ESİNTİLER’de kayıtlara düşen, “Bisiklet Dünyası (Manşet)” adlı ilk makalemin tarihi 1 Şubat 2017. Tam olarak 28 gün geçmiş aradan. Daha fazla velespit turnelerini hedef alarak kaleme alacağım yazılar öncesinde yapacağım çok yönlü yürüyüş (hiking) egzersizlerine ilişkin yaklaşık 15 ayrı makalede ince çizgilere dokunacak, hicivler hasat edecek ve şehir turları ve/veya doğada tabana kuvvet planlarım konusunda ayrıntılı verilere yer vereceğim. Henüz tam olgunlaşmamış, ham fikre göre amacım bacak kaslarıma yeterli güç kazandırmak, bedenimi ve aklımı aynı paralellikte zinde tutmak.
Velespit turnelerime dair blog yazılarını ise zamanı gelince ilgili sayfada yayınlayacağım. Bu konuda en azından 30 ütopik makale kaleme almayı programlaştırdığım ‘antre’ yazılarını döşeyecek ve hemen sonrasında hayalimdeki bisiklet serüvenlerine dalacağım.
Ama şimdi bu yılın tasarımına egemen olacak sırt çantalı “GAZA GELDİM🚶” öykülerine değinmem gerekiyor.
Girizgâh
Esasen “gEZENTİ şEREF”, gezi anılarım ve yıllardır kaleme aldığım biyografik anı-yaşam yapıtlarım temelinde doğmuş, bu çizgisinden taviz vermeden bugünlere kadar gelmiş şahsıma mahsus çok özel bir yayın platformunun biçim değiştirmiş devamı niteliğindedir. Dolayısıyla blogun “ANA MENÜ” içeriğinde yer alan “🚲TURNE” gibi “GAZA GELDİM🚶” bölümünün de anı-yaşam hikâyelerimin bir parçası olduğunu ve hiçbir şekilde bir seyahat blog’unu yansıtan bir sektör olmadığını bilhassa bir kez daha hatırlatmak isterim.
Zaten internet ortamında yerli yabancı tonlarca seyahat blog platformları mevcut. Her ne kadar önemli bir kısmı birbirinden iyi ‘menfaatperest’ blog yazarının bireysel masallarını içinde barındırıyorsa da bunların tamamının işlevi “gEZENTİşEREF”ten farklı çalışıyor.
gEZENTİ şEREF’e bir yudumluk kahve eşliğinde ziyarete gelenlere ani bir sürpriz çıkışı olmasın diye bu minnacık notu kestirmeden paylaşmak istedim.
Peki, gelelim sadede…
Gelelim gelmesine de neden kafayı Ütopya’ya ya da nam-ı diğer Esintiler’e takmalı insan? Niçin direkt, hemen, şappadak, doğrudan doğruya yolculuk hatıratlarına yer vermiyorum da Ütopya/Esintiler ile başlatıyorum her şeyi?
Yanıtı oldukça basit aslında… Malum her şey, her proje, her tasarım, planlama ve hazırlık süreci ile başladığı için…
Sırt çantalı hikâyelerimin de, bisikletli serüven öykülerimin de bu hazırlık aşamasından geçmesi gerektiği için buradayız…
Özel gezi hikâyeleri, içlerinde başka amaçları, antrenmanları, uygulamaları, gitmeleri, görmeleri ve gelmeleri ve kendine göre kahramanlıkları barındıranları, en sahici seyahat seyir defterlerini inşa ediyor diyebiliriz. Gerçekten duygular var çünkü. Ne tarih ne coğrafya kitaplarının, ne de yurttaşlık bilgisi, hayat bilgisi kitaplarının ulaşamadığı derinlikler, yalnızlıklar ve ıssızlıklar…
Elbette kastım turistik yolculukların dışında kalanlara yöneliktir… Yoksa tak çantayı omzuna, atla bir uçağa, in bir ülkenin en güzel kentinin meydanına, kal bir spa-otelde, ayakların şişinceye kadar gez babam gez, ye iç eğlen falan filan… Bu değil elbette… Acılar çekmeden, bilinmeyen, hibeli tekerlemelerin tekmeleyerek sizi götürebileceği maceraların derinliklerine inmeden, adrenalin yaşamadan gezgin olunacağını düşünüyorsanız siz turist ‘Ömer’ olmaya devam edin derim.
Her türlü zorluklarına rağmen ben sırt çantalı gezmenin ayrıcalıklı bir keyfe sahip olduğuna inananlardanım. Yine benden hayli önceki ve zamanımın tüm gezginleri gibi. Hani sırtınızda bir yük gemisi taşısanız da bu eşsiz duyguya ancak doya doya tadınca farkına varabiliyorsunuz. Dünyanın tüm çirkinlikleri gözünüzde mükemmelin ötesine geçiyor bir anda.
