaktır sorunu.

İdman amaçlı yürüyüşlere her zaman esnetme veya gerdirme hareketleri ile başlıyorum. Kasılmalar olmasın diye. Yol esnasında ihtiyaca göre su tüketiyor, bazen tempolu, bazen tosbağa yöntemiyle, oksijeni idareli kullanarak, yani kalbi yormadan, sıkıştırmadan gezimde ilerliyorum.

Gerek “GAZA GELDİM🚶” turnelerimin genelinde, gerekse “Doğada Tabana Kuvvet” turlarımın özelinde yürüyüşlerin vücuduma ne çok şeyler kazandıracağını biliyorum. Hani az önce sağlıklı beden diye gevelemiştim ya. Kim ne derse desin yürümek çok faydalıdır ve hemen her yaşta herkes mutlaka yürümelidir. Çünkü yürümenin bilinen en önemli faydasının kan dolaşımımıza yaptığı etki olduğunu inkâr edemeyiz. Kan basıncımızı düzenleyen ve damar hastalıkları riskini azaltan yürüyüş tiryakiliği sayesinde bütün organlarımıza taze kan pompalıyoruz. Efendim hele hele bir de kış uykusu yok mu? Genelde biz insanlar bazı büyük başlar gibi kış uykusuna yatarız ya. Sonra şişeriz, şişeriz, bomba gibi oluruz. Kilo almayı engelleyemeyiz. Derken yağ eritme mevsimi kapıdan girince alır hepimizi bir telaş, bir yaygara.

Diğer taraftan, hem bir gezgin niyetliliği, hem de bir egzersiz olarak yürüyüş dimağı şişmanlık riskini ortadan kaldırır, varsa fazlalıkları ufak ufak eritir. Kas sistemine yapacağı takviye kuvvetle esnekliği, kas kütlesini arttıracağı ve daha atletik bir görünüme kavuşmayı sağlayacağı bir gerçektir.

Yürüyüşlerde susuz kalmamaya özen gösteriyorum. Bunun için tedarikli olmak birincil koşul. Ama bu illa elimde bir şişe suyla yürüyorum anlamına gelmiyor. Vücudum bana neyi ne zaman yapmam gerektiğini bir saat gibi “tik-tak, tik-tak” söylüyor; ona kulak vererek, abartmadan gerekli miktarda su içerek yürüyüşüme devam ediyorum.

Malum evrende bir sürü kafa karıştırıcı kavram kargaşası var yürüyüş biçimleriyle ilgili olarak. Benim ilgi alanıma girenler trekking, hiking, backpacking… Bunları mahallenin bir başka makalesinde ayrıntısıyla anlatacağım. Ancak bugünkü yazıda her birinden kısaca lakırdı edip konuyu gevşek kemerli sırt çantamın içine dolduracaklarımla ilgili notlara getireceğim. Ki bu haftaya düşen faaliyet görevimin vurgusu bunun üzerinde yoğunlaşmamı gerektiriyor.

Trekking – Hiking – Backpacking

Trekking; doğada, bir noktadan diğer bir noktaya varmak amaçlı yapılan, genelde hafif tempolu sportif yürüyüşlerdir. Literatürde uzun ve yorucu yürüyüş, İngilizce’de “doğal engellerle dolu bir arazi parçasını herhangi bir ulaşım aracı kullanmaksızın yürüyerek aşmak” anlamına geliyor. Asıl anlamı ise daha enteresan: “Güney Afrika’da kağnı ya da yaya olarak göç” demek. Trekking her mevsimde yapılabilir; ancak hava ve ortam şartlarına, uzunluğuna ve zorluk derecesine göre gerekli hazırlıklar yapılmalıdır. Trekking parkurları birkaç saat sürebileceği gibi birkaç hafta hatta ay da sürebilir.

