Dalgalı kumral saçlı çocukluk günlerimi özlüyorum… Gençlik yıllarımı, kıvrıla kıvrıla uzayan sokakları, topluca top alanına çevirdiğimiz tarlaları, röntgenciliğe açık kıyı hamamlarını… Denizi, ağaçları, kuş seslerini… Duvarları doğuştan kirli beyaz badanalı beton evimizi. Beyazımsı ahşap pencerelerini… Toprak saksılardaki sardunyaları, açelyaları, menekşeleri… Bahçe duvarını kaplayan sarmaşıkları… İçimde umut kırıntıları, o uzun yolculuklar.
Ağacın duruşuna bakıyorum bir süre, göğün rengine, dağların mor ve beyaz duruşuna. İrkilen gök içini çekiyor, ırmaklar sızlanıyor sıkıntıdan… Kasırgalar toz kaldırıyor, Trakya hüznün tam orta yerinde ağlıyor. Kızılırmak, Meriç, Gediz suskunluğunu sürdürüyor. Kaçkarlar’da boğazlanmış bir yaşamın ölüm-kalım kavgası var Fırtına Vadisi için… Karadeniz’de ağlarını çekiyor balıkçılar… Ordu’da fındık Rize’de çay topluyor Türkmen kızları… Edirne’de bir kız çocuğu maviş gözleriyle bakıyor gökyüzüne. Geçip giden umutlar, ekmek kavgası, özlem ve sınırsız tutkular.
Biz böyle miydik eskiden!
Çok mu değiştik hakikaten?
Beşer şaşar mevsimlere ayak uydurmaya karar vereli ne kadar zaman oldu?
Yavaş yaşa, Az düşün, Zaman için bir gizem içinde…
Hoş geldin bahar. Tamam tamam, öyle demedim. Hoş geldin İlk Bahar, sefalar getirdin, bunca yıldır silindi sandığım anıların arkadaşı. İlk cemre düşmüş işte havaya, gelincikler memleketine bahar geliyor da, duyup mu geldin? Haklısın. Cemre her yıl üç kez düşerdi senden sonra da, hiç çalmazdın kapımı. Bu bir başka türlü bahar ziyareti desene kardeş. Hey aramızdaki sıradağlar. Yollar. Uzaklığın ötesinde barajlar. Tarlaların sınırlarına çekilmiş paslı, burgulu tel örgüler yetmemiş de, daha daha ötelere gitmiş. Oralardan da gelmiş Gezgin ruhum hey. Bildim. Havaya, suya, toprağa cemre düşmekle gelmeyen baharı çağıran dostum. Bildim. O şiirlerde yazıldığı gibi. Aralık bir kapıdan aniden başını uzatıveren sevgili gibi. Gelen ilkyazdır seninle bunca zaman sonra kucaklaşmanın sebebi. Ne iyi ki geldi, ne iyi ettin de geldin. Sağ olsun bacak kadar aracı dostumuz, sağ olsun yakışıklı albümün iliştirilmiş gece yarısı mektubu. “Özlemişsindir” demesi de bir cemre marifeti değildir elbet. “Hasretlik sona ersin, gelincikler memleketine gelsin bahar.”
Genellemeleri sevmem ama genel olarak iyi bir gezgin sayılırım. İskoçlar, İrlandalılar, Galliler ve İngilizler’e göre öyle yani. Daha da genelleştirebilirim ama ne gerek var; öyle diyorsam öyledir. Elin İskoç’u, İrlandalı’sı, Galli’si, hatta İngiliz’i nereden bilecek demeyin, siz beni dinleyin.
Kıskandırmak gibi olmasın. Ama bu dörtlü Union Jack altında bayrak savaşı verirken dünya çapında en gezgin ülkeler arasında şampiyonluğa oynuyorlarmış. Dünyaya hükmeden güneşin imparatorluğu unvanını haritalarının genişliği yüzünden uzun süre kimselere kaptırmamışlar. Ta ki European Community bunların façasını çizene kadar. Neyse, durun, konu başka.
Genlerimde Var, Şaşmaz…
Eyyy gezenti Şeref!
Oğlum başka derdin tasan mı yok?