İşte şehrin birtakım sokaklarında yayan dolaşmalarla başlayıp doğada tabana kuvvet uzun çaplı yürüyüşlere çıkmamın, dağ bayır tırmanmamın, yaylalara kucak açmamın, göl ya da dere kenarında çadır kurup gece yıldızlarını koynuma almamın sebebi bu. Sırf bu nedenle bile kendimi bisiklet yolculuklarına yavaş yavaş, aşama aşama ve zekice hazırlamam gerektiğini düşünüyorum.
Gittiğim yerlerden hikâye kırıntıları toplama, heybeme koyma umuduyla…
O gündür bugündür egzersiz babında zevkle yaptığım sıra dışı gezintilerin geometrisini kompetanca büyütme sırası geldi sırt çantalı “GAZA GELDİM🚶” projelerimin metotlu uygulamasına…
E, peki öyleyse, sırt çantamı bir güzel kuşandım, afili yürüyüş ayakkabılarımı ayağıma geçirdim, nereleri arşınlayacağım? Güzel soru. İşte yolculuk planlamasının zırt dediği delik burası. Gezi planlaması o kadar önemlidir ki ben ona uyayım ya da uymayayım, sırtımdaki program bir şekilde gerçekleştirilmeli.
Doğada Tabana Kuvvet
“GAZA GELDİM🚶”in ana tanıtım sayfasına bakınca insan fotografik mest oluyor doğrusu… Gerçi, arşivimi açıp eski seyahatlerimden söz etmek, yüzlerce fotoğrafı gözler önüne sermek cazip bir fikirmiş gibi durmuyor değil. Ama korkmayın o kadar gerilere dönmeye niyetim yok. Zaten gerek de yok. Madem bu blog bir dönüşüm projesi ve her şey bu yıl (2017) yeniden start alıyor, sıfırdan başlıyor; üstelik 2017 sonrasının yurtiçi ve yurtdışı bisiklet, yürüyüş ve diğer yolculuklarını hedefliyor öyleyse geçmiş seyahatleri ayrıntılarıyla geri getirmek şimdilik gereksiz. Belki ileride bunlar için ayrı bir arşiv dosyası yaratır ve okuyucularımla paylaşırım.
Daha sonraki yazılarımda sıkça belirteceğim gibi bisiklet turlarımı bazen yalnız, bazen eşli yapacağım. Sırt çantalı turlarıma dâhil olacaklar ise ne zaman ve nerede bana katılacaklar sürprizlere hamile. Ancak 2017 gezintilerimi “Doğada Tabana Kuvvet” etiketiyle Türkiye sınırları dâhilinde başlatmayı ve mümkün mertebe hedeflediğim her turneyi program çerçevesinde aynen sonlandırmayı düşünüyorum.
Sanırım günübirlik hiking projesi için önce doğum yerim olan İstanbul’u seçecek ve kafamdaki ön fikstüre göre Boğaziçi’nin Anadolu ve Rumeli Yakaları, Adalar, Tarihi Yarımada, Gülhane Parkı, Fenerbahçe Parkı, Belgrad Ormanı ve elbette çocukluğumun semtleri Şakacı Sokak, Erenköy, Suadiye ve Bostancı yer alacak. Büyük bir olasılıkla bu ilginç şehir gezileri daha sonra yapacağım bisiklet turları için de kayda değer bir ilham kaynağı olacaktır.
Geleceğe dair ise daha farklı projelerim söz konusu…
Yani şehir turlarından öte bir “Doğada Tabana Kuvvet” hikâyesi yazmaya hazırlanıyorum. Kim bilir belki de bunları bisikletli yolculuklarımla da birleştirebilir ve 2’si 1 arada şeklinde yapabilirim. Buna zaman tanıklık edecek. Keza bu ağırbaşlı projenin ‘yurtiçi gezileri’ kapsamında, büyük Trakya coğrafyası, İzmit ~ Sakarya ~ Yalova mıntıkası, Düzce, Bursa, Gönen ~ Balıkesir havzası, İzmir ve Manisa parkurları, Karadeniz yaylaları yer alıyor.