Hiking ise günübirlik doğa gezisi anlamına gelmekte. Hiking’de yürüyüş süresi parkurun zorluk derecesine göre değişiklik gösterirken, örneğin orta dereceli bir parkur yaklaşık olarak 5-6 saat sürmekte. Genel kabul görmüş kanı ise kalabalık ve gürültülü şehir hayatından bir an olsun uzaklaşmak, doğayla baş başa bir gün geçirmek ve doğadaki güzellikleri grup arkadaşlarıyla paylaşmak isteyenlerin uğraştıkları bir spor aktivitesi olması. Amaç şehirde özlenen doğal yaşama bir gün olsun ayak uydurabilmektir.

Backpacking biçimine gelince… Her keseye uygun bağımsız bir seyahat etme yöntemidir. Backpack denilen bir sırt çantasına gerekli tüm malzemeler alınır ve uzun gezegen yolculuğuna çıkılır. Bir noktadan diğer bir noktaya erişim için ulaşım araçlarından faydalanılır, gezilecek, görülecek yerler gezilir ve konaklamada en ekonomik yöntemlerin kullanılması göze çarpar.

Fincana bakıp, “Oooo, portakalı soydum, baş ucuma koydum…” diye başlayıp kendi kendime çapkınca soruyorum. Ben acaba hangi yöntemi seçmeliyim diye. Yine fincandaki fal telvesine bakıyorum, acayip yollar görünüyor, dağlar, tepeler filan var, yol kenarlarında kuleleri, sarayları, köprüleri görüyorum, göle, denize benzeyen bir şey var mı diye fincanı yan çeviriyor, alt üst ediyor, tekrar düz haline getiriyorum, sanki var gibi de, yok gibi de diye düşünüyor, serçe parmağımla birikmiş kahvenin kenarına yay gibi bir çizik atıyorum, al sana göl manzarası gülüşüyle keyifleniyor, sonra yeniden gözlerimi uzayıp giden yollara dayıyor, o yolların yükünü taşıyan, âdeta sırt çantasını andıran şekle takılıyorum.

Kalabalık dünya kentlerinin çoğunda, kent dışında yürüyüş yolları bulunmakta. Ne güzel. Falımda görmediğimden değil zaten hoşlaşmadığımdan, spor mağazasından en son model edindikleri cakalı, şık spor kostümleriyle her sabah düzenli ve daha sık yürüyenler gibi herhangi bir dernekte örgütlenmiyor, bu derneğin organize ettiği herhangi bir kolektif yürüyüşe katılmıyor, ellerinde kazma kürek vesaire patika, doğal park ve güzel manzaralı açık alanların bozulmaması için yaptıkları maşerî çalışmaların arasına karışmıyorum.

Ferdiyetçi bir dünyanın ferdî bir evladı gibi bireysel takılıyorum yani…

Kamucu bir dünyada kamu hizmetleri tarzında sosyal dayanışmalar, sosyalleşme çabaları ve hizmetleri için hepsine saygı duyuyorum; ama herhangi bir zaman diliminde, herhangi bir coğrafyada, yerleşik düzene hiç bir şekilde sahip olmadığım ve kendimi bizzat dünya gezgini addettiğim için, transit geçtiğim yollarda, ne konaklama tesisleri açmaya, ne bilgi ve hizmet alış verişi yapmaya, ne de bu arkadaşlarla birlikte başka ülkelerde etkinlik göstermeye katkıda bulunmaya, kendimi bu tür grup çalışmalarında gönüllü yer alabilecek biri gibi hissetmiyorum. Kaldı ki böyle güzel toplumsal aktivitelere zamanım da yok zaten. Yapanların ellerine, kollarına sağlık.

Doğrusu falımda da görünmüyor. Ama sanki fincanımın kulpuna yakın bir yerde yakalıyorum; bir düşmanım var. (Zannedersem fal meraklısını şaaak o dakikada kazanıyorum.) “Galiba hemcinsim” diyebilirim. Valla herkesin gıcık bir hemcinsi olduğu kadar benim de vardır yani. Bakın bakın… Hem de yakın bir çevreden. Ya aile, akraba veya eş dost olabilir mi?  Başka ne olacak ki? İşim gücüm yok ki iş arkadaşı, patron filan diyeyim. Kesin çok yakın biri, belki de birileri.