Sen önce kendi yol haritana çare bul! ‘Bizim Şakacı Sokak’ta hayalet var, gelin görün’ kampanyaları eski ilgiyi görmüyor. Bir kere ben en baştan, şu dost gelsin bu dost gelsin katılsın araziye arazi olalım birlikte diye diye post kuyrukçuluğu yapmayacak, dedelerimin ninelerimin hortlağına güvenmeyecektim, direkt, efendi efendi yayla turizmine, ‘kendin pişir kendin ye’ye girecektim hacı. Yalan mı?
Şimdi oturmuş psikiyatristlere deneysel projeler çizdiriyorum. Dünya ülkelerindeki gezginlerin tipik yüzleri ortaya çıkartılsın bir kere diye. “Aha bu ortalama Yunan gezgini, bu Rus gezgini” gibisinden. Yani “Hepinizi toplayınca ortaya bu surat çıkıyor” tarzı bir deney.
Kendime şöyle alıcı gözle baktım. Böyle kumral saçlı (eskidendi tabii, şimdi geriye kalan dörtte biri ak ak), ela gözlü, yakışıklı, tatlı suratlı, çıkık çene kemikli bir kardeşiniz. Eh evet, bu tiplerden Orta Avrupa ülkelerinde çok var. Nedense Akdeniz ülkelerinin tipini hiç andırmıyorum gibi geliyor bana. Zaten ne zaman memleketin turistik mıntıkalarında dolaşmaya çıksam herkes önüme zıplıyor, “Excuse me sir,” fian diyorlar, beni çok şaşırtıyorlar. Ben de “Efendim,” deyince bu kez şaşalama sırası onlara geçiyor.
Evet, ön profilden de arka profilden de böyle…
Ama yan cephede işler değişiyor. Anneannemin kalıtımsal burnu bir anda fiyakamı bozuyor. O zaman siteye bir Karadenizli faninin fotoğrafını yüklemiş gibi oluyorum; tipik Avrupai Türk erkeği, beyaz tenli yeşili andıran bal gözlü ve “Kodum mu oturturum” karakterli bir insan çıkıveriyor! Hâlbuki koysam Balkanları, Kaçkarları, Torosları, Menteşe Dağları bir araya, onu analiz etsem, birinci kalite siyah saç, kalın kaş, kara gözlü bir herif belirsin.
Bir kere anne tarafımdan ciğerini okuduğum Razgrad versiyonu akrabalarımın çoğu, sülalemizde saf kan Türk olduğunu iddia eder! Nasıl bir şeyse! Kim biliyor, belki ben baba tarafımın prodüksiyonuyum. Değilim ama laf-ı güzaf olsun diye öyle varsayıyorum. Kendime hemen bir Çerkes, Kafkas, Gürcü, Tatar patiskası biçebilirim. Bu iş burada bitmez Orta Asya’ya kadar vardırabilirim. Ama ziyadesiyle ana tarafımın deri rengini almış olduğumdan bu tez de yalanlanmış oluyor. Ve sonuç olarak daha egzotik ve Avrupalı tarafım ağır basıyor. Gerçekten sülalesinde az buçuk Avrupalılık olup tek bir milletten olmadığını söyleyen tanıdığım tek insan bendenizim! E, çünkü, maalesef hiç tanışamadan kaybettiğim (annemin babası) Razgradlı Ahmet dedemin, resmini bile görmediğim annesi de Bulgaristan topraklısı olunca, ben nereden tek ülke vatandaşı oluyorum ki?
Kime ne ama illa merak eden varsa:
Razgrad, Mumcular, Erzincan, Eğin, İstanbul, Merdivenköy, Erenköy, Kadıköy, Kozyatağı, Kazasker, Şakacı Sokak, Çilingir Köyü ve sekizde bir felek karışımı bir insanım. Özetle, tam anlamıyla karışık, bildiğiniz Dünyalı işte! Kulağa egzotik gelmese de, bayılıyorum bu gelişigüzel topraklardan bir koalisyon olmaya.
İşte zaten ben de bir kanıtım ki, dünyalı İstanbul gezgini kaşıyla gözüyle, saç rengiyle filan genellenemez. Nasıl genellenir biliyor musunuz?
Duruşuyla!
Londra kolejlerinde istatistik dersinden puan tahtasının üstüne yıldız çakmış, alacak başka puan bırakmamış insanım, yani bir nevi kompetan bilirkişiyim! Genelleme yapılacaksa, onu da ben bilirim, Union Jack kardeşler değil!
