Öz Tanımlama: kENDİ hAKKIMDA; pLANLARIM ve bU bLOG

“gEZENTİ şEREF” yaklaşık iki ay kadar önce, ben gene ‘online’ olmaya karar verdikten hemen sonra, saklı sandığımdan çıktı. Mazideki nostalji sitesinden form değiştirerek yeniden var oldu. Blog dünyasına kısmen veda ettiğimde geçici çare olarak sosyal medya korosunda vücut bulmuş, yazınsal ve görsel paylaşımlarımı Facebook ile Instagram platformlarında ekleyerek hayat bulmuştum. Zaman hızla fakat biraz da hüzünle akmıştı. Hepsinden önemlisi, FB ufaklık yaşlarımdan beri bir edebiyat aşığı olarak sürekli yazma becerisini yaşatabileceğim, gezi-anı-yaşam yazılarımın gücünü karşılayabilecek bir kanal değildi. Birbirinden güzel fotoğraflar, etkileyici başlıklar, sınırsız özdeyişler, kısa öyküler; bunların tamamına OK…

Ancak edebiyat sanatının, artistik yazı sanatının etik talebi ve makalelerin güzelduyusu ile ruhu hep eksik kalıyordu. İşte bu hislerle yeniden bir dönüşe hazırlanıyordum. Ama bu kez içerik ve tema olarak daha farklı bir blog ortamı yaratmalıydım. “Nostalji İnsanı” platformundan ayrılarak. Hedefim tercihen ‘seyahat anıları’mın izlencesine yönelik olmalıydı. Çünkü 2017 yılı itibariyle hayatımda yeni bir yolu denemek istiyordum. Ve bu konuda oldukça kararlıydım: Bisikletle Yollarda

Gerçek şu ki cesaretlendirici, ufuk açıcı İstanbul ve yakın taşra turlarımı başlatmaya henüz bir altı ay daha var… Herhangi bir terslik yaşamazsam, büyük Türkiye gezilerine ise bir iki sene…

Güzel…

Bugün benim 54’üncü yaş günüm. Doğum günü benim için salt eğlenceli parti, pasta, şampanyanın ötesinde her yıl bir şeyler adına yeniden doğduğum gündür. Evet, zaman esintileri yazıya dökme, işleri kaldığı yerden devam ettirme zamanı. Böyle olunca bu huşu uyandıran, güven telkin edici paylaşımı kendim, planlarım ve bu blog hakkında yazarak yapacağım.

Niçin buradasın ve neden bu Blog’a ilgi duyacaksın?

gEZENTİ bİSİKLET ~ E-2017/006
Esinti Tarihi: Salı, 14.02.2017
KAYNAĞA GERİ DÖNÜŞ

Peki. Yeniden merhaba. Hoş geldin. Ve “gEZENTİ şEREF”i ziyaret ettiğin için teşekkürler!!

Kimi ömürlük yolculukları hayal etmek ve resmetmek bu Blog’un ana rotasıdır. Ona dair sevimli ütopyasının olması bir yana onu gerçekleştirmek ve gerçek hayatta uzun süre yaşatabilmek kocaman bir meydan okumanın ta kendisi. Evet, hem memleket coğrafyasında hem de dünya topraklarında bisiklet ile seyahat etmekten söz ediyorum. Ki elli küsur yaşta biri için hassas, rüya gibi bir macera olabilir ancak. Diğer taraftan, bu çılgın fikri acayip benimsediğimi beyan edebilirim.

Ancak ben arzuladığım zamanda ve yine benim arzuladığım şekilde sonlandıracağım (elbette sakatlık gibi ciddi yaralanmaya sebebiyet verici veya ölümlü bir kazaya karışmak hariç tutulursa) an’a kadar kesintisiz, dur-durak demeden devam edeceğim bir zincirin halkaları gibi dizeceğim yolculuklar silsilesi…

Can Attığım Maceralar için Güçlü İstek

Sade bir şekilde söyleyecek olursam: geniş Türkiye coğrafyasında seyahat etmeyi ve yapabilirsem bir Dünya coğrafyasına çıkmayı arzuluyorum. Bu hayalimi gerçekleştirmek için bir yolunu bulmalı, bunun için çok çaba göstermeliyim.