Elbette şimdi “Nerede, hani?” falan diyen bazı ukalalar çıkacak. Ben de fincanımın içinde gelişigüzel bir telvelenmeyi işaret ederek “E, aslanım bak, kertenkele çıkmış, çaylak kanadı çıkmış, tekir çıkmış, tee şunun arkasında bööyle kirli sakallı, şöyle uzun saçlı matmazel çıkmış” gibilerinden şüphe götürmeyecek kanıtlar sunmama ne gerek var!

Bekâr olsaydım, hayatta iki büyük derdimin olduğunu söylerdim: Para ve aşk. Şimdilik başı bağlı biri olarak, hayatta iki büyük derdimin olduğunu söyleyebilirim: Özgürlük ve aile hayatı. Canım şimdi bu konularda hemen herkesin sıkıntıları ve umutları vardır. Olmaz mı? Bu yüzden halimden anlayabilir herkes diye düşünüyorum. Ruhsal durumuma göre, “Para konusunda sıkıntı var ama aşılacak” ve/veya “Aşk/özgürlük/aile hayat tarzı konusunda ufak tefek dertlerin var, takma kafana, uzun vadeli değil, sonradan sevineceksin” filan diyorum kendime, işi bitiriyorum!

Falımda en önemli mesaj hâlbuki yolumun üstünde hiç sevmediğim, hatta çok zorlandığım yüksek dağ tırmanışlarının olması. Sırt çantamla nefes nefese âlem yaparak yürüyorum; karşımda lenduha gibi dağı görür görmez lap diye çöküyorum olduğum yere ve çantamdan kamp malzememi çıkarıyor, çadırımı kuruyorum. Nasılsa Google dededen edindiğim genel pratikle, fazla yorulmadan yere yüzüstü uzanıyor, kuş gözlemciliği, doğa manzarası, her türden arazi röntgenciliği gibi etkinliklerden faydalanıyorum.

Eh madem kahve falı biliyor ayağına yatıyorum, kahve dünyasının peçeli jargonuna da uyum sağlamalıyım. Mesela, “ev” yerine “hane” kelimesini, “gezi” yerine “cevelan” kaziyesini kullanarak, kelime oyunları yaparak, kendimi amiyane insan koltuğundan “meçhul güçlere sahip istikbali gören mahlûkat”a terfi ettirebilirim. “Yolumun üzerinde ufak tefek dertler var” yerine “Otobanda ufak tefek sıkıntılar var” demek ne hoş bir gaf olur mesela.

Kendime “Kalabalıklar içindeyim, her kafadan bir ses çıkıyor, hepsine kulağımı tıkayayım, kendi yolumda yürüyeyim” gibisinden bir tavsiyede bulunup, fincanımın bol telveli, karışık desenli bir bölümünü delil olarak sunabilirim. Zira insan sosyal bir hayvandır ve nerede olursak olalım illa ki bir “kalabalıklar içinde olma” durumu yaşarız. Tüm mesele yüreği kabartmadan bu kalabalıklardan kurtulmak.

Kalabalıklar muhtelif

Ben bundan sadece çevremdeki insanları kastetmiyorum. Yolculuklarda kullanacağım sırt çantamın içindeki kalabalıklardan da söz etmek istiyorum. Çünkü insanlık hali bu, gözü doymaz hiçbir zaman. Al, al, şunu da al yanına, ne olur ne olmaz düşüncesi egemendir her zaman. Oysa her alınan bir parça sizin omzunuza, bel omurganıza binecek bir ağırlığın işaretidir. Kalabalıklara maruz kalmış bir sırt çantası maalesef yürüyüş hızına da olumsuz etki yapacaktır. Şimdi bu ağır konu üzerinde biraz yoğunlaşmak istiyorum.