Bence bir araştırma yapılsa, Türkiyeli gezginlerin tek ortak fiziki özelliği çıkar: Dik başlı, dik göğüslü ve hafif aşağıda kalça!
Sebep nedir, başkaldıran bir coğrafyada doğduğumuzdan mıdır, kalıtımsal mıdır, yemeğin salçası mıdır, akarsu bolluğu, dağların zenginliği, ovaların, yaylaların yeşilliği midir bilmem. Ama spor şu bu değil, pentatlon, dekatlon, triatlon yapsak, o baş, o göğüs, o kalça öyle kalacak!
Bir genelleme daha:
Ellerimiz bacaklarımız da güzeldir Batılılara göre. Göbekten hiç bahsetmiyorum bile. Olmadı, bir dahaki sefere tatile gittiğinizde turistlerin bir eline bacağına bakın! İnanmıyorsanız buraya gelenlere bakın. Ama sakın Ukraynalılara, Ruslara, İskandinavyalılara bakmayın. Onlar zaten imalat hatası şeyler. Yok, öyle bir şey bu dünyada. Onlar başka gezegenden gelmişler, onlar içimizdeki Marslılar olabilirler aslında.
Genel olarak Türkiyeli gezginlerin gidişleri ya düzgündür ya da çürük. Ha, kime göre neye göre? Bilmiyorum hiç İngiltere’de bulundunuz mu? Belki fikir verir diye şeyttim.
Bu kadar makaradan sonra esas mevzuya geçebilirim.
Aksiyon – Atraksiyon
Bu yazıda yürüyüş motiflerinden söz edeceğim.
Eylem haline dönüşmüş yürüyüş merakı. Gezgin her halükarda sırtında çantası bir yerden bir yere hareket eden bir varlık olduğuna göre bol şekilli kafatasının arkasındaki niyeti, çizdiği rotanın ne anlama geldiğini bilmek isteyebiliriz. Çünkü biraz bilgilendirmeden kimseye zarar gelmez.
Daha önce “Tembelliği Saklayan Çürük Bedenler ve Sırt Çantasına Tıkıştırılmış Yürüyüş Azmi” adlı makalemde dillendirdiğim gibi “Hiking” ile “Trekking” sıkça birbirinin alternatifi olarak kullanılıyor. Bilindiği üzere her ikisi de açıkhava (dışarıda yapılan) rekreasyonal faaliyetlerdir. Ancak bunlar gerçekten aynı anlamı mı ifade ediyorlar?
Doğada daha önceden belirlenmiş yürüyüş parkurlarında yapılan gezginci yürüyüşlere Hiking denir. Bu yürüyüşler kamplı olursa adı Trekking olur ve umumiyetle ulaşım araçlarının olmadığı, keşfedilmemiş ya da parkur haritası yapılmamış bölgelerde gerçekleştirilir. Trekking tepelik ve dağlık alanlarda olabilir ama illa bir dağa tırmanma faaliyetini kapsayacaktır denilemez.
Gelincikler ülkesinde her türlü yürüyüşe Trekking deniyor ancak günübirlik yürüyüşlere Hiking – Doğa Yürüyüşü demek daha doğru olur.
Günübirlik yürüyüşler (hiking), günlük mesafeleri 8-20 km arası değişmekle beraber çoğunlukla 12km’ye kadar olan mesafelerde yürünür. Trekking faaliyetlerinde ise minimum 2 günlükten 30 günlüğe kadar farklı yürüyüş süreleri vardır, günlük ortalama mesafeler 2 günlük aktivitelerde 25 km civarlarına çıkabilir.
=> Bir organizasyona dâhil değilsek ve yol üzerinde yerleşim yerinde konaklamayacaksak çadır, mat, tulum, ocak, gıda gibi tüm ihtiyaçlarımızı taşımamız gerekir ki bu durumda sırt çantamız 20 kg’a ulaşabilir.
Türkiye’de ‘uzay’ 1999 yılından günümüze pek çok tematik yürüyüş parkuru işaretlemesi yapılmış ve bu parkurların iz kaydı çıkarılmış durumda. “Culture Routes Society” bu konuda oldukça aktif. Dileyen bu sitedeki rotalara ait GPS kayıtlarını özellikle Wikiloc üzerinden kolaylıkla bulabilir. Bundan başka bu rotaların hemen hepsinin basılı kitapları da yayınlandığından, namı büyük kitapçılarda bulunabilir. Yine birçoğu il valiliğinin işaretlediği yürüyüş rotaları bulunuyor, bunların kitaplarına da internet ortamından erişmek mümkün.