İlerleyen bir zamanda daha uzun mesafeli, kamplı, yani trekking tarzında (ve tabi olağan koşullarda yine bisikletle birlikte olabilir) daha cesur bir nosyonu gerçekleştirmeyi arzuluyorum. Bu rotalardan bazıları şöyle: Frig Yürüyüş Parkuru, Likya Yolu, Antik Kral Yolu, St. Nicholas Yolları, Evliya çelebi Yolu, Hitit Yolu, İstiklal Yolu, Zafer Yolu, Ata Yolu, Karia Yolu, St. Paul Yolu, Trans Mysia, Trans Bolkar, Trans Kaçkar ve Yedigöller.
Aslında ömrüm yeter, sağlığımı aynen bugünkü gibi korumayı başarabilirsem hayatımın şimdiye kadar ki en uzun yolunu, Batı’dan Doğu’ya, kat etmek istiyorum: “Kapıkule’den Sarp Kapısı’na”…
Sırt çantalı yurt dışı turlarıma ilişkin planlarımı da usul usul ilerleyerek kaydetmek istiyorum: Öncelikle “Balkan Sırları” ile başlayacak yolculuklarım, “Bir Şengen ile Bol Salçalı Yengen” mahlaslı yolculuklar ile devam edecek ve sonrasında “Köklerin İzinde”, “Büyük Britanya Eski Evim”, “Demir(siz) Perde” gibi çeşitli “GAZA GELDİM🚶” projeleriyle ilerleyecek.
Bunların tümünü başarabilir miyim?
Tabi ki, bilmiyorum. Ama taslak plan masamın üzerinde…
“GAZA GELDİM🚶” turlarım kısa süreli koştur koşturdan ibaret olmadığından ve şimdilik bu konuda detaylı bir plan yapmaktan ısrarla kaçındığımdan neyin nerede, ne kadar süreceğini pek kestiremiyorum. Zira kimi zaman saat yönünde kimi zaman ise saatin ters yönünde ilerleyeceğimi ifade edebilirim. Aralarda sınırları aşacağım sonra yine sınırları delip gitmek istediğim yere kalkan treni o eski istasyon kanepesinde bekliyor olacağım.
Bugüne kadar yapmaya çalıştığım ufak çaplı deneyselliklerde ortaya çıkan nispetli tablo şu: Internet erişimim oldukça kısıtlı olduğundan ve yanımda hiçbir şekilde laptop, akıllı telefon ve benzeri elektronik aygıtlar taşımadığımdan blog yazıları gecikmeli olarak sisteme girebilecektir. Çünkü çanta ağırlığımdaki 20 kiloyu 7,5-10 kiloya düşürmek pek kolay olmadı. Ağırlık bir tarafa, bu başa bela teknoloji sorunumu en kolay nasıl halledebilirim, daha fazla buna kafa yoruyorum. Dediğim gibi yanımda ne bir mobil telefon ne de herhangi aşırı lüks bir elektronik eşya taşıyorum. Tek varlığım ufacık tefecik fotoğraf makinem. Onun da şarj ihtiyacını muhtelif yerlerde pek kolay halledebiliyorum. Zevzeklik eder gibi telefon konuşmalarından ayrıca nefret ettiğim için bu sıralar özellikle kullanmıyorum. Sanırım çöpe atalı 2 yıl filan oldu. Tüm GPS’im el kılavuzu renginde yerel haritalardan ibaret.
Yani anlayacağınız yetmişlerdeki gibi harika nostaljiyi yaşıyorum. Tabi ben bunları yazarken özellikle genç arkadaşların beni anlamalarını, anlayışla karşılamalarını beklemiyorum. Onlar çok haklı olarak benimle istedikleri kadar dalgalarını geçebilirler. Saygı duyarım. Başımın üzerinde yerleri var. Ancak iş teknolojiye gelince bu bir tercih meselesidir. İsteyen dilediği gibi yaşar. Benim çılgınlığım da böyle bir şey işte. Kimsenin böyle nostaljik bir hayat tarzını kopya edesi gelmez bu devirde. Onun için şu dünyada yalnız ve tek bir muhalifim diyelim, eyvallah!.. Ta-ra!
Son Söz
Oh be, nihayet geldik bu yazının sonuna! Şu notları da belirterek tamamlayalım. Yapacağım her yolculuğun detaylı planları, birbirini tamamlayan rotaları, fotoğraflı öyküleri, neşeli hasbıhalleri, röportaj tadında gevezelikleri, insaniyet namına kaynatmaları, dil büken meyli geyik muhabbetleri, her türden didişmeleri, beklenmedik anlarda başıma gelen hadiseleri, rastlantısal sakatlıkları, tesadüfi arızaları, filmin sonunda çıkardığım maliyet ve teknik analizleri macera tadında izleyebilirsiniz.
İcabında “Doğada Tabana Kuvvet” en derin sevgi ve saygılarımla,
Gezenti Şeref
***…***