Çalışma hayatında 35 yılın biraz üstünde geçirdiğim gözü pek yıllardan sonra, nihayet 54 yaşında emekliliğime kavuşacağım o kayda değer günlerden itibaren (Nisan 2017), sahnenin perdelerini yukarı kaldıracak ve fırsat bu fırsattır diyerek satın alacağım bir bisiklet ile yıllardır hayalini kurduğum maceralı hayata yürekli, serüvenci bir giriş yapmış olacağım. Kimilerine çılgınca gelebilir. Deniz kenarında bir evin var, üstelik Ege’nin incisi bir körfezdesin, al ufak bir tekne, açıl denize, çık balığa, otur verandanda viskini yudumla, bir kitabı okurken klasik müziğin derinliklerine dal, derken bir başkasını, bir başkasını seç kütüphanenden, oku. Sıkıldın mı geç bahçeye, düzenle peyzajını, ek renkli çiçekleri, okşa mevcut açmış olanları. Akşam oldu mu yak mangalını, al rakını, balığını… Afiyet olsun! Sonu ne olacağı belirsiz, maceracı bir Bisiklet Tur ütopyası uğruna bunlar feda edilir mi?!

Hem kim ister ki o kadar uzak diyarlara kaçmayı? Kim bilir başına neler gelebilecekleri düşünmenin bin bir halleri…

Hayli can sıkıcı, böyle tersten bakmaya kalkışınca…

Ancak üstüne basa basa vurguladığım gibi, ütopya tam bir düşler teknesi…

Heybelerimi hazırlayabilir, bir üst aşamaya geçebilir ve kapıya doğru hamlemi yapabilirim. Onurlu başımı göğe, maviliklere diker, gözlerimi de yola, gidebildiğim yere kadar pedallayabilirim. Yol boyunca fotoğraflar çeker, videoya kayıt yapabilirim. Ve ne zaman istersem durur, kamp alanımı belirler, çadırımı kurarım. Gelsin ondan sonra meyli, şarkılı, türkülü ateş başında yemek faslı. Gecenin karanlığına koyacağım son nokta ise koynuma almayı asla esirgemeyeceğim gökyüzündeki yıldızlardır.

Hareket berekettir, tersi ise…….

Beni bilen bilir. Ben uzun bir süre aynı mekânda kalan tiplerden değilim. Sürekli hareket halinde olmak isterim. Evet, popomda kurt vardır. Beni bir yere bağlasalar fazla duramam orada. Sırf bu nedenle olsa gerek, ailemi bile peşimden sürükleyerek, sadece şehirlerarası değil, belli bir şehrin içinde bile muhtelif merkezlere taşınma kararında öncü rol oynamış, evsel yer değiştirmeye neden olmuşumdur. Belki bunda genlerimde dolaşan göçmenlik ruhu etkili oluyordur. Köklerimden bana en ucuz miras.

Of, o günleri nasıl unutabilirim ki! İstanbul’da en güvenli ve en kral işine sahipken bile işyerime, patronuma ve arkadaşlarıma veda etmiş, güneyin yolunu tutmuştum. Ver elini Antalya… İnsanın hayallerinin peşinden gitmek istemesini kimse durduramazmış, ben bunu en canlı yaşayanlardandım. Yeni bir şehir, yeni bir semt, yeni bir mahalle, yeni bir sokak ve kafamızı soktuğumuz yeni bir yaşam evi. Falezlerin, manzaranın, o güzelim Akdeniz kumsallarının, bol güneşli havaların, yıllar içinde kayıp, beton mezarlığına dönüşmüş bir şehirden, İstanbul’dan, doğaya gelmenin platosuydu Antalya. Ve ütopyamı saracak taptaze bir hayat tarzı. Yeni iş serüvenlerine kucak açacağım doludizgin bir hayat mücadelesi.