“Hiking” ile “Trekking” Karşılaştırma Tablosu:
Çevresel etki:
Hiking yapan yürüyüşçüler geçtikleri ormanlık bölgelerde ağaçlara, bitki örtüsüne, çevreye bıraktıkları dışkı veya yiyecek artıklarıyla doğaya zarar verebilirler, yaktıkları ateşle yangına sebep olabilirler… Trekking, hiking’den daha uzun sürdüğünden çevresel etkiler katlanacaktır… Arkada iz bırakmamak prensibi doğa gezginlerinin uyduğu en temel ilkedir…
Yerleşim Birimleri:
Hiking – genellikle güzel doğa ortamlarında, kaybolma riski neredeyse hiç olmayan doğa yürüyüş parkurlarında, tepelik alanlarında… Trekking – Ulaşım araçlarının girmediği görkemli doğa manzaralarının olduğu, özellikle dağlık bölgelerde, ama yer işaretlerinin gerek olmaksızın pek belirlenmediği rotalarda, güzergâhlarda…
Ekipman:
Hiking – Mevsime, hava şartlarına, günübirlik veya gece konaklamaya uygun şekilde. Arazi koşullarına göre (tercihen suya dayanıklı) ayakkabı seçimi, su matarası, pusula, yürüyüş batonu, hayat-ı idame kiti, yiyecek ve ilaçların yer aldığı sırt çantası. Konaklama için çadır, mat ve uyku tulumu… Trekking – Hiking için kullanılan malzemelere ilave olarak iklim şartlarına göre kılık kıyafet ve ayakkabı seçimi… Her iki yürüyüş türünde kaybolma, dehidrasyon (vücutta su kaybı), hipotermi (vücut sıcaklığının 35 °C’nin altına düşmesi halinde meydana gelen rahatsızlık), güneş yanığı, donma, hayvan saldırısına maruz kalma, bilek burkulmaları gibi dâhili yaralanmalar ve doğal afetle karşı karşıya kalma risklerini azaltmak için ihtiyaç malzemeleri sırt çantası içinde taşınabilir.
Genel Değerlendirme:
Hiking – Daha önceden işaretlenmiş, yürüyüş şartlarına göre düzenlenmiş, haritası çıkartılmış yürüyüş parkurlarında… Trekking – Genellikle belirlenmemiş yollarda uzun süreli ve dürtücü (meydan okuyacak şekilde) yolculuklar. Hiking’den çok daha fazla yorucu, enerji ve dikkat isteyen bir yürüyüş türüdür.
Yaygın Farklılıklar:
Hiking – Dünya çapında farklı isimlerle anılmaktadır: Yeni Zelanda’da tramping, Avustralya’da bush-walking, Nepal’de ve Türkiye’de doğa yürüyüşü… Trekking ise daha fazla backpacking (sırt-çantalı gezi) olarak bilinmektedir fakat mountaineering (dağcılık) ile karıştırılmamalıdır.
Tatiller:
Hiking – Günübirlik veya yürüyüş turlarının düzenlendiği tatiller Avrupa’da, Yeni Zelanda’da, Şili’de, Kosta Rika’da ve Kuzey Amerika’da epeyce popülerdir. Trekking ise Himalaya Dağları’nın sırtlarında, eteklerinde, Nepal’de, Hindistan’da, Bhutan’da; ayrıca Güney Amerika’daki And Dağları’nda, Alpler’de yaygındır.
Peki. Bir de Backpacking (sırt-çantasıyla seyahat) yürüyüş türü var ki benim tarzım, istersem günübirlik istersem bir haftadan fazla yolda olayım, en fazla bu türe uymaktadır. Çünkü kimi zaman doğada olurum, kimi zaman bir şehrin göbeğinde, belki bir sokak festivalinin ortasında, belki tarihi mekânlarda, belki de sanat galerilerinde…
Hangisi olursa olsun benim açımdan terminolojinin çok da önemi yok. Ehemmiyetle hissettiğim tek şey sırtımdaki çantanın bana lütfettiği gezgin ruhudur…
İcabında “Doğada Tabana Kuvvet” en derin sevgi ve saygılarımla,
Gezenti Şeref
***…***