GAZA GELDİM🚶” turneleri kampçılıkla birlikte yapılacağından, gerekli giyecek, yiyecek ve kamp malzemelerini backpacking, trekking ve hiking koşullarına uyumlu, oldukça sağlam bir sırt çantasında taşıyacağımı belirtmeliyim. Açıkçası bir bavul, valiz, spor çantası gibi taşıyıcılardan bahsetmiyorum.

1992 yılının yaz başlarında ilkyazı çağrıştıran Renault Spring arabamızla ya da bir günlük uzun yürüyüşle varılamayacak doğa alanlarına ulaşma yöntemi olarak geliştirdiğimiz doğa yürüyüşleri sayesinde fizyolojik kondisyon ve pratiği geliştirme, kısmen doğada yaşamı sürdürme ve kampçılık tekniklerini öğrenmemiz yönünde adımlar atmıştık.

O gündür bu gündür, yıllarca bu ferah, uçsuz bucaksız gezenti serüvenlerimizden kopmadık. Nitelikli bilgi ve deneyimlerimiz hiçbir zaman sabit bir noktada bozuk bir plak gibi takılmadı. Hep geliştirmeye çalıştık.

Bugün şu “GAZA GELDİM🚶🎒” yazılarını yazıyorsam bunu hem edebiyat aşkına hem de “gEZENTİ şEREF” arşivinin dosyalarında kayda girsin diye yapıyorum. Yoksa bilmediğimizden filan değil. Ama iyi de oluyor. Bilhassa bir revizyon görevi görüyor, genelden özele bir somut gerçeklik ortaya konuyor.

Şimdi gelelim sırt çantasına…

Yolculuklarda kullanacağım sırt çantası güvenliği ve rahatı sağlayabilen, sırtımda ağrısız, tasasız, kolayca taşımaya uygun ağırlıkta malzemenin seçimini gerektirmekte. Ayrıca yürüyüşleri planlarken yiyecek, su, arazi, iklim ve hava koşullarını göz önüne alıyorum ki yarı yolda dımdızlak kalmayayım. Çölün ortasında kamış gibi bir panik havası olsun istemem.

Bilindiği üzere sırt çantaları omuza asılır ve kimi zaman beli ya da kalçayı saran bir kemerle desteklenir. Yürüyüşlerde genellikle yağmur ve soğuk geçirmeyen türden giysiler kullanılır. Sırt çantasında köpükten, kuştüyünden yapılmış uyku tulumları, üç ya da dört mevsim kullanılabilecek bir çadır, özel olarak düzenlenmiş, hafif tencere, tava ve ocaklar ile kurutulmuş yiyecekler ve konserveler de taşınır.

Öyleyse bu malzemelere yakından bakalım. Bunun için ayrıca fal bakmaya gerek yok.

Standart (Olmazsa Olmaz) Malzemeler:

(*) Sırt çantası

Yazın daha ufak, kışın biraz daha büyük çanta kullanılır. Yazın içine koyulacak malzeme miktarı kışa göre biraz daha az olduğu için küçük bir çanta yeterlidir. Kışın ise biraz daha fazla malzeme konulacağı için büyük çanta yeterli olacaktır. Sırt çantasının yanlarında mutlaka su şişesi veya matara cebi olmalıdır.

(*) Yürüyüş için ortopedik, ayağa ve yere iyi tutunan (ve mevsime göre) yürüyüş botu seçilmelidir.

Yazlık botun çok iyi havalandırma sağlaması, bileği koruması ama hafif ve yumuşak olması gerekir. En iyi yazlık Trekking botları kumaş ve süet deri olarak üretilenlerdir. Kışın yapılacak yürüyüşlerde kullanılacak botların da suya dayanıklı, tabanları sağlam ve dişli olması tercih edilmelidir.

(*) Su şişesi veya matarası (alüminyum olmalı)

Hiç umulmadık bir anda yanında taşıdığın su bitebilir, temiz bir su kaynağı bulduğunda sağlam bir su kabına ihtiyacın olacaktır. Her zaman bir matara sahibi olmak pet şişe ile su götürmekten daha iyidir.