Yorgan gitti kavga bitti

Yeni bir yere yerleşmek ben gibilerini asla sarsamazdı. Hikâyemde en belirgin söz “no muss no fuss” idi; yani sorun değil, zahmetli hiç değil… Üstelik İstanbul sonrası Antalya ilaç gibi gelmişti hepimize. Âşık olunacak bir kentti. Olduk da. Tam 15 yıl kesintisiz kaldık. Bu sayede en uzun yaşadığım şehir unvanını kazanmanın karşılığı kokteyli ödülünü de almış oldu güneyin bu muhteşem incisi.

Ama o divane gün ona veda ederken bile ağlamadım. Üzülmedim. Çünkü biliyordum ki ütopyamda hep bir dünya vatandaşlığı heyulası dolaşıyordu. Yaş alan zaman sıcak Antalya’da birbirinden güzel koylara, plajlara kök salmak değil, yollara dökülme zamanıydı. Nasıl olsa bir gezgin olarak tekrar gelir doya doya hasretlik giderirdim. Ama şimdi ütopyamı mühürlemek adına ateşli zaman yolların tadını çıkarmada. Oggy oggy oggy – oi oi oi!

Bu uzun yerleşim masalından sonra, Antalya defterini kapatmış, İstanbul’a dönüş yapmıştım. Ama yaşamak için değil. Trakya’da kuruluşunu yaptığımız küçük bir aile şirketinin başında bulunup maddi-manevi destek vermek için. Bu da geçici bir meşgale olacaktı, bunu biliyor, tüm çıplaklığıyla görüyordum. Çünkü kalbim küt küt, delice çıkmak istediğim seyahatler için çarpıyor, aklımı başımdan alıyor, zamanlı zamansız beni sürekli provoke ediyordu. Her şeyde bir fırsat vardır derler ya, benim de başıma ‘emeklilik’ tüyünü taşıyan devlet kuşu konunca, bu piyangoyu reddedecek değildim. Artık istikrarlı, farklı bir gelirle yaşamımı tazeleyebilir, hayallerimin peşinden gidebilirdim. İş hayatı da neymiş! Peeeeh… Çalışmayı hepten unut, bir çiftteker serüvenine başla. İster vatan topraklarında, ister dünya coğrafyasında. Gez gezebildiğin kadar. Zevk-i sefanı sür.

Ama… ama… ben bisikletimi Antalya’da bırakmamış mıydım? Hatta bir ufaklığa hediye etmemiş miydim? E, nasıl olacak şimdi? Şu anda bir bisikletim YOK!!

Nerden nereyeeee…

Amma da yaptım! Küçük detaylar bunlar…

Her neyse, 2000’lerin başında doğan Dünya Turu ütopyam, galiba önce memleket topraklarında seyrüseferler yaparak kocaman, sahici bir gerçekliğe dönüşecekti. Emekliliğin verdiği gazla, 2017 yılı en büyük işaret sayılırdı.

İşte böyle doğdu, meydana geldi “gEZENTİ bİSİKLET”… Nam-ı diğer “gEZENTİ şEREF“…

Eğer “HAKKIMDA” daha fazla bilgi edinmek istersen aşağıda linkleri verilmiş seçeneklere tıklayabilirsin:

(1)Biyografim

(2)Otobiyografim

(3)Profilim

(4)İlklerim

ÇOCUKLUKTAN GELEN SEYAHAT TUTKUSU

Kendimi bildim bileli seyahat fikrine takmış biriyimdir. O çocukluk günlerimde bile evin çatısına çıkar, kiremitlerin üstüne oturur masmavi deniz ile gökyüzünün birleştiği ufuk noktasına bakakalır düşüncelere dalardım. Ya da bir ceviz ağacının üst dallarına tırmanır, kendime en konforlu bir dal parçasını seçer düşler kurmaya başlardım. O düşlerde hep aynı tema. Uzak diyarlara yolculuk. Öyle ki bu ruh hali bende bir saplantı haline gelmiş, başımı alıp alıp götürüyordu o görmeyi çok istediğim düşsel yerlere. Kafamda biriken şeylerin çoğunda hep farklı yerlerde, ecnebi topraklarda ve bana hiç de tanıdık gelmeyen kültürler arasında olmak vardı. Böylece kafama göre gelişigüzel rotalar çiziyor, algılarıma meydan okuyor, onları her defasında düelloya davet ediyor ve dünyayı daha derin bir şekilde anlamaya çalışıyor, bu düşler sayesinde sayısız yolculuklar yapmanın kazancını yaşıyordum.