(*) Düdük

Doğanın göbeğinde, lay-lay-lom ilerlerken hiç beklemediğin bir anda, yürüme parkurundan kopabilir, kaybolabilirsin, bir yere yuvarlanıp bir yerini yaralayabilirsin. Bir ihtimal varsa çevredeki diğer insanları nasıl uyarıp, yerini belli edeceksin? Düdüğün tiz sesi senin şahsi sesinden üstündür ve daha uzaklardan duyulabilir. Bulabilirsen bir tarafı termometreli bir tarafı pusulalı modelleri tercih etmelisin ve düdüğünü kesinlikle bir iple boynuna veya gömleğinin düğmesine asmalı, asla da kaybetmemelisin.

(*) Çakı

Her zaman ama her zaman gerekli olmaktadır. Hayatta kalma durumuna girildiğinde bir çakı ile barınak yapılabilmekte ve bir avcılık bile yapılabilmektedir. Tercihin daima av çakısından veya bir doğa yürüyüşçüsü için daha da iyisi çok maksatlı penselerden yana olsun.

(*) Pusula (büyük veya küçük, fark etmez)

Basit bir yürüyüşte yürüyüşe hangi istikametten başladığını bilmen gerekir. Yönünü muhafaza etmek için gereklidir. Pusulasız gezgin olmaz.

(*) Şapka

Yaz/Kış en gerekli malzemelerden biridir. Üstelik benim gibi hafif saçlıysan veya mevsim şartlarına çok duyarlı biriysen, olmazsa olmazındır. Bir şapka ile güneşin altında en az iki saat daha fazla kalabilirsin. Çok soğuk bir ortamda da ısı kaybını asgari düzeyde tutabilirsin. Geniş kenarlı şapkalar Yaz/Kış idealdir.

(*) Ateş başlatıcı malzeme (kibrit, çakmak, vesaire)

Yürüyüşte suya düştün, hava güneşli ama esinti fazla veya akşam karanlığında kayboldun. Ateş en büyük kurtarıcıların başında gelir. Suya dayanıklı veya ıslanmaya karşı önlem alınmış malzemeler kullanmaya çalış. Normal bir kibriti balmumuyla veya üzerine mum eriterek su geçirmez hale getirebilirsin.

(*) Rüzgârlık veya yağmurluk

Molalarda terli halde esintide kalabilirsin, böyle bir durumda bir rüzgârlık hayat kurtarıcı olacaktır. Hava bir anda döner ve sağanak verebilir, yanında getirdiğin yağmurluk hele hele en iyisi bir panço seni bir güzel koruyacaktır. Pançolar çadır olarak bile işlem görebilir. Doğada garanti diye bir kelime yoktur. Garantini kendin sağlamaya çalışmalısın.

(*) Ek gıda ve İlk Yardım kiti

Bir yerde kamp yapıyor ve oradan çeşitli turlar yapıyorsan dönüş yoluna kadar yemeyi muhtemelen en sona bırakacağın için küçük bir konserve açlık bastırmaya yeterlidir. Mutlaka ufak bir ilk yardım paketi taşımalısın.

Mevsim ve Bölgeye Göre (Gerekecek) Malzemeler:

  • Bere, eldiven, maske
  • İç giyim
  • Orta giyim
  • Dış giyim
  • Baton
  • Tozluk
  • Mayo, şort
  • Spor ayakkabısı, sandalet
  • Dudak kremi, güneş kremi
  • Güneş gözlüğü
  • Alın veya el feneri

Kamp Kurma Durumunda Kullanılacak Malzemeler:

Kamp malzemelerinin ABC (temel) listesini önem sırasına göre sıralayacak olursak;

  • Çadır
  • Uyku tulumu
  • Mat
  • Kamp mutfak seti
  • Kamp ocağı

“Doğada Tabana Kuvvet” Giyimi:

Doğa yürüyüşçüsü ve gezgini aktivite süresince vücut ısılarını dengede tutmalı ve korumalıdırlar. Vücudun, aşırı soğuması ve aşırı su kaybı uğramasına izin vermemek gereklidir. Ani değişen hava şartlarına çabuk tepki göstermek gerekir. Bu yüzden özellikle doğa yürüyüşleri ile ilgilenenler giyimlerini katmanlar halinde uygulamaya dikkat etmelidir. Önem sırası içten dışa doğrudur.

İçten dışa doğru katmanlar halinde giyinmesinin nedeni; vücut ısısı yükseldikçe kademe şeklinde soyunarak yükselen ısıyı azaltmak ve terlemeyi kontrol altına almak, vücut ısısı düştükçe de kademe şeklinde giyinerek düşen ısıyı yükseltmek ve soğumayı kontrol altına almaktır. Sonuçta vücut ısısı dengede tutulmaya devam edilmiş olacaktır.

İç çamaşırı üzerine giyilmiş kalın bir kazağı terlediğinde çıkarman gerektiğinde çok çabuk üşüyeceksin ve tekrar giymek zorunda kalacaksın, tek katın bu olduğu sürece hastalık peşinden ayrılmaz.

Ancak ince ama fazla katlar halinde giyindiğinde ısını istediğin gibi dengeleyebilirsin.

Doğada giyimimizi iki duruma göre daha ayarlayabiliriz.

Birincisi “Hareket Halinde Giyim”, ikincisi “Mola Anındaki Giyim”. Vücudumuzda yürüyüş sırasındaki ısınmasından dolayı terleme ve yorgunluk oluşur. Bunu kontrol altına alacak bir giyim tekniği uygulamamız gerekir. Bu da katları sırayla çıkarmaktır. Molalarda ise kan dolaşımımız yavaşlayacağı için vücut ısımız süratle düşmeye başlar ve bunu önlemek gereklidir. Çıkardığımız katları sırasıyla giymek gerekir.

İç Katman Giyim: Ana kattır. Vücudumuzu kuru tutacak asıl katman budur. Son derece sağlıklı iç giyimi gerekir. Önemli olan iç katman giyimin ter buharını vücuttan uzaklaştırarak, vücudun kuru kalmasını sağlamasıdır. Dikkat edilmesi gereken en önemli nokta iç giyimin (iç çamaşırları ve bunların üzerine içlik dediğimiz uzun kollu ve paçalı giysiler) vücudumuzu sıkmayacak ama saracak şekilde uygulanmasıdır. Bundan da sebep, teri daha çabuk vücuttan uzaklaştıracak şekilde tene temas etmesi gerekliliğidir. İç çamaşırlarında sentetik kullanacaksan mutlaka anti-alerjik olanları tercih etmelisin. İçliklerde de özel üretilmiş sentetik ürünler kullanmaya dikkat etmekte fayda var.

Orta Katman Giyim: Vücudumuzu sıcak tutacak katmandır. Isı yalıtımı, temiz, kuru kıyafetler giyilmelidir. Sık kullanılan polar kumaş veya sentetik yün karışımı kumaştan giyimler tercih edilmelidir. Islandıkları zaman ısı yalıtım özelliklerini çabuk kaybetmeyen malzemelerdir. Vücuda sıkmayan, rahat ve bol şekilde giyilmesi hem kan dolaşımı açısından, hem de ısı yalıtımına katkı açısından gereklidir. Polar tip kazaklarda fermuarlı olanları tercih etmelisin. Fazla ısındığında çıkartmadan sadece fermuarı açman bile şaşılacak kadar fark ettirecektir, polar malzemenin özelliğini daha iyi anlamanı sağlayacaktır.

Dış Katman Giyim: Vücudumuzu rüzgârdan, alt giyimimizi de ıslaktan koruyacak giyimdir. Su ve rüzgâr geçirmeyen ama ter buharını da dışarı veren, yani solunum yapabilen giyim tercih edilir. Yoğunlaşmaya neden olduğu için naylonu sadece sağanak yağışta kullanmaya tercih etmelisin.

Örnek Yürüyüş Giyimleri:

İlkbahar ve sonbahar Mevsiminde: T-shirt, polar anorak, sentetik pantolon, rüzgârlık, yağmurluk, şapka.