Erken yaşlarımda kimselerin benim bu düşler âlemine müdahale etmesine izin vermezdim. Keşfetme heveslerime tuhaf burunlarını sokmalarına geçit tanımaz, ancak kafadar bulduklarıma anlatırdım hayallerimi. Aslında evde geçen yağmurlu ve karlı havalarda beni bir atlasın içine gömülmüşken bulmaları çok doğaldı. O haritalar arasında şevkle gezintiler yapar, kendimce edindiğim mini seyahat külliyatına dayanır, en uzak toprak parçacıklarına ulamaya çalışırdım. O yaşların araştırma, inceleme uygulamaları böyle masum bir eylem üslubundan feyz alıyordu işte. En büyük hobimse dünya küre üzerinde var olan her ülkenin bayrak sembollerini ezberlemek, bununla da yetinmeyip onların dillerini, dinlerini, nüfuslarını, para birimlerini, başkentlerini ve diğer önemli şehirlerini, tarihsel geçmişlerini ve varlık kültürlerini ezberleyip, coğrafyalarında keşfe çıkmaktı. Ama biliyordum ki bu ülkelere yakınlaşmak bir atlas kadar kolay olmayacaktı. Belki ömrüm boyunca onların büyük bir çoğunluğunu hiç ama hiç göremeyecektim. O topraklara ayak basmaya asla fırsatım olamayacağına kendimi bir şekilde inandırmış, ikna etmiştim.

Ama hayal etmenin kime zararı olabilirdi ki?

Hayaller köpük gibidir

Henüz körpecik on altı yaşımdaydım ilk ecnebi toprak düşümün gerçeğe dönüşmesi gündeme geldiğinde. İngiltere’ye hem okumak hem kariyer yapmak için seyahat ettim. Belki de uzun yıllar orada yaşamayı düşleyerek. Ancak serüvenim dokuz yıl kadar sürdü. İsteseydim daha da uzatırdım. Hatta orada evlenir, çoluk çocuğa karışır, çifte vatandaşlık hakkını elde edebilirdim. Ama yapmadım. Dokuz yıl sonra tekrar ülkeme geri döndüm.

İngiltere’de, özellikle de Londra’da yaşamak benim hayatımı kökten değişikliklere öncü olacak bir zaman keşfiydi benim için ve ben bunun her gününden, her saatinden, her dakikasından memnuniyet duyuyordum. Çünkü her seferinde Ada topraklarında yeni şehirler, yeni yerler keşfediyor, tarih ve kültür seyahatname literatürüme yeni bir şeyler katıyordum. Bu nedenle Büyük Britanya adasının benim gönlümdeki yeri her zaman çok farklı olmuştur.

Bir sonraki yirmi beş yılda ise bu kez memleket içinde çıktığım keşif yolculukları ile gezilerimin niteliğini ve niceliğini artırıyor, her birinden güzel düşsel kazançlar ediniyordum. Bazen sınırları aşıyor, kâh çalıştığım yerlerin iş seyahatleri nedeniyle, kâh bireysel turistik amaçlı yolculuklar sebebiyle yabancı ülkelere gitme fırsatlarını genişletiyordum.

Ancak hiçbiri kafamdaki gerçek ütopya gibi değildi. Benim gerçek ütopyam sahici bir gezgin gibi gezmekti.

İşte bu nedenle 2000’lerin başında şekillendirmeye başladığım bu ütopya için 2016’yılına kadar sabırla beklemeyi yeğledim. Yani emekli olacağım bu yıldan (2017) sonra artık kimseler beni tutamazdı.

YENİ BİSİKLET ~ ‘YENİ’ MACERA

Tamam, çocukluğumdan beri bisiklete biniyorum. Ama bu bisiklet sürüşleri hep yaşadığım merkezin yakın çevresinde günübirlik turlar şeklinde gerçekleşiyor, hiçbir şekilde bir günden fazla sürecek şehirlerarası bir yolculuğa dönüşmüyordu. Zira bu geçen yıllarda daha çok dört tekerlekli motorlu araçların konforuna, heyecanına kaptırmıştım kendimi. (Burada biraz pişmanlık duygumu yazsam…) Belki de bunda temel neden kendimi hiç bir zaman bisiklet sporcusu görmediğimden olabilir. Bırakın bisikletçi olmayı, bisiklet turculuğu bile aklımın köşesinden geçmiyordu. Üstelik aile bireyleri ile paylaşılan bir hayat insanın bireysel özgürlüğüne sınır koyan en önemli bahanelerden sayılabilir. Varsa yoksa otomobilli seyahat.

Ancak şimdi öyle mi ya?

Zamanın ruhu değişti… ve değişmeye devam ediyor…

Bugün kalkıştığım bu yepisyeni teşebbüs kendi hayatıma meydan okumanın bir ilk adımı olacak. Evet, hâlâ memleket sınırları ötesine geçip geçmemekte kararsızım. Bir taraftan ütopyam bastırıyor, bir taraftan yaşadığım çekinceler frene basmama neden oluyor. Dolayısıyla Dünya Turu’nu zamana bırakmanın en doğru hareket olacağına kendimi inandırmaya başladım desem.

Gelgelelim, sınırlar ötesi yolculukları düşünüp taşınmak, o farklı coğrafyalarda gezmeyi tasarlamak, birden fazla kültürler arasında seyahatler etmeye niyetlenmek hayali bile çok güzel, çok eksantrik, çok ilham verici.

Evet, ne kadarını zorlayabilirim konusunda kesinlikle hiçbir fikrim yok. Yurt dışı planlarım elbette var, ama yaşam her zaman planlandığı gibi gitmiyor maalesef. Bu yüzden programımı öncelikle yurt içine kaydırdım. İlk hedefim bölgeler arasında kıyasıya pedallamak. Büyük bir serüven olacağı konusunda hiç kuşkum yok. Zira güzel vatan, Türkiye de büyük bir coğrafya. Gezmekle bitmez. Deneyimlerin en iyi kazanılacağı topraklarda yaşıyoruz.

Planlamama göre bu büyük macera tek başına bir bisiklet yolculuğu ile sayısız şehirlere, ilçelere, köylere, mahallelere sokaklara ve coğrafyanın olanak tanıdığı her türlü yeryüzü şekillerine gidebilmeyi öngörüyor. Zaman sınırı taşımadan. Yol stresi yapmadan. Hep keyif almayı öne çıkartarak.

İşte bu nedenle “gEZENTİ şEREF” oluşturuldu…

Başarılarımı ve/veya başarısızlıklarımı, muvaffakiyetlerimi ve/veya beceriksizliklerimi test edebilmek, sonuçlarını bir dünya insanla paylaşmak için…

Ha-ha-ha…

Elbette, bu Blog, 2017’den ????’e yapacağım tüm tarihi bisiklet yolculukları an be an izleyip metinsel ve istatiksel detaylarıyla kayda geçirecek. (Belki daha sonraları fikrimi değiştirecek ve ben ütopya sevdamı bir karavan ile devam ettireceğim, kim bilir?) İyi haber şu ki… Hâlâ bisikletle Türkiye serüvenlerimi başlatabileceğime inanıyor ve bu mevzuda kendimi çok iyi hissediyorum.

Ütopya âleminden (hayal kurma, planlama, hazırlıklar) sürekli ileriye/yukarıya doğru bir eğri çizmek… Sırada ne var? Pekala, yeni bir planım var, yeni bir bisiklet macerası…

YENİ bir plan diyorum çünkü ‘esrarengiz’ dünyaya bodoslama dalmadan önce kendimi adamakıllı test etmek istiyorum. Satın almayı ve bizzat kendisiyle yolculuklara çıkacağımı düşündüğüm yeni bisiklet, muhtemelen bu yazın başında (Haziran 2017) hanemden içeri girebilecek. Ayrıca bu benim yaşayacağım tecrübe testlerinde olduğu gibi onun da kendine özel mekanik testi olacak. Bakalım testi geçebilecek mi? Ne kadarını geçebilecek, ne kadarında çuvallayacak görme şansına sahip olacağım…

Yeni bisiklet – Yeni macera!