Yaz Mevsiminde: T-Shirt, keten safari gömlek, keten/pamuklu safari pantolon, rüzgârlık, şapka.

Kış Mevsiminde: Sweat shirt, polar anorak, su geçirmez parka, yağmurluk, bere, eldiven.

Mümkünse Asla Kullanılmayacaklar:

  • Kot pantolon (Pamuklu olup çabuk ıslanır ve kuruması çok zordur ve sert olduğu için rahatsızlık verir.)
  • Pamuklu çorap (Çabuk nem toplar ve zor kurur. Üşütmeye başlar.)
  • Mokasen ayakkabı (Sağlıksızdır, ayakları yara bere içinde bırakır.)
  • Kalın yün kazak (Fazla ısındığında çıkardığın zaman üstünde başka bir şey olmayacaktır. Tek başına kalın bir yün kazak yerine birkaç kat ince giysi giyinmek daha doğru olandır.)
  • Deri eldiven (Çok su tutar ve kuruması zordur.)

Giyimde Gereken Temel Özellikler:

  • Hafif olması ve az yer kaplaması
  • Sıcak tutması
  • Az nemlenmesi ve kolayca kuruyabilmesi
  • Ter buharını dışarı verebilmesi
  • Rüzgâr ve yağmura karşı koruyucu olması
  • Rahat ve hareketleri kısıtlayıcı olmaması
  • Giyilip çıkartılmasının kolay olması
  • Aşınmaya dayanıklı olması
  • Pamuklu kumaş çabuk nem toplar ve kuruması uzun sürer. Üşütür. Bu yüzden doğa yürüyüşlerinin dışlanmış kumaşıdır.
  • Doğa yürüyüşlerinde kullanılacak kumaşlar genellikle; polar ve yün olmalıdır.

Peki, bu genel bilgilerden sonra ben ne yapacağım, nasıl bir hazırlık yapıyorum? Yanıma ne alacağım daha doğrusu neler almayacağım? İkincisi daha büyük bir liste ve proje dosyamın içinde yer alıyor. Bu makalenin içine gömmeme gerek duymuyorum. Bunun yerine neleri alacağım onu yazayım.

Bir defa bu planlamaya başladığım andan itibaren kafamdaki tek soru sırt çantamın ağırlığıydı. Bu yüzden yanıma alınacaklar konusunda o kadar seçici olmaya başladım ki anlatamam. Ki arabayla yaptığımız seyahatlerde bile bagaj ağzına kadar dolardı; ne gerek varsa? Diyeceğim şu, sırtımda ne kadar çok ağırlık olursa yapacağım her yürüyüş inanılmaz derecede çekilmez hale gelebilecek, bu da beni fena rahatsız edecektir.

Eski tecrübelere dayanarak söylüyorum; her ne kadar yürüyüş sonunda bir sonraki sefere daha az malzeme alacağım desem de ben işimi garantiye alayım yine diye söylenerek dolduruyorum çantaları. Daha doğrusu; –dum… Artık; –muyorum… Yani doldurmama eğilimindeyim. Her ilave ağırlık anlamına geleceği için, “Acaba kullanır mıyım?” “Gerçekten?” dediklerimi inanın almayacağım malzemelerin yanına stokluyorum.

Listemi nihai hale getirdiğimde fotoğraflarıyla birlikte ek dosya olarak sonraki makalelerin birinde iliştireceğim.

Artık “Gaza Geldim🚶🎒”in önemli bir parçasını oluşturan “Doğada Tabana Kuvvet”in kralı benim. Kim tutar beni?

İcabında “Doğada Tabana Kuvvet” en derin sevgi ve saygılarımla,

Gezenti Şeref

***…***

(*) Önceki Makale: “Sırt Çantamı Alıp Yola Koyulmama 3 Hafta Kala: Ne Yapmalıyım?

(*) Sonraki Makale: “Eksik Olmasın Şu Malzemeler Bir Âlem

>>> [iÇERİK dİZİNİ]

error: Content is protected !!