YENİ BLOG

Ömrümü vermiştim “Nostalji İnsanı”na… 8,5 yıl süren bir hayatı oldu. Anılarla bezenmiş hikâyeler, kendi imalatım olan eserler: şiirler, kısa öyküler, düz yazılar, denemeler, romanlar, seçme yazılar, mektuplar vesaire… Her biri kronolojik bir yaşam öyküsünün dahlinde yazılmış yapıtlar… Ancak yüksek enerjimin tükenmesine de yol açan bir girişimdi bu besbelli. Şimdi zamanı durdurdum ve nostaljiyi kısmen dondurdum. Masamda yeni bir “itici güç” (get-up-and-go) oyuncağı.

Bisiklet tepesinde Türkiye topraklarını keşfe çıkmanın vakti zamanı. Maceradan maceraya atılmayı bekleyen sabırsız günler…

İşte o günlere tanıklık edecek, hatta hazırlık döneminden yola çıkılacak an’a kadar katma değer sağlayacak yeni bir BLOG!! Bir yığın gezi-anı yazısı. Sermayesi güçlü kalitatif bir yapı. Zengin hazinesi ile klavyeden ekrana dökülecek yazılar. Sadece bisiklet yolculukları, bunlara dair olaylar ve olgular mertebesi, kalitatif ve kantitatif değerlerin yer aldığı alt bölümler değil elbet. Sırt çantalı, “gaza geldim” gezileri, doğa yürüyüşleri de; çeşitli konularda düşünceler üreten “esintiler” makamı da; ve hatta gelecek bir zaman diliminde yine “Nostalji İnsanı”ndan buraya sürüklemeyi tasarladığım “Anılarım” ve “Şakacı Sokak” hikâyeleri ile başucumdan asla ayıramadığım edebiyatsever “Yapıtlarım” da bu Blog’un asil düzleminde yer bulacak sayfalar…

Gelecek projelerden biri de eğer Youtube kanalı açarsam paylaştığım videolara link verip bir Video sayfası eklemek. Buna zaman karar verecek, biliyorum.

Zorlu Yol Sabır ve Güven İster

Tabii eğlenmeden de olmaz…

Ancak şunu da biliyorum: bir Blog hazırlamak öyle sanıldığı gibi kolay değil. Blog’un kendisi orada da, içini doldurmak ömür işi. Enerji alıcı, zaman tüketici ve oldukça yorucu. Yazmak apayrı bir beceri. Bazen saatler, bazen günler, bazen haftalar alabiliyor. Sosyal Medya bu mevzuda en kolayı. Koy bir fotoğraf, ekle kısa bir hikâye, bas tuşa gönder. Blog öyle değil. Yazı hazır olsa bile düzenlemesi epey zaman alıyor.

Ancak ben her türlü olumsuzluğuna rağmen Sosyal Medya’ya karşı değilim. Özellikle etkinliklerimi görsel destekleyecek Facebook ile Instagram sayfalarımı gene kullanmaya devam edeceğim. Hatta Blog’u yorumlara “kapalı” tutacağımdan, bana ulaşmak isteyenler, makalelere yorum yapmayı dileyenler bu kanallar vasıtasıyla bana mesajlar gönderebilecekler ve yorumlar yapabileceklerdir.

Gerek bu Blog ile ilgili gerek bisikletli ve/veya sırt çantalı gezilerim ile ilgili planlarımı, düşüncelerimi ileride daha çok yazacağım. Şimdilik bu kadar gevelemenin yeterli olduğuna kanaat getiriyor ve bu yazıyı sonlandırıyorum.

Bir sonraki esintide görüşmek üzere

Mürekkebe banmış esintili Sevgilerimle,

Gezenti Şeref 

***…***

(*) Önceki Makale: “Buradan Başlayalım

(*) Sonraki Makale: “HE! Tabi ki, Bisiklet Yolculuğu Yapabilirim!!

>>> [iÇERİKdİZİNİ]

error: Content is protected !!